Reform paketini iptal etmek Anayasa'yı tanımıyorum demektir
Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, reform paketinin iptal edilmesi durumunda Meclis'in işlevini yitireceğini vurguluyor.
"Ülke
kaosa sürüklenir" uyarısını yapan Can, 2010'un
Türkiye'sinde Yüce Mahkeme'nin "12
Eylül Anayasa'sı sürsün" diyen bir karara
imza atmayacağına inanıyor.
Taraf Gazetesi, "Öldüğünüzde cennete giderseniz kapıda Tanrı'nın size ne söylemesini istersiniz?" diye sordu. Siz, "Beni tanımadın. Ancak beni tanıdığını iddia edenlere göre daha dürüst olduğundan cennete hoş geldin." cevabını verdiniz.
Ahmet Hakan buradan sizin bir ateist olduğunuz sonucuna varmış. Ben de şöyle bir sonuca vardım: Beni tanımadın derken, beni hakkıyla bilemedin mi demek istediniz. Hangimiz doğruyuz?
Ben ateist değilim. Tanrı tanımazlık benim profilime çok fazla uymuyor. Neden uymuyor? Her şeyi anlamsızlaştırabilirsiniz. İnsana ve değer yargılarına ilişkin her şey anlamsızlaşabilir. Bir Tanrı yoktur düşüncesi içerisine girersiniz. Bu bir problem. Hiçbir şeyi açıklayamama durumuna gelir gidersiniz.
Tanrı yok dediğiniz anda kaos mu olur?
Evet, bu da bir kaos. Tanrı ile insan arasındaki bir ilişkinin hiyerarşik bir ilişki olmadığı düşüncesi bana daha yakın gelir. Nedir bu hiyerarşik ilişki? Bir yerlerde bir Tanrı vardır. Ondan sonra bir insan vardır. İyi şeyler yaparsa Tanrı'nın hoşuna gider, kötü şeyler yaparsa Tanrı'nın hoşuna gitmez. Böyle bir algının da çok fazla açıklayıcı olmadığını düşünüyorum. Kur'an'da yanlış hatırlamıyorsam, kendi ruhumuzdan üfledik, diye bir ifade vardır. Yani insan içinde insanlığı bir değer olarak ön plana çıkaran şeyin böyle bir yanı var. Daha doğrusu insan ile Tanrı arasındaki bir birliktelik var. Tasavvufi bir şey.
Peki, neden "beni tanımadın" dediniz?
Nasıl tanıyayım? Gözlem yapabilir misiniz? Gözlem yaptığınız zaman sadece mantık yürüterek, şu şöyle değildir. Böyle olması mümkün değildir. O halde böyle, diyorsunuz. Sadece mantıkla sonuçlara ulaşmaya çalışıyorsunuz. Tasavvufta başka bir şey var ama. Mevlânâ düşüncesinde, Hallac-ı Mansur düşüncesinde çok daha farklı bir şey var. Vahdet-i
vücut düşüncesine, Mevlânâ'nın, Şems'in ortaya koyduğu düşünceye kendimi yakın hissediyorum.
Eğer Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliği paketini iptal ederse, Türkiye açısından neler olur?
Anayasa Mahkemesi'nin bu olası kararıyla zincirleme bir süreç başlatılacak. İstesek de başlatılacak, istemesek de. Ben esasa girerek veya biçim altında esas yönünden iptal ediyorum demesi artık anayasal sınırları tanımıyorum demektir. Kim vermiştir bu anayasa değişikliği teklifini? İşte Adalet ve Kalkınma Partisi. Peki, Anayasa Mahkemesi ne dedi? Anayasa'yı ihlal etmek suretiyle. Dedi ki işte bu, Anayasa'nın ikinci maddesine aykırıdır. Yani Anayasa'nın ikinci maddesine aykırı bir eylemi gerçekleştirmek üzere harekete geçmiş olan bir siyasi parti vardır. Bu siyasi parti Anayasa'ya aykırı bir hale gelmiştir. Onun için bir
kapatma davası açılması lazım.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan başlatılan bir adım Anayasa Mahkemesi önüne gelecek.
Birinci adım paketin iptali, ikinci adım AK Parti'nin kapatılma davası yani.
Herkes biliyor ki, bu konularda zaten aşağı yukarı Türkiye'deki bir siyasi partinin kapatılması için fazla çalışmaya gerek yok. Aşağı yukarı dosyalar daima hazırdır. Ben aşağı yukarı muhtemel senaryoları söylüyorum. İki parti daha kapatılır Türkiye'de.
Diğeri BDP tabii.
BDP zaten kapatılmayı bekleyen bir partidir. AK Parti'ye
kapatma davası açılır. Kapatma davasının açılması belli bir noktaya ulaşınca bu durumda
Parlamento içerisinde farklı bir siyasal pozisyon ortaya çıkabilir. Farklı siyasal pozisyonla birlikte
Yüce Divan süreci başlatılabilir. Bununla birlikte yine
Yargıtay üzerinden vesaire çok daha farklı yargısal adımlar atılır. Derken kaos süreci zaten başlamış olur.
Yani
Başbakan ve bazı hükümet üyeleri kendilerini Yüce Divan'da mı bulurlar?
Bütün bunların hepsi mümkündür. Çünkü siz referansı Anayasa olmaktan çıkarıp, Anayasa'ya rağmen ya da Anayasa'yı ihlal etmek suretiyle yeni bir statüko yarattığınız zaman hukuk, bu yeni statükoya göre işlemeye başlar. Herkes buna göre kendi pozisyonunu almaya başlar. Yargıtay buna göre, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı filan ona göre hareket eder. Zaten aşağı yukarı herkes pozisyonunu ona göre kurmuş durumda. Bu bir kaostur.
Parti kapatılması, hükümetin Yüce Divan'a sevk edilmesi... Sonra?
Parti iktidardan düştüğü zaman farklı bir siyasi pozisyon, farklı bir siyasi pozisyonla birlikte HSYK'nın artık Adalet Bakanı'nın blokajının ortadan kalkmasıyla birlikte yargı içerisinde bir tasfiyeye geçilmesi. Bütün bunların hepsi imkân dâhilindedir. Artık ideolojik bir savaş vardır. Bazıları "Türkiye elden gidiyor. Bu elden gitmeye karşı bir tepki vereceğiz" diye düşünmeye başladığı andan itibaren bütün siyasal adımlar atılır. Zaten Yargıtay 4.
Hukuk Dairesi ile 11.
Ceza Dairesi'nin başlattığı süreç, aceleleri olduğunu gösteriyor.
Ama
Cemil Çiçek, 'Biz bu yok hükmünde sayma önerisine uyamayız. Beğenmesek de uymak zorundayız karara.' dedi.
Güzel de, ortada bir karar yok ki. Bakın şurası halen çözümlenemiyor, insanlar bunun cevabını veremiyor. Yargıç kimliğine sahip insanların bir araya gelmesiyle ağızlarından çıkacak her şeye siz, bu bir karardır, dolayısıyla saygı duyarım, dediğiniz zaman kaos başlamıştır zaten. Kontrolsüz ve sonsuz politik adımları yargı üzerinden atabilme imkânı yaratılmış olur. O yargı, yarın
cumhurbaşkanını alaşağı eder, yargı kararıdır, uyulmalıdır demek zorunda kalırsınız.
Cumhurbaşkanı nasıl alaşağı edilir?
Bir
savcılık harekete geçti diyelim. Cumhurbaşkanının hakkında bir davanın açılabileceğini kabul etti, dokunulmazlığı yoktur dedi ve dava başladı. Ne olacak? Mahkeme hızlı bir şekilde yargılamasını tamamlar, cumhurbaşkanını mahkûm eder. Artık hiçbir şey imkânsızdır diyemeyeceksiniz.
Tam da şimdi bu kayıp trilyon davası mevzuu tamamen bitmişken.
Bunların hepsi politik adımlar. Yani sonra atacağım bir adıma haklılık kazandırabilmem için, bakın daha önce de şöyle güzel bir şey yaptım demek için. İndirebilir mi? Edebilir. Anayasa'ya aykırı mı, Anayasa'ya aykırı. Ama bir yargı kararı. Uyulmak zorunda! Anayasa Mahkemesi'ne bir müracaat yapıldığı zaman bu müracaatın anayasal bir temeli var mı? Olmayabilir, olmak zorunda değil. 148'i bir kenara atar, Anayasa Mahkemesi'nin artık neye karar verip, hangi adımı atıp atmayacağı sadece onun inisiyatifine bağlıdır. Yarın
demokrasi gerekli değildir derse, sisteme faşist, teokratik veya ırkçı bir
renk katsa da, artık yargı kararı olduğuna göre herkes saygı göstermek zorunda kalacak. Tersinden bir örnek, yarın bir özel yetkili ağır ceza
mahkemesi ve ilgili savcılar bir süreç başlatıp, Yargıtay Ceza dairelerindeki üyeleri,
terör suçlamasıyla yargılamaya başladığında ne olacak? Birinci olarak, Yargıtay üyeleri bu davaların temyizine bakamayacak; çünkü davanın tarafı haline gelmiş olacaklar. İkinci olarak temyiz imkânı bulunmadığından dolayı, mahkumiyetlerine ise karar deyip saygı göstereceksiniz. Bu soruları kimse sormuyor.
Anayasa'nın geçerli kaynağı değişmiş oluyor diyorsunuz.
Anayasa Mahkemesi bu konuda bir adım attığı zaman, yani Anayasa'nın kendisinin yasakladığı konuya dahi girerek adım attığı zaman hiç yetkisi olmadığı halde, bazı konularda yine adım atabilir. Yasağı ihlal etmek, yasağa ilişkin hiçbir ifadenin olmadığı bir yerde bir ihlali gerçekleştirmekten daha ağırdır. Şimdi burada Parlamento'nun fesh olunmuş olduğuna yönelik bir müracaat kendisine yapıldığı zaman Anayasa Mahkemesi ne der buna?
Anayasa Mahkemesi'ne böyle bir müracaatı kimin yapma hakkı var?
Artık haktan söz etmiyoruz. Bir muhalefet partisinin Parlamento'nun fesh olunmuş olduğuna ilişkin bir önerge dile getirdiğini düşünün. Bu önergenin Meclis'te reddedildiğini düşünün.
Önergenin reddedilmiş olması, Parlamento'nun fesh edilmiş olduğuna yönelik bir düşüncenin geçersizliği anlamına gelir. Bunun eylemli bir
içtüzük haline getirilerek Anayasa Mahkemesi'ne getirildiğini düşünün. Anayasa Mahkemesi bu konuda, içtüzük değişikliğidir bu diye harekete geçerek altı kişiyle, yedi kişi olmasına gerek yok, ulaşabileceği bir sonuç, Parlamento'nun artık fesh olduğu ve Parlamento'nun artık çalışma kabiliyetinin olmadığı anlamına gelebilir. Olur mu canım dersiniz, bir bakarsınız ki
Yüksek Seçim Kurulu,
seçim takvimini başlatmış bile. Kriz üretmeye başladığınız zaman bunun sonu gelmez. Kriz başlıyor. Yargıtay'ın
Erzincan konusunda başlattığı süreç
krizin semptomlarından sadece bir tanesi.
İlhan Cihaner ve diğerlerinin serbest bırakılması.
Evet. Serbest bırakılması. Bu, onun bir parçası. Hukuk yok orada.
İlhan Cihaner hakkındaki tutukluluk pratiğinin hatalı olduğunu biz de söyledik. Ama Yargıtay'ın bu şekilde devreye girerek, hukuku bütünüyle ortadan kaldırarak, bu şekilde davanın içine girmiş olması artık ben adımları atmaya başladım demektir.
Peki, bütün bunları hükümet bilmiyor mu? "Yok hükmünde sayamayız" taktik icabı mı söylendi?
Onu hiç bilmiyorum. Ben hükümeti okuyamıyorum. Benim derdim, şu anki hükümet değil. Benim problemim şu: Anayasa'nın değiştirilebilme ihtimalinin ortadan kaldırılmış olması Parlamento'yu bitirir. Kaos diye bir
tartışma yapılıyor. Kaosun tanımı şudur: Mevcut, geçerli temel referans normlarına bir kurumun ya da bir gücün artık ben bunlara uymuyorum demesidir. Kaosun başladığı yer burasıdır. Dolayısıyla kaosun başladığı yer Anayasa Mahkemesi'nin bu yönde vereceği bir karardır. Esasında, neyin anayasa olması gerektiğine ben karar veririm demesidir. Çünkü Parlamento'nun bittiği yer. Bir
ülkede söylenebilecek son sözün halkın temsilcileri tarafından söylenememesi.
Bütün bunlar olmaz da, Anayasa Mahkemesi hiç girmezse paketin içeriğine, o zaman bunda benim payım var, der misiniz?
Böyle bir iddia ile ortaya çıkmam. Ben bir vatandaş olarak Türkiye'de bir kamuoyu etkinliği içine girmek suretiyle, bir
siyaset yapma yöntemiyle, belli bir siyasi iradenin ortaya çıkmasını ve bu siyasetinde Türkiye'nin eski kalıplarından sıyrılıp, daha demokratik, daha çağdaş, daha özgürlükçü bir siyasal yapıya doğru gitmesini bekliyorum. Bu imkânların mutlaka ve mutlaka sağlanmasını, engellenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Daha demokratik bir Türkiye'de çocuklarımın yaşamasını istiyorum.