Hükümetin yolsuzluğun hesabını vermektense geminin kayalıklara çarpıp parçalanmasını göze aldığını vurgulayan Gültekin Avcı, Başbakan'ın HSYK ile ilgili yaptığı açıklamanın hem bir itiraf hem de bir meydan okuma olduğunu belirtti.
Sevgili okuyucular...
Bu sıralar yoğun şekilde hukuk temalı yazılar yazıyorum.
Belki sıkılıyorsunuz.
Ceza Hukukçusu olmama rağmen devamlı hukuk anlatıp yazmaktan inanın ben de hazzetmem.
Bir gazeteci olarak siyasal, edebi, sanatsal değerlendirmelerimi de yazmak isterdim.
Lakin 17 Aralık operasyonu hukuki bir süreç. Ve bu adli süreci manipüle etmek için üretilen palavraları afişe edebilmek için mecburen olayın hukuki gerçeğini yazmam gerekiyor.
Çünkü yaşananların esası ve hükümetin tüm operasyonel yalanları, ancak işin hukuki gerçeğini anlatmakla görülebilir.
Hak verirsiniz ki hukuksuzluğu anlamak, hukuku bilmekle mümkündür.
Yaşanan skandal bana göre asrın yolsuzluğu.
Zira bu yolsuzluk sadece tüyü bitmemiş yetimin hakkı ve milletin malı değil; hukuku, demokrasiyi, sosyal sözleşme ruhunu ve devleti çaldı.
Darbe palavralarıyla topluma kara propaganda yapan insanların vicdanını, muhakeme yeteneğini ve gözlerini çaldı.
Kin ve nefret tamtamları çalan bu nasipsizler, suni fırtınalarda sarsılan gemiyi kayalıklara doğru sürüyorlar.
Yolsuzluğun hesabını vermektense geminin kayalıklara çarpıp parçalanmasını göze almışlar.
Bu muhataralı serencamda Başbakan inanılmaz bir açıklama daha yaptı.
"HSYK'da asıl atama daha sonra gelecek" diyerek yargıyı ve HSYK'yı yönettiğini resmen açıklamış oldu.
Bu açıklama hem bir itiraf hem de bir meydan okuma.
Bir yandan "Yargıya hâkimim" itirafı.
Diğer yandan "Bence doğru olan her şeyi hukuka aykırı olsa bile yaparım" meydan okuması.
Benim zoruma giden de budur açıkçası.
"Yargı'yı ele geçirdim işte, ne yapabilirsiniz" tavrıdır beni acıtan.
Hiçbir başbakan hâkim ve savcı atama kararnameleri içeriğiyle ilgili konuşamaz.
Konuşmadı bugüne kadar. Yargıya baskı yapanlar ve el atından yönetenler olmuştur.
Ama böylesine pervasız açıklamalar duyulmadı evvelce.
Özel hayatı kontrol azminde
Belli ki hâkim-savcı kararnameleri Başbakan'ın telkin ve talimatlarına göre düzenlenmeye başlamış.
Zira Başbakan'ın ifade tarzı, emniyette yapılan hukuksuz kıyımların yargıda da tezahür edeceğini gösteriyor.
Ayrıca Batı demokrasileri özel hayata müdahaleyi engellemek için türlü formüller ve kanunlar üretiyor.
Hükümet ise tam aksine internet düzenlemeleriyle kişilerin özel hayatlarını takip etme ve kontrol altına alma azminde.
Son internet düzenlemesi özel hayata müdahaleyi kurumsallaştırıyor ve kanunlaştırıyor.
Oysa bu düzenleme Anayasa'ya ve AB müktesebatına açıkça aykırı.
Bu aykırılık bilinmesine rağmen bu düzenlemede ısrar edilmesinin gayesi şudur:
1- Yerel seçim süreci
2- Cumhurbaşkanlığı seçim süreci
3- Genel seçim süreci
Nitekim yolsuzlukla ilgili bakan fezlekelerine TBMM Başkanı ve Adalet Bakanı Bozdağ tarafından açıkça çalım atıldığını görüyoruz.
Adalet Bakanlığı'na gelen dosyalara raptedilen bir savcılık fezlekesi var.
Eğer dosyalar fazladan gönderildiyse sadece savcının düzenlediği fezleke raporu alınıp ekteki klasörlerin savcılığa iade edilmesi gerekirdi.
Ama bunu yapmadılar.
"Klasörler fazladan gönderilmiş" diyerek fezlekeyi de başsavcılıklara (İzmir ve Adana) geri gönderdiler.
Bu tam bir oyalama taktiğidir.
Ayrıca bir husus daha var.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hem İzmir Başsavcısı'nı hem de Adana Başsavcısı'nı telefonla aradığını kabul etti.
Ve soruşturmaların usul ve kanuna uygun yürütülmesini istediğini söylediğini belirtti.
Oysa Adalet Bakanı yargı yetkisi olan adli soruşturmanın yapılış şekliyle ilgili olarak savcıları arayamaz.
Herhangi bir savcıyı arayıp "Soruşturmayı hukuka uygun yürütün" bile diyemez.
Ancak cezaevi yönetimi gibi idari konularda başsavcıların üstü sayılır. Ve sadece idari konularda talepte bulunabilir.
Kaldı ki Adalet Bakanı'nın başsavcılara karşı bu talebi de aşan, yargı görevi yapanı etkileme suçunu işlediğine dair yoğun iddialar vardır.