'Dershaneler, “paralel yapının hesabı” imiş ve bu hesabın bozulması için kapatılması gerekiyormuş' diyen Zaman Yazarı Mümtaz'er Türköne, "
Bu itiraf, “dershanelerin salt eğitimin gerekleri için ortadan kaldırıldığı” savunmasını tamamen çökertiyor. Dershane gündemi çok eski olduğuna göre, demek Başbakan dershaneleri değil Cemaat’i hedef aldığını itiraf etmiş oluyor. “Paralel yapı” sonradan icat edildiğine göre, Başbakan planlı bir savaş başlatıyor, karşısındakini yok edemeyince ortaya “paralel” suçlaması çıkıyor." diye yazdı.
İşte Türköne'nin bugünkü yazısı...
Serseri mayın
Taha Akyol, gençlik yıllarımdan beri hep yakından takip ettiğim, örnek aldığım ve doğal olarak çok istifade ettiğim bir aydın.
Dünyaya ve başkalarına bakarken liberal ölçülere bağlıdır, içine döndüğünde vatanseverdir ve muhafazakâr değerleri gözetir. Tutarlı, kırıksız bir çizgisi vardır; benim ilk karşılaştığım 1976 yılından bugüne hiç değişmemiştir. Şiddetin en yoğun olduğu o tarihte bana kavgadan uzak durmamı tavsiye eden adamla, bugün Hürriyet’teki köşe yazarı arasında, hukuka, demokrasiye ve özgürlüklere bağlılık, bu ülkenin değerlerine saygı açısından hiçbir fark bulamazsınız. Bu yüzden Başbakan’ın Taha Akyol’a yönelik, mahalle dedikodusu kıvamındaki sözlerini sadece ona değil bütün entelektüelleri hedef alan ağır bir saldırı olarak görüyorum. Başbakan, altında ezildiği suçlamalar yüzünden bugün istifa etse, boşalttığı koltuğu hakkıyla dolduracak en az bir düzine Türk büyüğü kendi partisinden bile çıkabilir, üstelik Türkiye rahat bir nefes alır; ama Taha Akyol bugün yazmayı bıraksa hepimizde bir şeyler eksik kalır.
Asıl rahatsızlık verici olan şey Başbakan’ın üslubu. Başbakan, mahrem bir görüşmeyi referans göstererek suçlamada bulunuyor ve ekliyor: “Cevap verirse ben de bütün belgeleri ortaya koyarım.” Varsayalım ki bir köşe yazarı, gazetesinin sahibinin kendi işlerine dair bir ricasını Başbakan’a özel bir görüşmede iletmiş olsun. Nedir bunun belgesi? Dinleme kayıtları mı? Yazılı bir müracaat mı almış? Peki suç mu? Ancak basın etiği açısından kritik edilecek bir iddiayı “cevap versin, ben de belgeleri ortaya koyarım” tehdidine konu etmenin maksadı ne olabilir? Bir Başbakan bir aydını böylesine basit dedikodu üslubu ile ve şantaj yaparak neden hedef alır?
Erdoğan, 2002 yılından yakın zamana kadar siyasî ve ekonomik istikrarın sürükleyici aktörü oldu. Bugün tam tersine Türkiye’nin sahip olduğu her şeyin bir anda ters-yüz olmasına yol açacak bir serseri mayına dönüştü. Ne zaman nerede patlayacağı ve yol açacağı tahribatın çapı belli değil. Dün istikrar onun varlığına bağlı idi; bugün tam tersine yokluğuna. Soruyorlar: “Dün desteklediğiniz Erdoğan’ı bugün neden eleştiriyorsunuz?” diye. Bugünkü Erdoğan, dün tanıdığımız adam değil ki? Ustalık dönemini meğerse bir otokrasi olarak kurgulamış; Türkiye’nin çoğulcu yapısı izin vermeyince zıvanadan çıkmış.
Bu hafta grup konuşmasında dehşet veren bir ayrıntı dikkatlerden kaçtı. İlk defa Erdoğan, iki yıldır süren “dershanelerin kapatılması” gündemi ile 17 Aralık’tan bu yana tekrarladığı “paralel devlet” iddiası arasında sebep-sonuç ilişkisi kurdu. Kurduğu ilişkiye göre dershaneler, “paralel yapının hesabı” imiş ve bu hesabın bozulması için kapatılması gerekiyormuş.
Bu itiraf, “dershanelerin salt eğitimin gerekleri için ortadan kaldırıldığı” savunmasını tamamen çökertiyor. Dershane gündemi çok eski olduğuna göre, demek Başbakan dershaneleri değil Cemaat’i hedef aldığını itiraf etmiş oluyor. “Paralel yapı” sonradan icat edildiğine göre, Başbakan planlı bir savaş başlatıyor, karşısındakini yok edemeyince ortaya “paralel” suçlaması çıkıyor.
Bu itiraf en çok Milli Eğitim Bakanı ile Müsteşarı üzmüş olmalı. Her ikisi de cansiparane, dershane kapatmayı eğitimin icaplarıyla temellendirmek için çok çaba harcadılar. Başbakan basit bir itirafla kendi ekibinin emeklerini ve üstlendikleri riski de harcamış oldu. Bu çapta aydın siyasetçiler, bürokratlar kolay yetişmiyor. Kısaca Başbakan, sürdürdüğü gerçek savaşa cephane sağlayanları, topun namlusuna mermi niyetine koyarak teker teker harcıyor. Cumhurbaşkanı’nın, Bülent Arınç gibi ağırlığı cüssesinin birkaç katı olan siyaset aktörlerinin düştüğü duruma bakın.
17 Aralık’tan bu yana Başbakan’ın kendisi istikrar için büyük bir tehdit. Sürdürdüğü umutsuz savaş için daha kaç aydına tehditler savuracak, kaç adamını gözünü kırpmadan ateşe atacak; ve ülke sathında dolaşan serseri mayının nerede patlayacağını kestiremeyeceğimiz için istikrarımız ve huzurumuz kim bilir ne kadar derin bir yara alacak?