Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in ‘Darbe Günlüklerini’ ortaya çıkaran gazeteci Alper Görmüş, yeniden görülmeye başlayan Balyoz davasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tanık olarak dinlenmesi gerektiğini belirtti.
Görmüş, Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz davasıyla ilgili geçtiğimiz haziran ayında verdiği “hak ihlali” kararının ardından İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yeniden görülmeye başlayan 236 sanıklı davanın gölgede kalan ve unutulan ayrıntılarını, Aljazeera Turk’ün aljazeera.com.tr sitesinde 7 gün süren yazı dizisiyle masaya yatırdı.
Alper Görmüş, Balyoz darbe planlarının yapıldığı 2003 yılından bugüne ortaya çıkan bilgi ve belgelerin yanı sıra Erdoğan ve Gül’ün çeşitli tarihlerde kamuoyu önünde yaptığı açıklamalara yer vererek, “Her iki politik şahsiyet de sonraki tarihlerde, olan bitenden zamanında haberleri olduğunu ve gereken kurumların bilgilendirildiğini açıklamışlardır.” Değerlendirmesini yaptı. Alper Görmüş’ün yazı dizisinde yer alan bazı pasajlar şöyle:
“ “Biz Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetiyoruz. Şu anda söyleyebileceklerim var, söyleyemeyeceklerim var. Her şeyi, her zaman, her yerde söyleyemeyiz. Ama Allah izin verirse biz bunları ileride kaleme alacağız. (...) Arapların bir sözü vardır. Sırrı şöyle tarif ederler: ‘İki dudağın arasından çıktı mı esiri olursun.’ Bizim de bazı sırlarımız var. Fatih, ‘Sakalım bilse sakalımı keserim’ demişti.”
Başbakan (şimdi Cumhurbaşkanı) Recep Tayyip Erdoğan, 12 Eylül 2012’de gittiği Kiev’de sarf etmişti bu sözleri... Etrafını saran gazeteciler konuyu Balyoz’dan açmıştı ve malûm, Balyoz’un konusu da başında bulunduğu partinin kurduğu hükümeti devirmeye yönelik bir darbe planından ibaretti.
Dahası da vardı: Bir gazeteci, “Yani Balyoz’da kamuoyunun bildiğinden daha karanlık tablolar mı var” diye sormuş, Erdoğan soruya “var tabii canım” karşılığını vermişti.
Ertesi gün bütün gazetelerde yer alan bu sözler, suya yazılmış gibi yok hükmünde sayıldı; ne gazeteciler deşti bu sözleri ne de siyasetçiler... Fakat tabii çok daha önemlisi, davanın görüldüğü mahkeme de, “Başbakan bizim baktığımız davayla ilgili çok önemli şeyler söylüyor, zaten davanın bir numaralı mağduru durumunda, çağıralım da tanık olarak dinleyelim” demedi.
(…)
Erdoğan (Aralık, 2003): ‘Her şeyi biliyoruz...’
2003 Mart’ında neler yaşandığına dair ilk bilgiyi yine kapalı, sırlı cümleler eşiğinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan o yılın Aralık’ında duyurmuştu kamuoyuna...
2 Aralık 2003... Başbakan Erdoğan partisinin grup toplantısında iki hafta önceki (15-20 Kasım) sinagoglar, HSBC ve İngiliz Konsolosluğu’na yönelik bombalamalarla ilgili olarak konuşmaktaydı... Fakat Başbakan birdenbire konuyu değiştirip çok farklı şeyler söylemeye başlamıştı: “Vakti saati geldiğinde fikir, düşünce planında, demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacakları” birilerine işaret ediyor, üstelik “bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir” diyordu. (2 Aralık 2003, Erdoğan’ın partisinin grup toplantısındaki sözleri.)
(…)
Başbakan’ın 2 Aralık 2003’te neyi imâ ettiği, Ergenekon ve Balyoz davalarının başlamasından sonra açıklığa kavuşacaktı.
Başbakan’ı o şekilde konuşmaya sevk eden ilk bilgi, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde İstanbul Birinci Ordu’da yapılan plan seminerine dair ses kayıtlarıydı... Balyoz darbe davası sanığı emekli orgeneral Ergin Saygun, 27 Mart 2012 tarihli duruşmada söz alarak şöyle dedi:
“Plan seminerlerinin kasetleri, seminerden birkaç gün sonra dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a Başbakan tarafından verilmiştir. (...) Ayrıca Aytaç Yalman bu davada tanık olarak dinlenmelidir.”
Aytaç Yalman, Saygun’un iddiasını izleyen günlerde Tufan Türenç’e verdiği bir söyleşide bu bilgiyi kısmen doğrulayacaktı (Hürriyet, 2 Eylül 2012). Tek farkla: Yalman’a göre kasetleri Başbakan Erdoğan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e vermiş, o da kendisini çağırarak kasetler konusunda onu bilgilendirmiş fakat muhteviyatını açıklamamıştı. Yalman’ın sözleri tam olarak şöyleydi:
“Söz konusu kasetler zamanın başbakanına verilmiştir. Başbakan da durumu Hilmi Paşa’ya aktarmış. Ben kasetlerin varlığını Hilmi Paşa’dan öğrendim. Kasetlerin muhteviyatini bilmiyordum. Yıllar sonra televizyondan öğrendim. Hilmi Paşa da muhteviyatı konusunda bana bilgi vermedi. Zamanında bilgilendirilmiş olsaydım gerekli işlemi yapardım.”
Başbakan Erdoğan’ın 2 Aralık 2003 tarihli Meclis konuşmasında, “belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizde” dediği ve “demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacakları”nı vaat ettiği güçler, o konuşmadan dokuz yıl sonra işte bu itiraflarla ortaya çıkmıştı.
5-7 Mart 2003’teki plan semineri görüntüsü altındaki darbe planının ses kayıtları, Ergin Saygun’un dediği gibi, o tarihten sadece birkaç gün sonra Başbakan’ın eline geçmişti. Peki, Başbakan 5-7 Mart’a dair imâsını neden o günlerde değil de dokuz ay sonra, 2 Aralık 2003’te yapmıştı?
Bunun net bir cevabı vardı: 19 Kasım 2003’te Milli İstihbarat Teşkilatı’nın önüne koyduğu Ergenekon dosyası.
'ERDOĞAN GİBİ GÜL DE TANIKLIĞA ÇAĞRILMALI'
Hilmi Özkök’ün 2003’teki girişimlerle ilgili olarak “dedikodu” dışında bir şey duymadığını, kendisine bir CD’de iletilen “plan semineri”nin ses kayıtlarının resmî kanallardan gelip gelmediğini “bilmediğini” söylemesi karşısında Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün bu davada tanık olarak dinlenmesi bence kaçınılmazlaşmıştır.
Çünkü her iki politik şahsiyet de sonraki tarihlerde, olan bitenden zamanında haberleri olduğunu ve gereken kurumların bilgilendirildiğini açıklamışlardır.
(…)
Başka referanslar da verebilirim ama, en somutuyla yetineceğim... Darbe Günlükleri’nin Nokta dergisinde yayımlanmasından sonra Milliyet yazarı Hasan Cemal dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile “2003 halleri” üzerine konuşmuş, Gül, Milliyet’in manşetten verdiği haberde şöyle demişti:
“İddia edilen, ortaya atılan niyetleri, gayretleri biliyoruz. Basında çıkmadan önce biliyorduk. Bunlar, devlette bilmesi gereken yerlere bildirilmiştir. Bilmesi gerekenlerin bilgisi vardır.” (Milliyet, 7 Nisan 2007).
Söz konusu olan hükümeti alaşağı etmek üzere hiyerarşi dışında örgütlenmiş bir darbe organizasyonu ise, Genelkurmay’ın, Gül’ün “devlette bilmesi gereken yerler” tanımı içine girmediğini düşünebilir miyiz?
Ya da şöyle diyelim: Mahkemenin, Abdullah Gül’e, “Genelkurmay da ‘devlette bilmesi gereken’ kurumlardan biri miydi ve onu da bilgilendirdiniz mi?” diye sorması gerekmez mi?”