Bak sen şunun yaptığına!
Dün burada sosyalist
siyaset bilimci Fikret Başkaya'dan alıntı yapmıştım: "27
Mayıs 1960 darbesi sonrasında, askeri cuntanın 'demokratik anayasası' için
referandum yapıldığı günlerde, lise mezunu olmayanların referanduma katılmasının engellenmesi hararetle savunuluyordu."
1960'lardan günümüze, yarım asra yakın zaman geçti ama zihniyet değişmedi:
"Fikret Bey'e benden
selam söyleyin" diye başlayan bir okur mesajında şu cümle göze çarpıyordu: "Tabii ki ilkokul mezunu ile benim oyumun değeri aynı olmamalı..."
'
Okul eğitimi' ile '
oy verme hakkı' ya da 'oyun ağırlığı' arasında nasıl bir ilgi var acaba?
Bu soruya
cevap vermeden önce, bir noktaya daha değineyim: Geçenlerde
Hürriyet yazarı Bekir
Coşkun, TV karşısında 'göbeğini kaşıyarak' oturan adamdan söz ediyordu. (3 Mayıs)
Tayyip Erdoğan işte "o cahil, bilgisiz, dünyayı umursamayan, gözünü magazin programlarından ayırmayan" adama güveniyormuş.
Doğru! Tayyip Erdoğan göbeğini kaşıyan adama (da) güveniyor. Ancak bu saptamayı yaparken bir şeyi unutuyoruz: O adam aynı zamanda bir 'ekonomi aktörü'.
Yani bir 'çalışan': İşçi,
köylü,
küçük esnaf... Üretim ya da dağıtım sektöründe yer alıyor.
Göbeğini kaşıyan adam, Coşkun'un yazdığı gazetenin üretilmesi için matbaada çalışırken, iyi...
Ya da o gazeteyi okura zamanında yetiştirmek için direksiyon sallarken de iyi...
Ama aynı kişi oy verirken birdenbire kötü adam oluveriyor.
Şu örneği sık sık veririm:
Bir
simitçiyi düşünün. (Göbeklisinden!)
Simit satmak ilk bakışta dünyanın en sıradan işidir. Acaba gerçekten öyle mi? O kadar basit mi?
Gelin
simitçinin yaptıklarına bakalım:
Sabahın köründe uyanır... Fırından simitleri alır... Onları müşteriye gelişigüzel sunamayacağı için itinayla yerleştirir... Nasıl bağıracağını hesaplar: ' Çıtır' mı diyecek, ' sıcak' mı?..
Piyasa çeşitlenmiştir: Simidin yanında
zeytin ezmesi ve
krem peynir de satar... Simitleri alıp götürmek isteyen müşteri için kâğıt mı bulundurmalı yoksa küçük poşetler mi?.. Camlı tekerlekli tezgâhının üstünde hangi yazılar bulunmalı?.. En çok simit hangi köşe başında satılır?..
Bunlar bir anda aklıma gelenler. Kim bilir başka hangi ayrıntıları düşünmek zorundadır 'göbeğini kaşıyan' simitçi? Mesela: Ara sıra patakladığı ama canı gibi sevdiği oğluna en uygun
ayakkabıyı nereden satın alacak? Ayakkabı
ucuz ve kalitesiz olursa, kısa sürede eskir, yenisi gerekir. Pahalı ama kaliteli olursa, bu kez de bütçesi sarsılır.
Göbeğini kaşıyarak TV izleyen ilkokul mezunu simitçi, neticede sizin gibi, benim gibi,
ülke ekonomisinin bir parçasıdır.
O da işini geliştirip 'simit dünyası' türü bir dükkân açmanın hayallerini kurmaktadır.
Bunu nasıl yapacaktır?
Bekir Coşkun'un yazdığı Hürriyet gazetesi,
Nobel Barış Ödülü'nü kazanan Bangladeşli iktisatçı
Muhammed Yunus'a alkış tutuyordu bir haberinde.
'Alkış tutmakta', övmekte haklıydı da: Çünkü Yunus,
yoksul ve dar gelirlilere, 'mikro
kredi' sağlayan bir
sistem geliştirmişti.
Sadece üç-beş bin lirayla (hatta çok daha az) iş kuran 'küçük' insanların mucizevi başarıları karşısında kim sevinmez, kim umutlanmaz?
Göbeğini kaşıyan simitçi, bu krediden faydalanarak dükkân ya da
atölye açtığında memnun oluyoruz da... Aynı adam, oy verdiğinde niye bozuluyoruz?
Sorduğuma bakmayın; ben biliyorum sebebini: Çünkü karısının başı örtülü... Çünkü yaz geldiğinde oğlunu
Kuran kursuna gönderiyor...
Çünkü cuma namazına gidiyor...
Ve hepsinden önemlisi:
Çünkü Deniz Baykal'a değil, Tayyip Erdoğan'a oy veriyor. Bak sen şunun yaptığına. Seni gidi göbeğini kaşıyan simitçi seni!