BAŞBUĞ'A SIRADIŞI SORULAR

Yusuf Gezgin Org. Başbuğ'un cemaatler çıkışına kendine has üslubuyla cevap verdi.

BAŞBUĞ'A  SIRADIŞI SORULAR

Cemaatler Savaşı İlker Başbuğ Harp Akademileri konuşmasında açılım sayılabilecek şeyler söyledi. Örneğin; “Türkiye halkı” dedi. Bu ifade ulus devlet yaklaşımının herkesi “Türk” kabul eden görüşünden vazgeçmeyi ve etnik farklılıkları kabul etmeyi gerektiriyordu. “Mütedeyyin” insanlardan bahsetti, TSK’nin “peygamber ocağı” olarak anıldığına atıfta bulundu. Bunlar laikliği ve ulus devleti kutsayan TSK yetkililerinden duymaya alışkın olmadığımız ifadelerdi. TSK’nin topluma ait bazı gerçekleri artık görebildiğine işaret eden, sosyolojiye önem veren, demokrasiyi önemseyen geneli itibariyle -eskilerine nazaran- olumlu bir konuşmaydı. Bizim tarihimizde cemaatler ve tarikatlar sivil toplumun temel taşlarını oluştururlar. Vakıflar, külliyeler, camiler, tekkeler, sosyo-kültürel tesisler ve sosyal dayanışma faaliyetleri cemaatler eliyle yapılmış ve yürütülmüştür. Özellikle azınlıkların, cemaatler halinde örgütlenmesine, cemaatler vasıtasıyla dini-içtimai organizasyonlar yapmalarına, temsil yetkisini kullanmalarına Osmanlı döneminde müsaade edilmiştir. Osmanlı devleti ulus devletlerde olduğu gibi toplumu homojen kabul ederek dayatmalarda ve dönüştürmelerde bulunmamış; cemaatlere, farklı guruplara örgütlenme imkânı vermiş ve bu örgütleri meşru muhataplar olarak kabul etmiştir. Osmanlı devletinde “cemaat” kavramından -bu gün kullanılan anlamından farklı olarak- azınlıklara ait yarı özerk yapılar anlaşılmaktaydı. Bu çerçevede Osmanlı devletinde Ermeni cemaati, Süryani cemaati Yahudi Cemaati, Rum Ortodoks Cemaati vardı. Daha sonraları İngilizlerin etkisiyle Protestan Ermeni Cemaati de tanınmış ve cemaatlere verilen haklardan yararlanmıştır. Toplumun çoğunluğunu ve hâkim unsuru oluşturan Müslümanlar ise etnik esasa göre bir ayrıma tabi tutulmamıştır. Genel olarak “Müslüman” kimliği içinde haklara sahip olmuşlar, ama din, dil ve kültürden kaynaklanan haklarını her hangi bir sınırlamayla karşılaşmaksızın kullanabilmişlerdir. Örneğin bu gün problemler yaşayan Kürtler bir engelle karşılaşmadan Kürtçe eğitim yapabilmiş, Kürtçeyi istediği gibi konuşabilmiş, kendi kültürlerini yaşatabilmişlerdir. Müslüman unsurlar daha çok dini aidiyetlerine ve İslam dininin alt yorumları olan tarikatlara göre -Kadiri, Nakşi, Bektaşi, Mevlevi vs- içtimai hayatın içinde yer almışlardır. Alt kimliklerini kullanmada, örgütlenmede, müesseseleşmede problem yaşamadıkları gibi; bu hakları devletin güvencesi altına alınmıştır. Aslında batıda da sivil toplumun temeli dine ve dini mezheplere, tarikatlara dayanmaktadır. Demokrasinin beşiği kabul edilen batı ülkelerinde en büyük ve köklü STK’lar bu dini cemaatlerdir. Üniversitelerin pek çoğunu kiliseler-mezhepler kurmuştur ve yürütmektedir. Sonraları seküler, değişik ilgilere dayanan STK’lar ortaya çıkmıştır. Ancak Türkiye’de hâkim aristokratik kesim dini vakıfları, cemaatleri, gurupları bir “STK” olarak kabul etmez, hatta bunları sivil toplumun düşmanı görür. Zira bunlara göre bir STK, din karşıtı veya dine kayıtsız olduğunda “STK”dır. Osmanlı’nın güçlü olduğu dönemlerde cemaatler, tarikatlar huzur ve uyum içinde yaşıyorlar ve devlet tarafından eşit muamele görüyorlardı. Ama bir dönem sonra “kendini gizleyen ve gizli emellere sahip olan bir cemaat” devleti ele geçirmeyi hedefledi. Müslüman olmayan, ama “ihtida etmiş” rolüne bürünen bu cemaat, dıştaki destekçilerinin de katkısıyla hızla örgütlendi. Zayıflayan Osmanlı Devleti bunlara hareket alanı açmaktaydı. 19. yüzyılın başından itibaren planlı ve hedefli bir şekilde her yere sızdılar, toplumu maniple etme araçlarını ellerine geçirdiler. “Sebatayist” de denen bu cemaat, 1908 yılında diğer bütün tarikat ve cemaatlere galip gelerek devletin en önemli noktalarını ve orduyu ele geçirdi. Bu tarihten itibaren diğer cemaatler, özellikle de Müslüman cemaatler-tarikatlar dışlandı, baskı altına alındı ve ezildi. Sistemi ve devletin organlarını ele geçiren bu cemaat, 1908’den günümüze kadar devletin ve toplumun sinirlerine hâkimdir. Özellikle Müslüman cemaatleri, gurupları “irtica” ile “gericilikle” itham ederek devletin önemli mevzilerinden uzak tutmayı başarmaktadır. George Orwel’in “Hayvanlar Çiftliği” romanında bütün hayvanlar eşit, huzurlu bir şekilde çiftlikte yaşıyorken bazı hayvanlar “daha eşit” olur ve türlü oyunlarla çiftliğin yönetimini ele geçirerek, çiftliği diğer hayvanlara yaşanmaz hale getirirler. Bizde yaşanan şey bu romanda yaşananlara epeyce benzerdir. Bir cemaat ülkeyi ele geçirmiş ve zaman içinde sisteme, güç odaklarına hâkim olarak kendi kurallarını koymuştur. Diğer kesimler, guruplar, cemaatler bu seçkin(!) cemaatin müsaade ettiği kadar imkâna ve hareket alanına sahip olabilmişlerdir. İlker Başbuğ konuşmasında “mütedeyyin” insanlara dokunulmadığını söyledi. Ama askerden atılan binlerce mütedeyyin insanın neden atıldığı sorusu havada kaldı. TSK’de, subayların anasının-eşinin örtüsünden, lojmanlarda izlenen TV kanallarına kadar neden müdahale edildiğine dair mantıklı bir açıklama yapmadı. Daha iki sene önce verdikleri E-muhtırada Mevlit Kandilinden duyulan rahatsızlık “demokrasiye ve dindar insanlara saygılı ordu” ifadesini hükümsüz kılıyordu. İlker Paşa daha önceki pek çok komutan gibi cemaatlerin, tarikatların tehdit ve tehlikeleri üzerinde durdu. Ama biz bu ülkede hiçbir komutandan, daha komplike ve sofistike cemaatler olan masonların, Rotaryanların tehlikesinden bahsedildiğini duymadık! Ülkenin son 2 asrında çok etkin, gizli yapılanmalar içinde olan, Türkiye’nin en güçlü cemaati “Sebataylar”ın tehdit ve tehlikeleri üzerine brifingler verildiğine şahit olmadık! TSK’da yüzlerce yıldır ve en tepelerde oldukları halde Sebataycılıktan atılan, ceza alan, soruşturulan hiç kimseyi işitmedik! Oysa Sebatay denen bu kesim (kendileri ülkenin kurucuları olmakla övünürler) sıkı ilişkilere, saçma ritüellere (mum söndü, kuzu bayramı vs) sahip katı bir cemaattir. Bu ülkede bir general, bir komutan değil; bir uzman çavuş sarıklı bir fotoğraf çektirmiş olsa, “mütedeyyin kimselere tahammüllü”, “peygamber ocağı” TSK’nın komutanları bu uzman çavuşu atmanın dışında bir çözüm geliştirirler mi? Ama bu ülkede Yahudilere ait bir ibadet mekânında bir Yahudi sarığı olan “kippa” ile üst düzey bir komutan fotoğraf çektirebiliyor ve bunu kimse sorgulamıyor. Bir kuvvet komutanı, Genelkurmay başkanı askerlik mevzuatı açıkça yasakladığı halde Türkiye’nin en büyük ve etkin mason kulübü olan “Büyük Kulüp”e üye oluyor, bu ortaya çıkıyor; ama birileri bunu tehdit görmüyor, sorgulamıyor. Dindar insanlarla problemi olmadığını kamuoyu deklere eden TSK ve komutanları, herhangi bir rütbelinin İslam’a ait ibadetleri yerine getirmesine sizce nasıl bakarlar? Mesela Kudüs’e değil de, bir orgeneral hacca gitmiş ve Kâbe duvarına yaslanmış ağlarken görüntülense ne olur? Bu ülkede “yeşil sermaye” diye bir sürü şirket; “dindar” diye bir sürü bürokrat fişlendi ve boykota uğradı. Peki, Masonik şirketlerin, Rotaryanların, sebatayların aynı kesimlerce fişlendiğini duydunuz mu? Ermeni kaynaklarına göre Türkiye’de bir milyonu aşkın gizli Ermeni vardır. Bu kripto Ermeniler üniversitelerden, yargıya, TSK’ya, en milliyetçi partilere kadar her yerde etkin ve örgütlüdürler. Sistemin, hatta devletin istihbarat örgütlerinin bu konuyu araştırdığını, önemsediğini bileniniz var mı? Benzer şeyler aristokratik elitlerin ve sisteme hükmedenlerin makbulü olan Bektaşilik içinde sorgulanabilir. Bazı mezheplere ait yerleşimlerden öğrenciler dolmuş dolmuş askeri liselere sokulmuştur, sokulmaktadır. Her hangi bir Bektaşi köyüne bir bakın, ne kadar asker, hâkim savcı çıkacak! Siz hiç Bektaşilikten dolayı atılan, yargılanan sorgulanan duydunuz mu? Hiç “Bektaşilerin bazı kurumları ele geçirme hevesi” içinde olduklarından bahsedildiğine şahit oldunuz mu? Ülkemizde bir cemaatler savaşı yaşanıyor ve anlaşılan bu mücadele daha da kızışacak! Sisteme hükmeden cemaatler, sisteme girmeye çalışan başka cemaatleri dövmeye hazırlanıyor… YUSUF GEZGİN-AKTİFHABER
<< Önceki Haber BAŞBUĞ'A SIRADIŞI SORULAR Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER