Çarkın, cezaevinde kitap için kaleme aldığı 110 sayfalık bölümde,
Ekim 1992’de gözaltına alındıktan sonra kaybedilen
Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu’nun işkenceyle öldürüldüğünü, cesedinin ise kendisinin taşıdığını yazdı.
Taraf Gazetesi’nde yer alan habere göre, 1990’lı yıllarda işlenen
faili meçhullerle ilgili
itiraflarının ardından 5 Haziran’da tutuklunan
Ayhan Çarkın, cezaevine girdiği günden itibaren
tanık olduğu olaylar ve yaşadıklarına dair önemli bilgileri 110 sayfalık bir kitapta kaleme aldı. Özel harekat camiasına girişinden ayrılışına kadar tanık olduğu olayları el yazısıyla anlatan Çarkın, 1992 yılında, henüz 26 yaşındayken öldürülen Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu’nun akıbeti ve 1994’te Ankara’da
infaz edilen
Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın’la ilgili önemli yeni bilgiler verdi.
'KAYIP'I CUMARTESİ EYLEMİNDE GÖRDÜM
Oğlu ile
Beyoğlu’nda gezerken
Cumartesi Anneleri ile karşılaştığını belirten Çarkın, o an hissettiklerini şöyle anlatıyor: “Beyoğlu
Galatasaray Lisesi önünde Cumartesi Anneleri var. Evlatları kayıp. Hep bir umut ile bekliyorlar. Bir gün oğlumla onların karşısından durdum. ‘Baba’ dedi, ‘Hayırdır, daldın yine’ deyince ‘Bak dedim hep anlatıyorum ya ben onların akıbetlerini biliyorum.” Çarkın’ın akıbetini bildiği isimlerden birisi de Ekim 1992’de okulunun önünden gözaltına alınan Ayhan Efeoğlu.
ÇARKIN ÖLDÜRÜLEN ADAŞINI TAŞIMIŞ
Çarkın, Ayhan Efeoğlu’nun infaz edildikten sonra nereye gömüldüğüne dair şu bilgileri veriyor: “Şubeden çıkarılan bir paket ne bu? Patlayıcı öyle mi? Peki ne olacak? Açık araziye götürüp
imha edilecek. Tamam. Müdür önde biz ardında yola devam
Trakya tarafında bir yerde ormanlık bir yer ağaçlar çok öyle boylu değil. Tam paketi açalım derken o da ne? Bir insan. A. Efeoğlu…”
MECİT BASKIN BEYFENDİ BİR ADAMDI
Çarkın, Ankara’da 1994’te öldürülen Mecit Baskın olayına ilişkin de şu önemli bilgileri verdi: “Bana ve diğer arkadaşlarıma söylenen ‘gidin Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın isimli şahısla temas kurun, daire başkanlığına getirin’ diye. Bir soruşturmayla alakalıymış sözde. İki sefer gittik bulamadık, yoktu. Ancak kimlik gösterdik, not yazdım. Hatta orada bir görevli vardı, adımı dahi yazdım. Birçok şahıs şahittir. Tabi şimdi aradan yıllar geçti ama hatırlayan vardır. Üçüncü gidişimizde kendisi karşıladı bizi. Beyefendi bir adamdı. Kendisine olayı anlattık. Aynen şöyle hitap etti: ‘Hay hay ne demek. Tabii ki’ diyerek, bizim daire başkanlığına ait diğer bir arabayla
ekip tarafından alındı. Bizde
Keçiören tarafından
Ulus istikametinden hatta gezerek daire başkanlığına gittik. Baktığımızda ne diğer ekip vardı ne şahıs. D.Başkanı ile karşılaştık, bilgi verdik. ‘Tamam, ne işiniz var burada gidin onlarla buluşun’ diye azarladı…
İNFAZ OLAYI YÜZÜNDEN TARTIŞTIK
Neyse bize diğerleri ile Gölbaşı’nda buluşmamız söylendi. Gölbaşı’nın kenarından bir lokantadan sağa döndük. Bir müddet gittik ve buluştuğumuzda bir baktık ki adamcağızı metruk bir binada infaz etmişlerdi. Neyse biz bağrıştık, karşı çıktık bu ne biçim iş diye. Neyse sen karışma dediler. Başkanın bilgisi var. Küçük kulübe gibi bir yerde infaz etmişlerdi… O sinirle daire başkanlığına gittik. Bunun ne anlama geldiğini sorunca makamından fırladı. Ağzı köpürürcesine üzerimize gelince
Oğuz elini beline attı. Küfür etti ben araya girdim. Bu insana çok üzülmüştük. Çok kibar beyefendi bir adamdı… Tabi daha sonra bu tür işlerin Milli
Güvenlik Kurulu (MGK) kararı olduğu teröre
destek verenlerin bir şekilde bertaraf edilmesi gerektiği için görev verildiğini söyleyince Oğuz, Ercan ben artık her olana asi bir tavır içerisinde olmaya başladık.”