Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın
Doğan Grubu'na karşı artık mutat bir
uygulama haline getirdiği ve her hafta partisinin bir kongresinde tekrar ettiği mesnetsiz suçlamalar,
Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı sıfatına yakışmamaktadır. Demokratik bir ülkenin başbakanının, parti mitinglerinden bir medya grubunu
hedef göstererek sindirmeye çalışması, kabul edilebilir bir tutum değildir.
Tarih, bu tutumun vahim sonuçlarını gösteren pek çok örnekle doludur.
Sayın Başbakan, bugünkü parti kongresinde grubumuzu kağıt kaçakçılığıyla suçlamıştır. Sermaye Piyasası Kurulu'nun 7 yıldır sürdürdüğü incelemede
kaçakçılık iddiası yoktur. Kaçakçılık iddiası, bizzat Başbakan ve partideki yardımcısı tarafından uydurulmuştur. Bu iddiayı atanlar özür dilemelidirler. Aksi takdirde müfteri konumuna düşeceklerdir.
Kağıdın pahalı alındığı
iftirası ise 2001 yılında
Uzan Grubu tarafından ortaya atılmıştır. Doğan Grubu, buna karşı açtığı
davayı kazanmış, bunun iftira olduğu
mahkeme kararıyla kesinleşmiştir. Bir kez daha tekrarlıyoruz: Türkiye'de
gazete kağıdını en
ucuz maliyetle temin eden medya kuruluşu Doğan Grubu'dur. Bunu bütün belgeleriyle kamuoyu önünde herkese ispat etmeye hazırız.
Sayın Başbakan, bugünkü konuşmasında
CHP lideri Sayın Deniz
Baykal ve eşinin
malvarlığı ile ilgili iddialara Doğan Yayın Grubu'nun yer vermediğini de öne sürmüştür. Gerçekler bunun tam tersidir. Örnek vermek gerekirse, bu iddialara ilişkin haber ve köşe yazıları
Milliyet gazetesinin 3 ve 4
Şubat 2006 tarihli nüshalarında geniş bir şekilde yayımlanmıştır.
Sayın Başbakan,
Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey'in , hakkındaki yolsuzluk suçlamalarına verdiği yanıtlara Doğan Grubu gazetelerinde yer verilmediğini de ileri sürmüştür. Bu iddia da temelsizdir. Belediye Başkanı'nın savunması Milliyet, Posta,
Radikal gazetelerinde ve
Hürriyet gazetesinin başyazısında ve internet sitesinde yayımlanmıştır.
Bunlar yetmediği gibi, daha dün telefonda görüştüğüm Sayın Belediye Başkanı'na konunun tam olarak aydınlatılması için özel bir araştırma ekibini görevlendirdiğimi bildirdim. Keza, Başkanı kuvvetli bir şekilde savunan köşe yazıları da grubumuzun gazetelerinde çıkmıştır. Sayın Başbakan ne kadar inkar ederse etsin, bu durum grubumuzdaki çok sesliliğin ve fikir özgürlüğünün açık bir kanıtıdır.
Sayın Başbakan, grubumuza karşı saldırılarını Almanya'da görülen
Deniz Feneri Derneği'ndeki yolsuzluk iddialarına ilişkin dava haberlerinin gazetelerimizde yayımlanması üzerine başlatmıştı. Geçen hafta partisinin
Güngören ve
Bayrampaşa ilçe kongrelerinde yaptığı konuşmalarda, bu davayla ilgili hiçbir beyanda bulunmayan Başbakan'ın, bugün nihayet kendisini konuya girmek zorunda hissetmesi, bu saldırının gerekçesini haksız kılmıştır. Sayın Başbakan'ın sorumluların suçlarının kanıtlanması halinde en ağır şekilde cezalandırılmalarını istemesi ve konuyu takip edeceğini söylemesi memnuniyet vericidir. Bu sözleri saldırıya geçmeden önce söylemesini çok arzu ederdim. Kendisinin bu sevindirici adımı atması özgür ve bağımsız medyanın çok olumlu bir katkısı olarak görülmelidir.
Bugünkü konuşmasında, Sayın Başbakan, benim kendisine gönderdiğim bir mektuptan bazı alıntılar da yapmıştır. Bu mektuplardan dolayı benim alnım açıktır. Kendisi, istediği zaman bu mektupların tümünü kamuoyuna açıklayabilir. Ben de Başbakan'ın bugün değindiği 19 Şubat 2008 tarihli mektubumdan kısa bir paragrafı kamuoyuna sunuyorum:
"Sayın Başbakan, sizden şimdiye kadar hiçbir özel talebim ve beklentim olmamıştır. Hiç kuşkusuz , hem bir
işadamı, hem de bir yayıncı olarak yasal haklarımı aramak durumundayım. Herhangi bir ayrımcılığa tabi olmadan gerek
bürokrasi , gerek hükümet nezdinde yasal işlerim için izin talebinde bulunmak
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının bana verdiği bir haktır.
Sizin de bu gibi normal işlemleri bir lütuf ya da bir cezalandırma aracı olarak görmemeniz dileğimizdir. Bu, hem hukuk devletinin hem de hükümetin bütün girişimcilere eşit mesafede davranmak durumunda olduğu serbest
pazar ekonomisinin bir gereğidir.
Mağdur olduğunu söylediğiniz kesimlerin hak ve özgürlüklerini korumaya çalıştığınız kadar , benim de hakkımı , hukukumu korumak ve güvenliğimi sağlamak durumundasınız. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak sizin görevinizdir."
Sayın Başbakan'ın bugünkü konuşmasında "mezhebi geniş, karnı geniş" gibi yakışıksız ifadelere başvurmuş olmasını esefle karşılıyorum. Bu seviyedeki bir üsluba
cevap vermek yerine, takdiri yüksek ahlaki hassasiyeti herkesçe malum olan Türk halkına bırakıyorum.
Sayın Başbakan, konuşmasında kendisini eleştiren saygın uluslararası basın örgütlerine de
hakaret etmiştir. Türkiye , bu üsluba son olarak 12
Eylül askeri
yönetimi döneminde
tanık olmuştu. Bu vahim benzerliği kendisine hatırlatıyorum.
Devletin ve hükümetin tüm gücüne ve imkanlarına sahip olan ve
dokunulmazlık zırhı ile korunan Sayın Başbakan'ın, tek güvencesi yasalar ve
adalet olan bir kişi ve grubu bu şekilde hedef almasının,
imha planları yapmasının, suç kanıtı olduğunu iddia ettiği bilgi ve belgeleri elinde tuttuğunu ifade ederek ağır baskılara başvurmasının demokratik hukuk devletinde yeri yoktur. Bu tarz bir
siyaset anlayışı Cumhuriyet Türkiyesi'nin hukuk ve
demokrasi alanındaki kazanımlarına ters düşmektedir. Sayın Başbakan'ın başvurduğu ölçüsüz güç gösterileri, kişileri ve kurumları
mağdur ederken, ne yazık ki demokrasimizi ve devletin temelini de tahrip etmektedir.
Her hafta sonu bir parti toplantısında şahsımı ve grubumu hedef alan tek taraflı konuşmalar yapan Sayın Başbakan' a şu hususu belirtmek istiyorum: Ben, sizin siyasi muhatabınız değilim. İşim de siyaset değil. Benimle ne meseleniz varsa, bir televizyon kanalında sizinle canlı yayında tartışmaya hazırım.
Bugünkü konuşmanızda sizi destekleyen medyadaki eleştiriler seslere de tahammülsüz olduğunuzu gösterip, onlara da gözdağı verdiniz. Ben, kendi grubumda görüşleriyle mutabık olmadığım pek çok yazarla grubumuzun yayın ilkeleri çerçevesinde beraber çalışmaya devam ediyorum. Sizin de kendi medyanızdaki yazarlardan başlayarak bütün medyadaki yazarlara aynı hoşgörüyü göstermenizi dilerim.
Sayın Başbakan'ın bu saldırıları yayın grubumuzu yıldırmayacaktır. Grubumuz, Deniz Feneri dahil tüm yolsuzluk olaylarının üzerine gitme kararlılığından vazgeçmeyecektir.
Son olarak şunu söylemek istiyorum:
Avrupa Birliği'ne tam üyelik iddiasındaki Türkiye'de Sayın Başbakan'ın yolunu aydınlatacak olan isli
fener ışıkları değil, hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi ışığıdır.
Sayın Başbakan'ın konuşmasının sonunda bize "bütün vatandaşlarımız gibi eşit muamele göreceğimizden şüphe duymamamızı özellikle vurgulamak istiyorum" mesajını vermiştir. Ben de kendisine aynen şunu söylüyorum: Başbakan'dan ve bürokrasisinden
kanuni hakları dışında bir şey isteyen namerttir. Sayın Başbakan'ın aynı eşitlik hassasiyetini kendine yakın medyanın sahiplerine de göstereceğinden emin olmak istiyoruz. Mesele budur.