Toktamış Ateş,
Cumhuriyet’te herkesin
horoz olduğunu belirterek, “Horozun çok olduğu yerde de sabah geç olur. Bazı konularda ister istemez farklılıklar ortaya çıkıyor ve bu da kopmaları beraberinde getiriyor.” diyor.
Her mesleğin kendine göre ‘sözün bittiği’ yer denilecek kırmızı çizgileri vardır.
Basın camiası için bu haberlere, yazılara müdahale,
sansür ya da yayımlamamak olarak karşımıza çıkar. Ne olursa olsun hiçbir
gazeteci ya da
köşe yazarı böyle bir durumla karşılaşmak istemez. Yine de bu gibi vakalar Türk basınında eksilmeden devam ediyor. Söz konusu ‘çekiliş’in son ‘talihlisi’ Cumhuriyet gazetesinin duayen yazarı Prof. Dr. Toktamış Ateş.Her şey Ateş’in köşesinde hükümetin 15 yeni üniversite kurma kararına
soğuk bakmadığını, rektörlerin de sonuçta cumhurbaşkanınca atandığını yazması ile başladı.
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İsa Eşme, kendi iddialarını özel bir
mektupla Ateş’e gönderdi. Gelen mektuba
cevap yine aynı şekilde iletildi. Sonra, Eşme’nin gönderdiği mektup Cumhuriyet’in ‘
Okur Mektupları’ köşesinde Toktamış Ateş’e Açık Mektup” başlığıyla yayımlandı.Ama Prof. Ateş’in gazeteden ayrılmasına sebep olan olaylar bununla sınırlı değil. Gerek mektup yayımlanırken kendisinin görüşüne başvurulmamış olması, gerekse yazdığı cevabî yazının sansürlenmek istenmesi işin tuzu biberi adeta. İşte ayrılışın haberlere ve köşe yazılarına yansıyan kısmı. Peki ya bilinmeyenler? Prof. Ateş, yıllardır çalıştığı gazetede kendisine karşı bir tavır olduğunu söylüyor. Bana karşı bir tavır vardı
-Size gelen özel bir mektup haberiniz olmadan okur mektupları köşesinde yayımlanıyor ve siz bunu eleştiren bir yazı yazıyorsunuz. Ama sansürleniyor. Köşe yazınız sansürlenecek kadar sert miydi?
Bana sorsanız hiçbir şey yoktu. Arkadaşlar oradaki bazı ifadeleri kendilerince doğru bulmadılar. Benden o ifadeleri çıkarmamı istediler. Çıkarmayacağımı, sadece birkaç kelime değiştirebileceğimi söyledim. Onlar da yazımı yayımlamadılar. Bence sansürlenecek hiç bir şey yoktu. Sadece durumu anlatmaya çalışmıştım.
-Yayımlanmayan bölümde ne vardı?
Mektubun yayımlanmasında iki ihtimal var. Ya İsa Eşme mektubu tekrar yolladı ki bunun etkili olmadığını düşünüyorum ya da bu mektubun bir başka şekilde buraya konulduğunu ve bu durumun ahlaksızlık olduğunu söylüyorum. İşte bu paragrafa takılmışlar. Oradaki ahlaksızlık sözcüğünün değiştirilmesini istediler. Ben de onun yerine münasebetsizlik diyelim dedim. Galiba onu da beğenmediler.
-Şahsınıza gelen özel bir faksın yayımlanması bir yanlışlık mı yoksa bilinçli bir şey mi?
Onu bilemiyorum. Zaten anlaşmazlık da oradan çıktı. Bunu şöyle ifade etmek isterim. Ben Cumhuriyet gazetesinin kuruluş ilkelerinin tümüne hâlâ bağlı bir insanım. Devrime, Atatürkçülüğe yani Yunus Nadi’nin koyduğu ilkelere sadığım. Fakat şu anda Cumhuriyet gazetesini yöneten bazı arkadaşlarla anlaşmazlık içindeyim.
-Patronlardan kaynaklanan bir durum söz konusu olabilir mi?
Cumhuriyet’te patron diye bir şey yok. Bir ara sahibi Turgay Ciner görünüyordu. Mobilyalara ve binaya sahipti. Onun dışında bir şey yoktu. Cumhuriyet gazetesi vakfın malıdır ve
vakıf da kimsenin malı değildir. Ancak o vakfa bağlı bir grup gazeteyi yönetiyor. Yayını yönetenlerden bazılarıyla ters düştüm ben de. Bir yayın kurulu var ve onlar karar veriyor.
-Siz kimlerden şüpheleniyorsunuz? Mesela
İlhan Selçuk o kurula katılmıyor mu?
Bilmiyorum. İlhan Bey epeyce
yaşlı olduğu için her toplantıya katılacağını düşünmüyorum. Orada şu paragraf çıksın diye konuşulmuş, görüşülmüş. Sonra bana iletildi. Ben de çıkartmadığım için yazımın ertesi gün yayımlanmadığını gördüm. Ama kim olduğunu bilmiyorum.
-Cumhuriyet gazetesi yönetimi ile sizin aranızdaki problem bu mektuptan önce de var mıydı?
Evet. Bundan önce de düşünce bazında bu arkadaşlarla farklı düşünüyordum. Aramızda bir anlaşmazlık vardı. Bu yazı bir nihai nokta oldu. Uzun süreden beri gelen bir sorundu bu. 10 gün içinde yaşadıklarım da bunun ispatı şeklinde. Daha önce de o okur sayfasında benimle ilgili başka şeyler çıktı. Birisinde Toktamış Hoca böyle yazdı denilerek eleştiriliyorum. Ben öyle bir yazı yazmadım. Sonra benden özür dilediler ve bir yanlışlık olduğunu söylediler. Ben de konuyu fazla uzatmadım. Anlayacağınız oranın gediklisiyim.
-Size karşı bir
komplo olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bana karşı bir komplo olduğunu düşünüyorum. Bir tavır olduğu çok açık. Yani o mektubu kim koydu. Bana ait olmayan ifadeleri bana mal ederek kim yayımlandı? Bütün bunlar bana karşı bir tavrın olduğunu ortaya koyuyor. Bunların içeriden birileri tarafından yapıldığını düşünüyorum. Beni en çok da bu durum rahatsız ediyor.
-Cumhuriyet içinde çok farklı görüşler var mı?
Dünya görüşümüz açısından farklılıklar vardı. Ana çizgiler içinde aynı şeyi savunmamıza rağmen bazı detaylarda farklı düşüncelerimiz var. Ama ben bu farklılığı normal karşılıyorum. Tabii sansür bu işin içine girince katlanılmaz oluyor. Entrikalar ve oyunlar da bu işin sevimsiz taraflarını oluşturuyor.
-Siz yazmayı bıraktıktan sonra tekrar sizinle diyaloğa geçtiler mi?
Hayır. Benimle hiçbir şekilde bağlantıya geçmediler. Kimse de bu konu için aramadı.
-Cumhuriyet’e geri dönmeniz söz konusu olabilir mi?
Hayır. Düşünmüyorum. Anlaşamadığım kişiler hâlâ orada. Yani değişen bir şey yok. Bu da dönmemi gerektirecek bir zeminin olmadığını gösteriyor.
-Sözünü ettiğiniz kişiler gazete yönetiminde mi?
Evet yayındalar.
İlhan Selçuk’tan öyle bir şey gelmedi doğrusu. Selçuk’un böyle bir iş yapacağını da düşünmüyorum. Zannederim o da
baskı altında kaldı. Ama ona olan saygımda bir eksilme yok.
-Cumhuriyet sadece sizinle değil, Hasan Cemal’in kitabıyla da gündeme geldi. Kitapta da hep yaşanan tatsızlıklardan söz ediliyor. Sizce bu eleştiriler nereden kaynaklanıyor?
Ben Cumhuriyet’e her gün gitmezdim. Son üç yıldır hemen hemen hiç gitmedim. Sadece yazılarımı gönderdim. Bilgi
Üniversitesi’ndeki sorumluluğum arttıkça
vakit ayırmak zorlaştı. Fakat Cumhuriyet’te herkes horoz. Horozun çok olduğu yerde de sabah geç olur. Bazı konularda ister istemez farklılıklar ortaya çıkıyor ve bu da kopmaları beraberinde getiriyor. Ama Hasan Cemal’in tutumu yanlıştı bence. Yıllarca omuz omuza olduğun insanları böylesine eleştirmek yanlış bir şey. Yani şimdi benim yazılarıma son verildikten sonra karşı görüş almak isteyen basın organları oldu ancak hiçbirini kabul etmedim. Böyle bir kötülemeye gerek yok. Ben Cumhuriyet’e savaş açmadım.
-Horoz çok olunca sabah geç olur dediniz. Aslında bu durum bir gazetenin bütün işleyişini etkiliyor.
Etkilememesi mümkün değil. 60 bin satması çok ayıp bir şey. Türkiye’nin en eski gazetesinin düşeceği durum bu olmamalıydı. 1970’te 120 binlerdeydi. İkinci Dünya
Savaşı yıllarında Cumhuriyet Türkiye’nin en çok satan gazetesiydi. Şu andaki yapısı ve satışı
enkaz yığını gibi bir şey.
Diyalog,
krizin panzehiri
-Bütün dünyaya yansıyan bir ‘
karikatür krizi’ var. Buna karşı gösterilen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batı’da bir haçlı ruhu vardı. Batı’nın muhafazakâr çevreleri bu haçlı ruhunu kaybetmemek için çok uğraştılar. Karikatürler 4 ay önceki hadise olmasına rağmen birden ortaya tepkiler çıkıyor. Ve Batı Müslümanları, sağı solu yakan anarşist tipler olarak göstermeye başlıyor. Bu oyuna gelmemek lâzım. Makul ölçülerde tepki göstermek gerekir. Bir de Batı’nın dinî kutsiyete bakışı ile bizimki çok farklıdır. Hz. İsa’nın bir pop star olarak gösterildiği bir opereti gördüm. Hz. Meryem’i çizgi romanlarda bir porno kahramanı olarak gösterirler. Bizde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) çizilmesi, resmedilmesi yok. Bu bakış açısı bir yana protestoların çok makul düzeyde olması gerekir. Türkiye’deki tepkiler şu ana kadar makul ölçüde kaldı, umarım bu düzeyde kalır.
-Sizin de öncülüğünü yaptığınız
diyalog çabaları bu kriz ortamında nasıl bir mana içeriyor?
Kimileri medeniyetler buluşmasından rahatsız oluyor. Bu bizde olduğu gibi dışarıda da var. Kimileri insanların arasındaki çekişmeden, sürtüşmeden besleniyor. Böyle ekmeğini çatışmadan kazanan insanlar bu imkân ellerinden alınır endişesine kapılarak böyle bir tezgâhı ortaya koyuyorlar gibi geliyor bana. Önceleri bekledikleri ilgiyi bulamadılar ancak 4 ay sonra ne olduysa halkı sokağa döktüler. Artık noktalamak lâzım. Farklı insanların bir araya gelebileceğini düşünebilmek önemli. Artık farklıları bir arada tutmak da şart. Medeniyetlerin çatışmaya değil diyaloğa ihtiyacı var. Bu tür olayların panzehiri diyalog olduğunu insanlara anlatmak lâzım. Biz bunun için gayret etmeye çalışıyoruz. Ama insanlar hâlâ karşımızda durup bizi eleştiriyor.
AKSİYON