Pisagor demiş ki: “Önyargılı insanlar arasında Tanrı’dan bahsetmek güvenli değildir. Çünkü bu insanlar arasında doğruyu yahut yanlışı söylemek aynı anlamda tehlikelidir.”Türkiye’de de tarihten, hele ki yakın tarihten farklı bir yaklaşımla bahsettiniz mi yandınız. Söylediğinizin olgusal veya belgesel açıdan doğru olup olmaması önemli değildir.
Önemli olan, hangi taraftan olduğunuzdur. Malum cephenin bir taraftarı değilseniz şayet söylediğiniz her şey, Pisagor zamanındaki tanrı tanımazların yaptığı gibi sizi emniyet kemerinden mahrum bırakacaktır.
Ne mi demek istiyorum? Bilenler biliyor ya, bilmeyenlere hatırlatayım:
Geçen hafta Twitter’da bana gelen bir mesajı takipçilerimle paylaştım (rt ettim). Mesaja Mustafa Kemal Paşa’nın üç fotoğrafı eklenmişti. Bunları daha önce bir arada görmediğim için paylaşmakta sakınca görmedim, zira tek tek veya ikisi bir arada basılıyordu ama üçü bir araya gelince Paşa’nın ders kitaplarımızdan ezberlediğimiz “Cephede uykusuz kaldığı bir esnada karlar üzerinde uyuya dalmış” şeklinde lanse edilen fotoğrafının aslında bir ‘poz’ olduğu ortaya çıkıyordu. Ben de resimlerin üzerine “Poz da verir. Anayasamız Kur’an’dır da der” cümlelerini eklemekle yetindim (son cümle Balıkesir Hutbesi’nden).
Tahmin edebileceğiniz gibi kıyamet koptu. Hakaretler, küfürler, tehditler bir yanda, tebrik ve sevinç çığlıkları öbür yanda...
Atatürk’ün fotoğraf merakı bilinmiyor değil. Okuryazarlık oranının düşük olduğu bir toplumun hafızasına simasını heykel ve resimleriyle kazımak için özel bir çaba gösterdiği, yanında daima fotoğrafçılar bulundurduğu, heykeltıraşlara poz verdiği de malum.
Sofya’da ataşemiliterken Yeniçeri kıyafetinde, TBMM önünde ise sarıklı (hoca) milletvekilleriyle Trablusgarb kıyafetiyle verdiği pozlar hatırlarda. Denilebilir ki, dünya liderleri arasında kendi çağında en çok resmi çekilen, çoğaltılan ve asılan Mustafa Kemal’dir. Birçok fotoğrafı ise neredeyse bakılır bakılmaz Hz. İsa’yı veya Hz. Meryem’i hatırlatan ikonalar haline dönüşmüştür. İşte karların üzerine kürklü paltosunu sererek ‘uyuduğu’ fotoğraf da bunlardan biri. Şimdi o üç fotoğrafa geri dönelim ve özellikle kar üstünde uyurken çekilmiş olanın zamanla nasıl ideolojik işlemlerden geçirildiğine bakalım.
Üç fotoğraf
Elimizdeki fotoğraflar 12 Şubat 1921 günü çekilmiş. O günlerde Ankara’da sert bir kış hüküm sürmekte. Paşa, Dikmen sırtlarına gezintiye çıkmış, Ford marka açık arabasıyla. İlk fotoğrafta şoför arabanın yanında kalmış, kendisi yaveri Muzaffer Kılıç ile Emir Gölü’ne doğru ilerliyor (Bkz. “Hayat”ın bastığı “Fotoğraflarla Atatürk” kitabı).
İkinci karenin ise çok az yerde kullanılmış olması ilginç. Yaveri Muzaffer yanına oturmuş. Mustafa Kemal ise bastonu elinde, dirseğini yere dayayarak kürkünün içine uzanmış. Nihayet bildiğimiz kareye geliyor sıra. Bu defa Paşa sağ elini başının altına yastık gibi koyup gözlerini yummuş, kürkünün içine gömülmüş, ‘uyuyor’ veya ‘dinleniyor’.
Tespit edebildiğim kadarıyla Cumhuriyet döneminde bu resmin en eski versiyonlarından biri, 1931 yılında yazım ve tashih işini bizzat Gazi’nin kontrol ettiği bilinen “Tarih IV” adlı ders kitabında yer almış. Liseler için yazdırılan ders kitabındaki 157 nolu resim, Mustafa Kemal’in arabasından inip göle doğru yaptığı gezintiyi gösteriyor. Gelin görün ki, altında şu yazı var: “Gazi Başkumandan cephe gerisinde bir gezinti esnasında.”
İşe bakın, aradan 10 yıl geçince Ankara Dikmen sırtları ‘cephe gerisi’ olabilmiş ders kitabımızda. Kaldı ki, Mustafa Kemal o tarihte ne Gazi’dir, ne Başkomutan.
Aynı kitapta karda uyuyan Gazi resmi de var. Yalnız bu artık fotoğraf değil, fotoğraftan çalışılmış bir resim; altında ise şu yazılı: “Gazi Başkumandan cephe gerisinde bir istirahat vakfesinde.” Böylece cephe gerisinde çekilmiş izlenimi uyandırılmaya çalışılmış.
Resim üzerindeki oynamalar zamanla akıl almaz metinlere ev sahipliği yapacaktır.
Cephede istirahat!
Atatürk’ün ölümü üzerine apar topar yayınlandığı anlaşılan M.Turhan Tan’ın “Atatürk” kitabı aynı pozun altına şunu yazacaktır: “Büyük kumandanın cephede istirahati.”
Bakın, ‘cephe gerisinde’ sözü bir anda nasıl ‘cephede’ oluverdi! Devam edelim.
Eylül 1939. Bu defa “Yeni Mecmua”yı alıyoruz önümüze. Fotoğraf gitmiş, yerine karda uyuyan Gazi ‘resmi’ gelmiş, arkasında yalçın dağlar, yattığı yer de bir hendeğin kenarı olmuş! O da ne? Resmin sağında bir topun tekerleği ile namlusunun ucu görünüyor! Şimdi oldu. Artık cepheye taşınmıştır resim ve alt yazının da buna uygun hale getirilmesi kaçınılmazdır. Nitekim şunları okuruz altında:
“Harpte çok basiretli düşünen, gören ve hareket eden Atatürk nefsini korumak bahsinde hiç de böyle değildi. Ebedî Şef, hayatı için ihtiyatî tedbire lüzum görmezdi. Yukarıda gördüğünüz tarihî tablo, cephelerde uykusuz sabahlayan Atatürk’ün, buz tutmuş bir kar yığını içinde bir anlık istirahatini tesbit ediyor.”
Tablo yerine oturdu. Kar derken buz oldu, Dikmen derken cephe oldu, gezinti, uykusuz sabahlamaya ve bir anlık istirahate döndü. Yanına da topları kondurdu ya ressam, ikona kemalini buldu. Sonraki yıllarda resme yapılan yorumlar da epey ilginç. Mesela “Resimli Tarih Mecmuası” Eylül 1956’da onu cephelerde planları düşünürken diye sunacaktır:
“Harekâtı takib ederken cephelerdedir ve karlar üstünde dinlenirken harb planlarını düşünmektedir, koca Atatürk ne zahmet ve cefalara katlanmamıştır ki.”
Son olarak 1960’lı yıllardan bir “inci” bulalım. Tabii ki Cemal Kutay ve karda uyuyan M.Kemal resminin altına yazdığı o benzersiz yorum (tabii sağda top hazır ve nazır):
“Devrin bütün vasıta ve imkânlarına sahip insafsız bir düşmanın nereden ve hangi şartlar içinde çullanacağının bilinmediği o buhran günlerinde kaputu içinde karlar altında bir “istirahat vakfesi” bulabilen Başkumandan.”
Velhasıl 1921 Şubat’ında Dikmen sırtlarında çıkılan bir gezintide çekilen poz, 1931’den itibaren çığ gibi büyüyüp şekil ve mahiyet değiştirerek top sesleri arasında cephede yorgun düşülen bir anın tespitine dönüşmüştür.
Tarihe delici nazarlarla bakmayanlar resmin 1921’deki anlamını yakaladıklarını sanırlar ama sadece bakmakta, görmemektedirler. E.H. Gombrich’in dediği gibi “Çıplak göz kördür” çünkü. Körlük bazen ideolojilerin eseri de olabilir ve zamanla zihinleri sakatlayan bir salgın hastalığa dönüşebilir. Tıpkı Dikmen sırtlarında çekilen gezinti resminin tarih içinde gördüğü muamelede olduğu gibi…