İDRİS GÜRSOY - AKSİYON
‘Gazete destesini aldım,
Hürriyet'te
Emin Çölaşan'ın yazısı vardı. Ecevit'in tırnaklarını kesemediğini,
temizliğini yapamadığını anlatıyordu. Hürriyet'i en başa alarak
gazeteleri Ecevit'in masasına bıraktım. Görsün ve okusun istiyordum. Gazeteyi aldı eline ve Çölaşan'ın yazısını okudu. O anki hâlini keşke bir
kamera olsaydı da size gösterebilseydim. Koltuğuna yığıldı kaldı, onu hiç bu kadar üzüntülü görmemiştim. Ağzından çıkan cümle şu oldu: Biz bu insanlara ne yaptık da bize bunu yapıyorlar!”
Bu sözler rahmetli
Bülent Ecevit'in en yakınındaki isim
Recai Birgün'e ait. Onu önemli kılan,
merhum Başbakan Bülent Ecevit'in 2000 yılından ölünceye kadar koruma müdürü olması ve 2000-2001 yılları arasında onu
hedef alan siyasi
operasyonlara
tanıklık etmesi. Birgün
emniyet kökenli,
terörle mücadelede 17 yıl çalışmış. Uğur
Mumcu suikastı sırasında
Ankara'da terörle mücadele şube müdür yardımcısı ve soruşturmayı yürüten isimlerden. Faili meçhul cinayetlerle ilgili ilginç tespitlerinden biri şu: “Operasyonu yapanlarla soruşturanlar aynı el olduğu için bir yere gelip duruyorsunuz.”
Ergenekon davasında
Savcı Zekeriya Öz'e tanık sıfatı ile ifade verdi.
CHP ve Kılıçdaroğlu'nun Ergenekon avukatlığını eleştiriyor; “Ecevit bugün yaşasa, ‘Ergenekon var' derdi.” değerlendirmesini yapıyor. “Ergenekon için bir dönem kapatılıp yeni bir dönem açılıyor.” sözleri de ona ait. Ecevit'i korumayı fiziken başardıklarını ama
siyaseten başaramadıklarını anlatan Birgün,
derin devletin siyasetin emrine girmesi gerektiğinin altını çiziyor.
2000-2001'de Ecevit neden hedef alındı?
Ergenekon davasının bir numaralı sanığı Mehmet
Haberal'ın
Başkent Hastanesi'nde neler yaşandı? Haberal ve
Başbakanlık muhabirleri ile arasında geçen konuşmalar nelerdi?
Faili meçhuller neden aydınlatılamıyor? O dönem Başbakan Bülent Ecevit'e
Rahşan Ecevit kadar yakın bir isimdi Birgün, bugün Ergenekon davası ışığında anlattıkları tarihe not düşecek kadar önemli. Meclis'te Ecevit fotoğraflarının süslediği odasında
Aksiyon'un sorularını cevapladı.
-Ecevit hedef miydi?
Hedef olduğunu iddia edenlerden birisiyim. 2000'lerden itibaren.
Amerika Irak'a girmek istiyordu, Ecevit direnince operasyonlar yapıldı. Ecevit'e karşı fiziken bir saldırı olmadı ama siyasi saldırılar oldu. Ecevit'e yapılan
komplo bir suikasttır. Bir öldürerek ortadan kaldırabilirsiniz bir de başbakanlığını elinden alarak... Biz ikincisini yaşadık, canına kastedilmedi ama elindeki güce kastedildi. Operasyon süreci yaşadık ve gücü de kaybettik.
-Ecevit hükümeti neden düşürülmek istendi?
O dönemde verilen karar vardı, 57.
Hükümet gitmeliydi. Dış ve iç gerekçeler vardı. Düğmeye bastılar, Ecevit'le bu işi yapamayacağız, dediler. Bu güçlerin A, B planları olur. Devlette çalışan birisi olarak biliyorum. Her fırsat değerlendirildi Ecevit'i yıkmak, yıpratmak için.
-Neler yapıldı?
İlk fırsat bir
krizle yakalandı. ‘MGK toplantısında
Anayasa kitapçığı fırlatıldı' denilerek
ekonomik kriz tetiklendi. Ben Anayasa kitapçığı atılmadığını söyleyeyim. İçerideki bürokratlar anlattı; Halk Bankası'yla ilgili yolsuzluklar konuşulurken, Cumhurbaşkanı ‘Anayasada bakın böyle yazıyor' diye kitapçığı ileri doğru uzatıyor.
Hüsamettin Özkan ayağa fırlıyor ‘Sen bunu nasıl yaparsın?' diye, Ecevit de hassas toplantıyı terk ediyor.
-Anayasa kitapçığı fırlatılmadı ise Ecevit neden bu kadar tepki gösteriyor?
Bu özel konunun bürokratların yanında konuşulmaması gerektiğini düşünüyor.
Bürokratlar gittikten sonra belki bu konuşulabilir, çünkü bu askerleri ilgilendirmiyor.
Medya bunu aldı büyüttü, Ecevit yönlendirildi. Gerginlik ortaya çıktı. 2001 Anayasa kitapçığı krizi diye bir kriz doğdu.
-Sonra?
Ekonomik kriz oldu. Sonra
kasa olayı. Şimdi o kişi “Ben iki ev aldım.” diyor, acaba bu iki evi nasıl aldı, sormak lazım. Ben 27 senelik devlet memuruyum, bu kadar sürede alabildiğim iki ev yok. Nasıl aldı? Bize o gün gelen bilgiler bu kişinin belli yerlerden para alarak bu kasayı attığına dairdi. Ertesi gün bütün Ankara esnafı sokağa döküldü, büyük olaylar oldu zincirleme.
-
Esnaf sokağa birileri tarafından mı döküldü?
Türk
halkı kendi kendine organize olup sokağa çıkamaz. Bayrak mitinglerini bu
ülke yaşadı, milyonlar sokağa döküldü. O da bir organizasyonun işiydi. Şimdi nerede bu milyonlar? Arkasından bir rahatsızlık olayı oldu, bir
gaz sıkışması; yürüyerek girdiğimiz hastaneden çıkamadık.
-Bütün bunlar planlı mıydı?
Operasyonların bir parçasıydı. ‘İki kelimeyi bir araya getiremeyen, bunamış bir Ecevit' profili çizildi. Amaç Ecevit'i hükümetten çekmek, hükümeti yıkmaktı. Bir
rapor veya bu görüntüyle. Gazetelere bakın, Ecevit'e ‘çekil çağrısı' yaptılar. Bir dik durabilen MHP vardı, bugün neden dik duramıyor anlamıyorum.
-Ecevit'e ‘hastanedeki
tedavi eksik yapıldı' raporu verdi
Adli Tıp.
Çıkın sokağa ‘Ecevit ne oldu da hastalandı ve iyileşti?' diye sorun. Herkes, bir şey oldu diyecek. Başkent Hastanesi'ne girmeden normal yürüyen Ecevit birdenbire yürüyemez, konuşamaz hâle geliyor, kelimeleri karıştırıyor. Sonra birdenbire yine düzeliyor. Normale döndü. Mitinglere katıldık. Her şey açığa çıkacak.
-Ecevit nasıl iyileşti birdenbire?
Ben bunu biliyorum, yaşadım. Hastaneden çıkardık, eve yatırdık; bu sefer iyileşmeye başladı. Eve çıktığında aynı doktorlar ‘iyileşmedi' telkinleri yapıyordu. Haberal'ın hastanesine dönse iş göremez raporu verilecekti. En son Mücahit Pehlivan'ı getirdim eve, Ecevit'le konuştuk, ‘Bu işte bir iş var' dedik. O da kabul etti muayeneyi. Pehlivan baktı ve “Bir şey yok sizde.” dedi. “Mücahit Bey, böyle yapma, omurga kırığı var diyorlar, dışarı çıkar
felç olur, ikimiz de kendimizi kurtaramayız.” dedim. Seyyar
röntgen cihazları getirdik, baktık iyileşmiş. Tedaviyi durdurduk. Haberal ve ekibi ile bir daha görüşmedik, irtibatı tak diye kestik.
-
Emin Çölaşan, Ecevit'in tırnaklarını bile kesemediğini yazdı. Çölaşan'a o bilgiler nasıl geldi?
Ecevit'e karşı başbakanlık muhabirlerinin büyük bir saygısı vardı, olumsuz haberleri gerçek bile olsa yukarıya vermezlerdi. O dönem hastanenin başhekim yardımcısı bir bayan var, gazeteciler geldi ve dediler ki “Bu bayan bizi her sabah odasına davet edip Ecevit'le ilgili kötü haberler veriyor, bunları alın yazın der gibi. Böyle bir bilgi akışı var, biz bunları yazmıyoruz ama bizi zorluyorlar haberiniz olsun.” Ben de bunu Mehmet Haberal'a açtım, “Sizin başkehim yardımcısınız gazetecilerle böyle bir ilişki içinde. Bunu engelleyin.” dedim. Ancak buna rağmen bilgi akışı devam etti. Medyada bu haberler yayımlanmayınca bu sefer bu bilgileri direkt köşe yazarları ve yayın yönetmenlerine vermeye başladılar. Bunlardan biri Çölaşan'dı. Yazıdan sonra yine gittim Haberal'a. “Bunu ya siz söylediniz ya Ecevit söyledi ya da ben söyledim. Bunların hepsi abartılı.” dedim. Bir sürü küfürler etti Çölaşan hakkında, sonra baktık ki çok iyi dostlar.
-Bu yayınların maksadı neydi?
Amaç Ecevit'i başbakanlıktan etmekti. Ecevit sırtında kirler varmış da, tırnağını kesmekten acizmiş de! Olmayınca parti grubunu ikiye böldüler,
Kemal Derviş'i kullanarak. Tam ikiye bölündü parti. Sayı düştü yarıya, hükümetin yıkılması lazım. Bahçeli (Devlet) diretti. Operasyonu gördü. Bu olayların yaşandığının farkına varmıştı.
-Ecevit neden önlem alamadı?
Operasyonlar o kadar arka arkaya geldi ki önlem alamadık. Bir hafta önce partinin bölüneceği bilgisi geldi ama önlem alamıyorsunuz, milletvekillerini toplayıp böyle bir şey var diyemiyorsunuz. Pat bir bakıyorsunuz, dökülmeler başlıyor, bazı çıkarcı milletvekilleri geliyor, bazı taleplerde bulunanlar oluyor.
-En önemli aktörler kimdi? Derviş ve Özkan bu olayın neresinde?
Kemal Derviş geldikten sonra ne oldu ise oldu. Bir bürokrat olarak davet edildi, başbakanla
pazarlık sonucu ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak çıktı. Hükümet sıkışmış, parayı getirebileceğine inanılıyordu.
Hüsamettin Özkan ise sürekli parti içinde dışlanan birisi oldu Ecevit'e rağmen. Ecevit onu çok tutuyordu, parti içinde bir yere gelmek isteyenler de Özkan'ı bir engel diye görürdü.
-Özkan neden
istifa etti?
Özkan bir müddet dik durdu ama sonra durmadı. Özkan bu operasyonun bir parçası değildi ama o da bu oyuna geldi. Ecevit'i savunabilirdi; medyayla da askerle de arası çok iyiydi, orada devreye girmedi. Başbakan olma fikri ona da cazip geldi, sessiz kaldı. O zaman herkes bu operasyonların başının Özkan olduğunu düşündü, ama değildi?
-Kimdi?
Ergenekon kullanılarak yapılan bir operasyondu. Şu andaki ayaklar oturuyor. Özkan'ı aşan bir şeydi diye düşünüyorum.
-Ecevit büyük hayal kırıklığına uğradı mı?
Her türlü
hainliği normal karşılayan bir yapısı vardı. Özkan'la ilgili iddialara son ana kadar itibar etmedi, arkadan vurulmaya alışkındı.
-En büyük acıyı nerede çekti?
Emin Çölaşan'ın yazısında. Hürriyet gazetesini getirdiğimde en üste onu koydum görsün diye. Gazeteyi aldı, bir baktı, keşke o anki görüntüyü kayda geçirseydim de siz de görebilseydiniz. ‘Biz bu insanlara ne yaptık da bize böyle yapıyorlar!' dedi. Çok belden aşağı şeyler vardı. Çok üzülmüştü. Yatağın üzerine yıkılmış gibi oturduğunu ilk kez orada gördüm.
-Ecevit bu süreçleri nasıl yorumladı?
Hiçbir yorum yapmadı. Bize de bu konuları fazla konuşmaya gerek yok dedi.
Rahşan Ecevit konuşmak istiyordu, neler yaşadığımızı anlatmak istiyordu ama Ecevit susturdu. Ben de o zaman anlam veremiyordum. Hüsamettin Özkan başbakan olmak için yaptı diye düşünüyordum, bugün yaşananları görünce “Bu Özkan'ı da aşan bir operasyonmuş.” diyoruz. Zaten bunu anladıkları için o dönem televizyonlara çıkıp bu işin ardında bir iş var diye konuşanlar bu dönem konuşmuyor. “Ecevit'e
çürük raporu verilecekti.” diyorlardı. Rahşan Hanım dâhil şimdi susuyorlar.
-Neden susuyorlar?
Konuşurlarsa bunun
iktidar partisinin işine yarayacağını düşünüyorlar. Ben Rahşan Hanım'la tartıştım. Biz bunları yaşadık, araştırılsın istiyoruz dedim. ‘
Hayır' dedi; ama dinlemedim. Hakkımda 365 milyarlık dava açtılar. Daha sonra referandumda asıl kavgayı yaşadık. Orada da ‘Bu yargıyı
tasfiye operasyonu' dediler. Ben de ‘Evet ben bu yargının tasfiye edilmesi gerektiğine inanıyorum' dedim. Parti olayı değil,
AK Parti bugün var, yarın yok. Ama biz bu
sistemle yıllardır yaşıyoruz.
Yargı, silahlı kuvvetlerin üst kademesi ve bu derin yapılanma yıllardır ülkeyi istediği gibi yönlendirmiş.
-Nasıl?
Birilerini yargılamış, birilerini öldürmüş, birilerini
faili meçhul yapmış, Güneydoğu'daki terörü bilerek veya bilmeyerek bugüne kadar yaymış. Ben orada 9 sene çalıştım, hem asker hem de polis olarak. Yaşadığım bir sürü şey var, bunları görmezden gelebilir miyim? Artık bu zihniyetin
Türkiye'den tasfiye edilmesi lazım. Bu zihniyeti kim temsil ediyorsa tasfiye edilecek. Bu iktidar partisi ile ilgili bir durum değil.
-Başbakan Erdoğan da hedef mi?
Erdoğan'ın çıkışları normal adımlar değil, yüzde yüz tehdit ediliyordur. Ergenekon süreci çok önemli, bir dönemi kapatıp başka bir dönemi açıyor. Halk bunu daha sonra anlayacak, ama ben farkındayım. Bunu yapmak kolay değil. Erdoğan buna
destek veriyor, bunun arkasında durmak kolay değildir.
-Neden?
Siz yıllardır ülkede faal olan derin bir yapılanma ile uğraşıyorsunuz. Bunu ortadan kaldırmaya çalışırken tehditlerle karşılaşmamanız mümkün değil. Başbakan yüzde yüz bu tür tehditler alıyor, ben ilk başlarda şunu söyledim; korumaları çok kaale almıyor, istiyor ki rahat davransın. Oysa söz konusu Erdoğan'ın hayatı değil, başbakanın hayatı, hele ki bu dönemde. Bugünlerde bir suikast olsa, başarıya ulaşsa ülkenin dönüşmeye başlayan kaderi ters dönebilir. O açıdan korunan kişilerin, kendilerinin ortadan kaldırıldıklarında olabilecekleri düşünerek korumalara hak vermeleri gerektiğini düşünüyorum.
-
Özal ve Çiller'e de suikast girişimleri oldu ancak üzerine gidilemedi. Neden?
Alan el ile veren el aynıydı. Yani suikastı yapanla soruşturan güç aynıydı. Bunları hep yaşadık Türkiye'de.
-Nasıl?
Ben Mumcu operasyonunda Ankara'da terörle mücadele şubesinde müdür yardımcısıydım, operasyonu yapan ekibin içindeydik. Soruşturuyor, bir yere geliyorsunuz, sonra ilerleyemiyorsunuz. Yani bu işin muhatabı sizsiniz, ‘ben buraya kadar geldim, bu işi söyle' diyorum; siz
duvar, söylemiyorsunuz. Çünkü operasyonun bir parçasısınız.
Kartal Demirağ'da da böyle oldu. Ecevit'in
Çiğli suikastı da böyle oldu, Mumcu böyle oldu, Kışlalı böyle oldu. Pek çok aydını hedef alan suikastların kaynağının aynı olduğuna inanıyorum. Soruşturan kişi aynı değil ama asıl güç merkezi orada durduğu için siz üzerine gidemiyorsunuz. En son Şemdinli'de bir astsubayın kitabevini bombalaması olayı. Bir kesim olayın üzerine gitmek istiyor ama bir hareketli güç orada olduğu için operasyonu sekteye uğratıyor, tahkikatın yapılmasını engelliyor, sonuca ulaşılmasını önlüyor. Ama şu anda o güçler çok etkin değil.
-Neden etkin değil?
Bir devirden bir başka devire dönüş var. Şu anda o güçler etkin olsa aynı şeyleri yaşayacağız belki.
Suikastlar olmuyor. Bu gayrimeşru olayların çoğu azalacak, en azından bir müddet.
-CHP, Ergenekon'a sahip çıkıyor?
Ecevit'in temsil ettiği solla diğer solu ayırıyorum. Ecevit'in sol anlayışı halka daha yakın, demokratik bir sol. Ecevit'e sormuştum. Sosyal
demokrasi ile demokratik solun ne farkı var? Kelime cambazlığı değil mi? Cevabı şu oldu: “Sosyal demokratlık Marks ve
Avrupa kökenli bir ideoloji. Avrupa'da
köylü sınıfı yok,
işçi sınıfı var. Onu bize uyarladığınızda tam olmaz. Bizde köylü sınıfı var. Halkın yüzde 35'i köylü. Demokratik solda köylü de vardır, işçi de... Dinî konulara sosyal demokratlar gibi bakmayız, biz dine daha saygılıyız.” Dine saygılı
laiklik anlayışı zaten Ecevit'in ortaya attığı bir kavramdır. Ecevit'in sol anlayışı halka uygun, yatkın.
-Ya CHP, bugünkü sol?
Tamamen elit tabakayı temsil ediyor. Derin yapılarla birebir ilişkili.
-Neden?
Çünkü halka bu kadar uzak bir düşüncenin iktidara gelmesi mümkün değil. Ama bu ideolojinin de iktidar olması lazım. Bu katı laiklik anlayışının bu ülkede devam etmesi lazım. Ne yapıyor? İllegal yapılarla bağlantıya geçiyor ve onlar kanalı ile hep iktidarda kalıyor. Fizik olarak olmasa da görüş olarak kalıyor. 28 Şubat'ın, 27
Nisan'ın arkasında duruyor, başka oluşumlara destek veriyor. CHP'nin bu anlayışla iktidara gelmesi sittinsene mümkün değil.
-Siyasi operasyonların arkasında kimler var? Medya hep var mı?
Tabii efendim. İster
mafya, ister siyasi derin yapı, ister Ergenekon adı verilen devlet derin yapısı olsun, arkasında bürokratlar, siyasetçiler ve iş adamları olmadan hiçbir derin yapılanmanın yürümesi mümkün değil. Bürokrat dediğim, asker, yargı,
sivil hepsi. Yani bu yapının içinde siyasetçi de olacak, iş adamı da olacak. Medya olacak tabii, bu işi onsuz yürütemezsin. Medya,
psikolojik savaşın aracı.
-Sizin döneminizde bu yapılar nasıl görev aldı?
O döneme bakıyorum, TÜSİAD'ın açıklamaları var. Ecevit'le ilgili 2001 döneminde, medya var, iş adamları var, asker var.
Asker,
Murat Yetkin vasıtası ile Ecevit'e ‘çekil' diyor. Bütün ayaklar tamam. Ergenekon operasyonunda bunlar ortaya çıktı. Ancak, iki ayağa hâlâ dokunulmadı; siyasetçiler ve iş adamları. Medyaya kısmen dokunuldu.
-Medya ayağı aktif mi?
Aydın Doğan belki Ergenekon'un içinde değil ama medyası, Ergenekon'un medyasıdır. Medya sistemin içinde kullandırıyor kendini. Bazısı da ne olduğunu bilmeden devam ediyor.
-Ergenekon'un komplo olduğunu, bu iddiaların da uydurulduğunu düşünüyor kimisi?
Ben tam tersini düşünüyorum. Türkiye'yi yönlendiren, siyasi olayları yönlendiren bir zihniyet var. Türkiye'nin damarlarına kadar işlemiş bir zihniyet ve ne yazık ki bu Türk halkı ile de yakından uzaktan ilgili olmayan bir zihniyet.
-Ecevit yaşasa Ergenekon davası hakkında nasıl değerlendirmelerde bulunurdu?
Yaşasaydı, net söylüyorum, benim durduğum yerde dururdu. Ergenekon konusunda ‘Evet böyle bir yapılanma vardır' derdi. ‘Siyasetçiler bu işe karışmasın, yargı halleder' derdi. Çünkü kendisi 50 yıl bunlarla boğuşmuş, başına gelenlerle ilgili hiç konuşmadı. ‘Siyasi tarihçiler ortaya çıkaracak bir gün ne olup bittiğini' derdi bize. Askerler gelip partiyi istedi. Tuncer Kılıç geldi, ‘Partiyi bize ver, iktidara taşıyalım' dedi. Rahmetli Ecevit genel başkanlığı bırakacak, ‘Sizin partiniz temiz, bizim arkadaşlarımız var, ayağa kaldıralım' dedi. Ecevit, ‘Arkadaşlara söyleyin, gelsin partiye üye olsun çalışsınlar,
örgüt seçerse devam etsinler' diye nazikçe geri çevirdi.
-Erdoğan da benzer komplolarla karşılaşabilir mi?
Eğer Ergenekon operasyonu olmasaydı, aynı akıbeti Erdoğan da yaşayacaktı. Aynı zihniyet, aynı sistem, aynı operasyon.
Merkez aynı, işine gelen partilerle devam ediyorlar, etmeyenle ilgili düğmeye basıyorlar. 28 Şubat'ta ne oldu da
bildiri yayımlandı, ne oldu? Hâlâ anlamıyorum. -Halkın iradesini temsil eden iktidarlar bu sarmaldan nasıl kurtulabilir?
Türkiye'deki derin devlet siyasi bir aktör hâline gelmiş, başka yerlerde siyasetin emrindedir derin devlet. Bizim ülkemizde siyaset derin devletin emrine girmiş, sıkıntı burada. Yani derin devlet yapılanması kendisine düşeni yapsaydı bu sıkıntıyı yaşamazdık. Özal'ı öldürüyor, Çiller'i deviriyor, Eşref Bitlis'i öldürüyor, Ecevit'i devre dışı bırakıyor, Erdoğan'a bir şey yapmaya çalışıyor, sıkıntı burada. Derin devleti siyasetin emrine sokmak lazım.
Ecevit'in zekâtını verip
kurban etini dağıtıyorum
-Ecevit'i
toplum yanlış mı tanıdı?
Ecevit'i tanımak için onun yanında kalmak lazım. Bu karanlık zihniyet Ecevit'i hep halka farklı yansıttı. Ecevit tam halk adamıydı. Ecevit'i ben ateist biliyordum, yanına geldim gördüm ki alakası yok.
-Nasıl?
Evde Kur'an okuyabilen, zekât verdiren, kurbanda etini dağıtan biriydi. Ben zekâtını verir ve kurban etini dağıtırdım. Türban konusunda kesinlikle klasik sol çizgiden farklı düşünüyordu. 12 Eylül'den sonra cezaevinde yatarken
türbanla ilgili çıkışı var, ‘Kadınımızın başörtüsü ile uğraşmayın' demişti. ‘Laiklik başkalarının dinî inançlarını
baskı altına almak anlamına gelmiyor. Ben Osmanlı'yı seviyorum, Vahdettin hain değildi' çıkışları var.
-28 Şubat'ta önüne raporlar getiriyorlar,
Gülen'i savunmaya devam ediyor? Neden?
Kolay değil tabii, en zor dönemde bile sahip çıkmaya devam etti, savundu Gülen'i.
Demirel satıverdi. Bir de Gülen ile yüz yüze görüşmüşler, bu insandan, bunun düşüncelerinden bizim ülkemize zarar gelmez diye emin olmuş. Önüne gelen raporlara bu yüzden itibar etmedi. Bu karanlık zihniyet tarafından hedef olmasında bu da etkili oldu. Ecevit'in sol düşüncesi bu karanlık zihniyete göre tehlikeli bir düşünce.
Ecevit siyasi suikast kurbanı
18 Nisan 1999'da yapılan
seçimlerde yüzde 22,19 oy oranıyla
DSP birinci parti oldu. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28
Mayıs 1999'da DSP-MHP-
ANAP koalisyon hükümetini kurdu. Ecevit, 4 Mayıs 2002'de rahatsızlanarak
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı. Tedavisi sırasında durumu iyileşmek yerine gittikçe kötüleşince
Recai Birgün ve Rahşan Ecevit tarafından hastaneden çıkartılarak evine geri getirildi. Sağlığına kavuştu. Ecevit'in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve
erken seçim talepleri siyasi gündeme damgasını vurdu. Ecevit, göreve devam edince
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, 8 Temmuz 2002'de görevinden ve partiden istifa etti ve başka istifalarla parti ikiye bölündü. Özkan 61 milletvekili ve İsmail Cem'le birlikte Yeni Türkiye Partisi'ni kurdu. Koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3
Kasım 2002'de yapılan seçimde DSP barajı aşamadı. Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti. 25 Temmuz 2004'te yapılan DSP kongresi ile aktif siyaseti bıraktı. Danıştay'a düzenlenen saldırıda ölen
Yücel Özbilgin'in
19 Mayıs 2006'daki cenazesine katılan Ecevit, törenin ardından rahatsızlandı. Aynı gece fenalaştı ve
beyin kanaması geçirdi. Uzun süre yoğun bakımda kaldı. 172 gün sonra 5 Kasım 2006 pazar günü saat 22.40'ta
Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde dolaşım ve
solunum yetmezliği sonucu
vefat etti.