Demokrasilerde ‘no’ tuşunun yeri ve önemi...
Öfke belağatına uygun konuşmasını dinleyince şöyle düşündüm: Deniz
Baykal bu işler için var. Başka da bir işe yaramıyor.
Çünkü,
Başbakan Erdoğan’da eleştirilen hususiyetler, hem de fazlasıyla, daha kentli, daha süzülmüş, daha durmuş oturmuş bir görüntü veren Deniz Bey’imizde mevcut.
İki lider...
İkisi de
öfkeli.
İkisi de cerbezeli.
Erdoğan, ağzına geleni söylemekle (‘Ananı da al git’ örneğinde olduğu gibi), ne konuştuğunu bilmemekle suçlanıyor. ‘Öfke bir belağat sanatıdır’ dediği için de
Aydın Doğan’dan maaşlı adamlar tarafından topa tutuluyor.
Baykal’ın öfkesi ise takdir topluyor.
Doğrudur... Erdoğan, geçmişten tevarüs ettiği ‘müsamere ve münazara alışkanlığı’ndan kurtulabilmiş değil.
Hep öfkeyle kalkışıyor.
Üstelik bunu
siyaset diline dönüştürmüş durumda.
Bazı gereksiz ünlem ve vurgulamaları dışarıda tutarsanız, etkili konuştuğu bile söylenebilir.
Böyle olduğu için de (yani sözün şehvetine kapıldığı için de), bazen ‘
kaza’ya mahal veriyor.
Deniz Bey’imiz de çoğunlukla öfkeyle kalkışıyor. Onda da münazara alışkanlığı (yahut refleksi) var.
Üstelik, didişmeci.
Fakat, Erdoğan’dan farklı olarak, ne konuştuğunu bilerek konuşuyor.
Bunu şu şekilde somutlayabiliriz:
Bundan üç yıl kadar önce, henüz ortada fol yok yumurta yokken, ‘
Cumhuriyet’in kurumları elden gidiyor’ gerekçesiyle bir ‘
Çankaya tartışması’ başlatmış, ülkeyi ‘olabilecekler’ konusunda uyarmıştı.
Söylediği özetle şuydu:
Bu meclis görevini yapmasın, cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘anayasal takvim’ işlemesin, Başbakan Çankaya’ya çıkmaya kalkışmasın (kendi partisinden birini de önermesin), derhal seçime gidilsin, Cumhurbaşkanı yeni meclis tarafından uzlaşmayla seçilsin.
Pekala,
CHP’yle dirsek teması olan bir isim üzerinde de uzlaşılabilir.
Sonrasını hep birlikte yaşadık:
Danıştay suikasti, ‘e-
muhtıra’, 367 saçmalığı, ‘Toplantı yeter sayısını 367’ye uydurmazsanız, ülkede çatışma çıkar’ diyerek
Anayasa Mahkemesi’ni bu saçmalığa icbar eden sorumsuz siyasetçiler,
Ergenekon faaliyetleri, Cumhuriyet gazetesinin bahçesinde patlatılan bombalar,
silah üzerine
yemin eden çeteler, Dink suikasti,
mahkeme önü nümayişleri,
darbe günlükleri,
Cumhuriyet mitingleri...
Fakat herşeyi öngören, ‘ne konuştuğunu bilerek’ konuşan Baykal, adamının (
Önder Sav’ın), ‘no’ tuşu yerine ‘yes’ tuşuna basmış olabileceğini kabul etmiyor. Partisinin, bazı
yandaş televizyon kanallarıyla yapmış olduğu alengirli sözleşmeleri hiç gündeme getirmiyor.
Dün, grupta yaptığı konuşmada, Erdoğan’ı da aratan bir cerbezeyle, ‘öfke belağatı’ndan örnekler sundu ve önümüzdeki vadede başımıza gelecekleri sıraladı.
Ne konuştuğunu bilen bir siyasetçi olduğu için (öfkesi ve çizdiği felaket senaryosuyla), hem öğretici, hem korkutucuydu.
Demek ki,
Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan
dava iktidar partisinin aleyhine sonuçlanacak, bir numaralı
sanık Erdoğan
Yüce Divan’a gönderilecek.
Bu konuşmayı izleyince, ilk kez Bekir
Coşkun arkadaşımıza hak verdim.
Demokrasilerde iktidarların kötü olması, şu ya da bu enstrümanlarla devre dışı bırakılması felaket değildir...
Ama insanlar ‘gönderilen’in yerine koyacak bir şey bulamıyorlarsa, bu ‘şey’ hiçbir zaman
Deniz Baykal’ın CHP’si olmayacaksa...
Asıl felaket bu işte...
AHMET KEKEÇ/STAR