Genelkurmay'ın son gece yarısı bildirisi "halkı
teröre karşı toplumsal refleks göstermeye" davet ediyordu. Hemen ardından "refleks" paragrafına açıklık getirilerek "kastedilen toplumsal tepkinin kesinlikle şiddet içermeyen demokratik kurallar içinde bir refleks olduğu" işaretlendi...
Sanal bildirideki ifadeleri "Ulusalcı Tercüme Bürosu" anında kendi lisanına çevirdi ve 24 Haziran'da "üç büyük ildeki cumhuriyet mitinglerinin devamı" anlamında bir
buluşma organize ediliverdi...
Tam bu noktada sormak gerekiyor: Sokağı kullanarak, mitingler düzenleyerek
terörle mücadele edilebilir mi? Teröre karşı sonuç alınabilir mi?
PKK belası, mitinglerdeki devasa kitleyi/yoğun protestoları görünce eylemlerini durduracak mı?
Bu sorulara olumlu
cevap verebilmek maalesef mümkün değil...
Geniş kitlelerce PKK terörüne olgun/demokratik tepkiler gösterilmesinin elbette manidar bir temeli var. Ne ki, böyle bir yoldan giderek terörle gerçek anlamda mücadele etmek söz konusu dahi olamaz.
Ya? PKK'yı 1984'ten itibaren kurgulayıp başımıza bela eden Güç Odağı ile birebir bağlantılı olan sorunun çözümü de yine o kulvardaki "mücadele"den geçiyor...
Ankara'nın son bir yıldır terörle mücadele yöntemini değiştirdiğinden dün bahsetmiştim...
Türkiye'nin geçen yılın
Mayıs ayından itibaren ABD'nin kontrolünden çıkmış olması sözünü ettiğim metot değişikliğini de beraberinde getirdi...
Jandarma Genel Komutanı Org. Işık Koşaner'in 2006 sonbaharında
gazete manşetlerine yansıyan "Dağdaki teröristlerin aşağıya inmesi için ailelerine telkinde bulunuyoruz" şeklindeki demeci, Ankara'nın terör sorununa yaklaşımındaki
makas değişikliğini haber veren çok kıymetli bir açıklamaydı...
Temelde yatan soru şudur: Terörün perde arkasının aydınlatılmasına, bir başka deyişle "arzın merkezine
seyahat"e cesaret edebilecek miyiz? Bu ülkede 23 yıldır terör belasından ciddi manada nemalanan, "terör bitecek" diye korkan birtakım "kalıntılar" var. O "kalıntılar" bu topraklardaki "ana mücadele"yi kaybettiklerinin farkındalar!
Devletin terörle mücadele yaklaşımının değiştiğini de görüyorlar. Son bir çırpınışla -provokatif eylemlere
imza atarak PKK belasını yeniden imal etmeye, "Türk-
Kürt kutuplaşması"nı tekrardan üretmeye çalışmaları, bu yüzden... "İşbirlikçi Kalıntılar" son
seri kahpeliklerini sergiliyorlar. Ama artık Ankara "Eski Ankara" değil: Kâbus senaryolarının dışarıdaki ve içerideki gulyabanileri, arzu ettikleri sonucu alamayacaklar...
Arzın merkezine seyahat ettiğimizde,
Öcalan'ın filmin başında "Gizli Egemenler" tarafından saksıda yetiştirildiği gerçeğini görürüz! Öcalan, 12
Mart döneminde esaslı bir
hapis cezası almak üzere iken "kurtarılmış" bir simadır... O dönemde
sıkıyönetim makamlarının "yanlışlıkla" tutukladığı elemanları olduğunda -MİT devreye giriyor ve "Mensubumuzdur" yazısı ile adamlarını kurtarıyordu. Apo da bu şekilde "kurtarılanlar" arasındaydı. Öcalan'ın Türkiye'nin başına bela edilme süreci işte böyle başlamıştı... Önceki günkü Hürriyet'te -24 Mayıs 1993'te Bingöl'de PKK tarafından şehit edilen 33 askerimizin saldırıya uğradığı yere 33 metre
bayrak dikileceğinden bahseden bir haber vardı...
Bakınız, sadece bu hadise dahi aydınlatılmış olsa Türkiye arzın merkezine seyahati başarabilir. Silahsız olarak otobüse bindirilen tezkeresini almış/dönüş yolundaki bu vatan evlatlarına taammüden koruma verilmemişti! Yani? O fidanlar resmen ölüme yollanmıştı! Şehitlerimiz için bir yandan 33 metre bayrak dikelim; bir yandansa, 33 metreyi geçtim ta "arzın merkezi"ne inelim ve orada dramatik gerçeği görelim!
Tamer Korkmaz/Zaman