AB yolunda yavaşlayan Türkiye’nin Ankara kriterleri nerede?
Dış
politikanın oluşumu ve etki alanı,
ülkelerin genel siyasi çizgileri ile birlikte değerlendirilir. Bir ülkenin kendi iç dinamikleri, ülkeyi yöneten ve yönlendiren elitlerinin oluşturmaya çalıştığı
dış politikanın belirlenmesinde önemli rol oynar. Bu dinamiklerin değişimi ölçüsünde ülkelerin dış politikalarının da değiştiği söylenebilir. Örneğin, ülke ekonomisi ve
ihracat rakamları geliştikçe ortaya çıkan yeni tablo, dış politikanın ilgi alanının genişletilmesine neden olur.
Bugün Türkiye’nin gündeme getirdiği
Afrika açılımı ve
Orta Doğu ülkelerine yönelik karşılıklı olarak vizelerin kaldırılması gibi alternatif girişimler, aslında reel toplumsal talepleri takip eden dış politik gelişmelerdir. Dünyanın dört bir yanına açılan girişimcilerimiz, belirledikleri yeni hedeflerle
ekonomik bir akım oluşturdular.
Burada karşılıklı bir etkileşimden söz edebiliriz. Dış politika, Türkiye’deki değişim sürecine itici bir güç olduğu gibi, ülkenin gelişen vizyonu ve büyüyen hedefleri de dış politika doktrinini değiştirebilir. Son dönemde
eksen kayması tartışmalarını da beraberinde getiren bu yeni sürece, yukarıda işaret ettiğimiz zaviyeden de b
akılabilir. Toplumsal taleplerin yönlendirdiği bir dış politikanın toplumun değişimi ve ilgi alanının genişlemesi sürecinde ortaya koyduğu alternatifler,
Avrupa Birliği’ne alternatif olarak atılmış adımlar olarak algılanmamalıdır.
Temel hedefleri doğrultusunda sapma göstermeden ülkede ortaya çıkan diğer talepleri değerlendirerek açılımlarda bulunan dışişleri, değişimin lokomotif itici gücü olarak görünen
Avrupa Birliği politikalarını ve tam üyelik müzakere sürecini, bazen ‘AB’ye rağmen’ de olsa gündeminden düşürmemelidir. Hatta ihtiyaç duyulan reformlar için bulunmaz bir ‘
model’ olan AB normları yaşanan hareketli diplomatik gündemin arka planına düşmüş izlenimi dahi vermemelidir.
Avrupa içinde işlerin hiç de istenildiği gibi gitmediği yadsınamaz bir gerçektir.
Brüksel, reddedilen anayasası akabinde
Lizbon Anlaşması ile toparlanmaya çalışıyor. Konsey başkanı olarak seçtiği düşük profilli lideri,
Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy ile toparlanma çabası, uluslararası arenada güçlü bir Brüksel profili sergilememektedir. Tüm bu negatif tabloya rağmen Ankara, başlattığı dış politikasını, en büyük projesi olan bu işi, yarım bırakmama adına kendi oyununu oynamaya devam etmelidir.
Türkiye, içinde bulunduğu bu büyük değişim sürecinde farklı başlıklar altında açılım paketlerini zorlama bir mantalite ile gündeme
taşıma yerine, yüzlerce uzmanın kafa yorup, araştırıp üzerinde hemfikir olduğu AB müktesebatını reform paketleri ile gündeme getirirse çok daha akılcı bir tutum sergiler. Avrupa’da yaşayan Aleviler de,
Kürtler de, Çingeneler de, Sünniler de birliğin kendilerine verdiği hukuki haklardan, hukukun üstünlüğünden ve adil yargıdan oldukça memnundurlar. Arada ortaya çıkan istisnai medyatik konu başlıklarını saymazsak bu ülkelerde yaşayan insanların ekonomik şartları kötüye giderken bile bulundukları ülkeleri terk etmemeleri, ‘vatanlarına’ geri dönmemeleri bu iddiama en güzel
delil olarak gösterilebilir.
Hukuk ve yargı reformları da,
demokratikleşme paketleri de, gündeme soluk aldırmayan kuvvetler ayrılığı ilkeleri de AB reformları kapsamında halledilebilecek konulardır. Tarihe geçme hevesi ile Amerika’yı yeniden keşfetme hülyasına kapılanlar, geçen iki yıl içinde ne kadar da boşa
kürek çektiklerini gelinen zor eşikte bir kere daha görmüşlerdir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç’ın
kapatma davası akabinde yaptığı konuşmaya
kulak vermeyenler, Kılıç’tan geçen hafta yeni bir manifesto daha dinlemek zorunda kalmışlardır.
Tanzanya ile vizelerin kaldırılması önemlidir, değişen Türk toplumunun hedefleri adına manidar bir gelişmedir. Lakin Türkiye’nin ana gündemi radikal bir değişim süreci içinde olan temel
demokrasi taleplerimizdir.
Çevre ve komşu ülkelere ‘model’ pazarlama hedeflerine yürüyen Türk dış politikası, içerideki muazzam değişim sürecine ne kadar ön ayak olabilmekte ve ne kadar
destek verebilmektedir?
“Avrupa Birliği bizi kabul etmezse gerekli reformları ‘Ankara kriterleri’ olarak değiştirir, yine bu reformları halkımız için gerçekleştiririz.” açıklamalarını yapan Başbakan Erdoğan’ın bu önemli ve altı çizilmesi gereken hedefi,
Dışişleri ve AB’den sorumlu başmüzakerecimizin gündemini ne kadar meşgul etmektedir?
Türkiye her geçen gün kendisini AB yoluna biraz daha güçlü bir şekilde itecek politikaları beklemektedir. Geride kalan her gün, yaşanılan her sancılı çatışma konusu AB standartlarında bir sisteme sahip olmamız adına
vakit kaybetmememiz gerektiğini bize bir kere daha vurgulamaktadır.
Merkel ve
Sarkozy gibi Ankara’nın AB yolunda ilerlemesine mâni olan ve bu konuyu pervazsızca kendi iç politikalarında kullanan liderlere rağmen Türkiye, AB kriterlerini ‘Ankara kriteri’ yapıp gerekli reformları bir an önce gerçekleştirmelidir. Bu iki lider, AB’nin lokomotif gücü ülkelerin başında bulunmaktadırlar. Lakin Avrupa sadece bu iki liderden ibaret değildir. Geçtiğimiz aylarda Ankara’yı ziyaret eden
Alman Dışişleri Bakanı (Merkel’in
koalisyon ortağı) Westerwelle, Hıristiyan Demokratları ayağa kaldırabilecek güçte ifadeler sarf ederek Türkiye’nin tam üyeliğine destek vermiştir. AB içinde Ankara’nın yeni vizyonunu çok iyi okuyabilen akil adamların sayısı yadsınamayacak kadar çoktur. İş, bu güçleri organize ederek Brüksel üstünde
baskı kurup kendi oyunumuzu oynamakta.
Geçtiğimiz ay Avrupa Parlamentosu’ndan bana ulaşarak Türkiye’nin enerji alanında AB’yi rahatlatabilecek alternatif politikalarını öğrenmek isteyen AP milletvekilinin, görevi olmamasına rağmen Türkiye adına
Yunan ve Rum lobisine karşı enerji fasıllarında güçlü argümanlar ortaya koymak istemesi bizler için bir umut ışığı olamaz mı? Türkiye, AB içindeki dostlarının listesini tekrar gözden geçirerek Brüksel niyetlerini tazelemelidir.
AB standartlarını yakalayan bir Türkiye, bölgesinde daha güçlü bir ülke olur.
Vize kaldırmak gibi sembolik politikalar bu standartları yakalayan bir ülke için
doğal olarak ortadan kalkar. Daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye’yi Doğu’da değerli kılan ‘Batılı’ oluşu, Batı’da değerli kılan ise ‘Doğulu’ oluşudur. Değişim sürecinde iç politikaya soluk aldıramayan her diplomatik başarı, tartışmaya açıktır.
Selim
Savaş Genç - AKSİYON