Anavatan efsanesinin çöküş hikâyesi

Siyasete girmeden önce herkes onu ekonomideki başarılarıyla tanıyordu.

Anavatan efsanesinin çöküş hikâyesi

1979'da kurulan Süleyman Demirel Hükûmeti'nde Başbakanlık ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) müsteşarı, 12 Eylül'den sonra başbakan yardımcısı oldu. Parti kurmadan, yani siyasete başlamadan önce hayatında iki önemli ekonomik operasyon vardı. Türk ekonomisini düzlüğe çıkaracak tedbirleri alma, Türkiye'nin önünü açma niyetindeydi. 24 Ocak 1980 kararlarıyla Türkiye'yi serbest pazar ekonomisine taşıyan o süreci ta 1970'lerde başlatmak istemişti. Önce 12 Mart Muhtırası, 10 yıl sonra Başbakanlık Müsteşarlığı vazifesini yürütürken de 12 Eylül Darbesi, önünü kesti. 56 yaşında siyasete giren Turgut Özal, Türkiye'nin 'gaza, tuza, beze muhtaç olduğu' bir dönemde Demirel'in kurduğu azınlık hükûmetinden başlamak üzere siyasi nazarları celp etmişti. Bülent Ulusu Hükûmeti'nden istifasını verdiği 14 Temmuz 1982'de siyasete giden yolculuğu da başlamış oldu. Aynı günlerde Çankaya Köşkü'ne çıkmış, Kenan Evren ile uzun bir görüşme yapmıştı. Siyaset yolunun açılacağını, 6 Kasım 1983 seçimlerine giden sürecin başladığını görmüştü. 'Olacaksam bu işin ya başında ya dışında olurum' dediği siyasete girişinin ilk sinyalini sağlık kontrolü için gittiği yurtdışından dönüşte verdi. 20 Mayıs 1983'te Anavatan Partisi'ni kurdu. Anavatan, Özal demekti. Özal ise Türkiye'nin geleceği, umudu... 12 Eylül öncesinde kardeş kavgasıyla birbirine düşürülen Anadolu halkını göğsünün üstünde kilitlediği iki eliyle birleştirmiş, herkesin başbakanı olmuştu. Türkiye'yi ve girişimci Anadolu halkını dünyaya açtı. Fikir ve teşebbüs, din ve vicdan hürriyeti şeklinde özetlediği felsefesiyle toplumu kuşatırken; 12 Eylül'ün çatışan taraflarını Anavatan Partisi'nde dört siyasi eğilimi kucaklayarak birleştirdi. Siyasetten önce ekonomi, bürokrasi ve iş dünyasına verdiği güveni, milletine ve onun geleceğine aşılayacaktı. En büyük mirası, değişim ve halkına verdiği güven oldu. Bugün bile ekonomiden siyasete, kültür, sanat ve toplum hayatına kadar bıraktığı derin izlere karşın, 1983-1989 arasında değişimin dinamosu hâline gelen Anavatan Partisi için aynı başarı söz konusu olmadı. 1980'LERİN REFORMCU ANAVATAN'I Partinin son iki genel seçimde de (3 Kasım ve 22 Temmuz) hüsran yaşaması ve giderek erimesi, siyaset sosyolojisi açısından irdelenmesi gereken örnek bir vaka. 18 Ekim'de 6. Olağan Kongresi'ni gerçekleştirecek partide bugün Özal'ın siyasi vizyonu yerine gayrimenkulleri ve mirası konuşuluyor. Bir dönem değişimci ve yenilikçi kimliği ile Türkiye'nin kalkınmasına öncülük eden merkez sağın en önemli partisi, nasıl bu noktaya geldi? Partiyi çöküş ve miras kavgası sürecine sokan tarihî kırılmalar neydi? Bu siyasi hareketin başlangıcı, aslında bir yerde Özal'ın hayat hikâyesiyle özdeşti. Çünkü İstanbul'da Sadıklar Apartmanı'nda başlayan ve 20 Mayıs 1983'te Anavatan Partisi (ANAP) adıyla somutlaşan siyasi hareket, Özal'ın yıllardır bürokraside ektiklerinin hasadıydı. Mehmet Altınsoy'dan Bedrettin Dalan'a, Cemil Çiçek'ten Adnan Kahveci, Vehbi Dinçerler ve Mehmet Keçeciler'e birçok isim listedeydi. 12 Eylül rüzgârı kesilmesine rağmen, çoğu kimse parti listelerinde kurucu gözükmek istemiyordu. Verilen 37 ismin 30'u Millî Birlik Konseyi'nden kabul görecekti. Halkçı Parti'nin başında Necdet Calp, Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin başında Turgut Sunalp vardı. Özal'ın ANAP'ı, iki partiye ilaveten, kimilerinin gözünde 2,5. (iki buçukuncu) partiydi. Anavatan'a ucu ucuna yaşama hakkı tanınmıştı. Eski bakan Vehbi Dinçerler'in tabiriyle 'Bir kişi ölse ya da istifa etse parti dağılabilecek' noktadaydı. Turgut Özal, ANAP'ı kurarken büyük bir siyasi cesaret örneği sergiledi. Kanlı çatışmaların, askerî vesayet döneminin, yokluk ve yoksullukların ardından parti kurmak bir yana, parasız-pulsuz, desteksiz, hukuk düzeninin partilerin gelişmesine müsait olmadığı bir atmosferde doğmuştu Anavatan. Parti kurucularından Dinçerler, o günlerin atmosferi iyi anlaşılmadan, Türkiye'deki değişimin tam kavranamayacağına inananlardan: "Özal, belki çaresizliğinden, belki mecburiyetlerinden, siyasetle uğraşmamış, şöhret olmamış yepyeni isimlerle siyasete başladı. Anavatan kurulduğunda aslında birbirini çok az tanıyan, Turgut Bey'in güvendiği dostlarından, devlet tecrübesi olan isimlerden müteşekkil bir yapıydı. Bu siyasi bir cesaret ve değişim umuduydu. Siyasi güç dengeleri yerine, birlikte gidebileceği insanları bir araya getirdi. Olağanüstü şartların bütün risklerini aşabilecek güveni Turgut Özal verdi. Kurucular, ilk kez tanışmalarına rağmen Özal'a güvendikleri için birbirine de güveniyordu." Anavatan Partisi, demokrasinin askıya alındığı ve askerî bir rejimin kendisini en çok hissettirdiği bir zamanda Türk siyasi hayatına katıldı. Üç yıl süren darbe yönetiminin ardından 6 Kasım 1983'teki genel seçimler ilk sınavıydı. Halk darbeye tepkisini sandıkta gösterdi. Her türlü baskıya rağmen ilk yılında yüzde 45 oy ve 212 milletvekiliyle Anavatan'ı tek başına iktidara taşıdı. Milliyetçi, muhafazakâr, liberal, sosyal-demokrat (milliyetçi sosyalist) eğilimleri aynı çatı altında buluşturan Özal, siyasi çıkar çatışmalarının değil, 'eğilimlerin partisi' ana felsefesinde buluşturduğu bu isimlerle partiyi yaşatmalıydı. Dinçerler'in tabiriyle, onun partiyi taşıma formülü bir sepete benzetilirse, o sepetin kendisi Özal'dı. Sonraki dönemlerde partide yaşanan ayrılık, ayrışma ve çatlaklar da bunu gözler önüne serecekti. Ancak her şeye rağmen 1983-1989 arası icraatların dolu dizgin yapıldığı bir dönem oldu. Otoyol, köprü, demiryolu, toplu konut, uydu ve baraj hamleleri ardı ardına sıralandı. Türkiye dünyaya açıldı, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na katılmak için müracaat yaptı, ABD, Rusya ve İngiltere gibi aktörlerle birlikte ismi sayılmaya başlandı. Kısacası, ülke tam anlamıyla bir 'transformasyon' dönemi yaşıyor, yani dönüşüyordu. ANAVATAN'DA AYRILIK RÜZGÂRLARI Son üç yılı sessiz bir geçiş dönemi olsa da 1991 yılına kadar sekiz yıl süren ANAP iktidarı, esnaftan turizmciye, sanayiciden devlet memuruna kadar herkes için 'yeni bir dönemin' başlangıcıydı aslında. Türkiye, çok partili demokrasiye geçtiği günden bu yana birçok başbakan ve hükûmet gördü. Ancak değişim ve reform denince akla ilk gelen Özal ve ANAP oldu. İhracat, ithalat, tarım, sağlık, eğitim ve dış politika gibi önemli alanlarda yapılan hamlelerle memleketin makûs talihi değişiyor, on yılda bir ensesinde askerî bir rejimi görmeye alışık olan halk devrim gibi yeniliklerle tanışıyordu. Özal'ın liderliğindeki ANAP, ortaya koyduğu bu vizyonla sadece Türkiye'nin değil, dünya ülkelerinin de dikkatini çekti. Ancak bu durum uzun sürmedi. Turgut Özal'ın 1989'da cumhurbaşkanı seçilmesiyle parti oy kaybetme sürecine girdi. Özal'ın desteği ile Anavatan'ın başına Yıldırım Akbulut getirildi. Bu dönem, partinin iktidardaki en sessiz ve durağan dönemi oldu. Aslında ekonomik reformlara devam edilmesine rağmen zaman zaman yaşanan Akbulut-Özal ihtilafı, parti içi tartışmalara yol açtı. Özellikle Körfez Savaşı sırasında bu ihtilaf had safhaya ulaştı. Akbulut hükûmetine karşı parti içinde Özal'a yakın isimlerin başını çektiği bir muhalefet oluştu. Bu muhalefetin desteğini alan Mesut Yılmaz, 6 Haziran 1991'deki kongrede 3. genel başkan seçildi. Sonraki dönemde Anavatan genel başkanlığı koltuğuna oturan Yılmaz'la parti iyice yıprandı. Önce Özal'ın en çok önem verdiği dört eğilimin tasfiyesi gerçekleşti. Liderliğinin ilk döneminde sadece liberal kanadı merkeze almakla yetinen Mesut Yılmaz, Özal fikrinin ve sepetinin de tasfiyesi demekti. Resimleri genel merkez duvarlarından indirilen Özal'ın fikirleri de temsilcileriyle birlikte kapı önüne koyuldu. Merhum Turgut Özal hep, Mesut Yılmaz'dan hep 'hata' diye bahsedecekti. Özal, Çankaya'dan baktığında Anavatan'ın kuruluş amacı ve felsefesinden uzaklaştığını görüyor ve kahroluyordu. Son demlerinde başlattığı yeni siyasi oluşumların tek amacı da siyaseti Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel cenderesinden kurtarmaktı belki de. Ama başaramadı. 17 Nisan 1993 günü Hakk'a yürüdü. Milyonlar onu dua ve gözyaşlarıyla uğurladı. Aynı milyonlar, Mesut Yılmaz'ın ANAP'ı için hiçbir zaman oya dönüşmedi. ANAP, YILMAZ'LA BİRLİKTE STATÜKOCU OLDU Yılmaz, Anavatan için Özal'dan sonra tam bir çöküş demekti. Değişim ve dönüşümün partisi statükoya, devletçi bir zihniyete teslim olacaktı. 1991'de yüzde 21 oy alan parti, dört dönem Mesut Yılmaz başkanlığında girdiği seçimlerde âdeta eridi. Yılmaz'ın 28 Şubat dönemindeki konjonktürel hataları ile ANAP, Özal çizgisinden hayli uzaklaştı. Nitekim, Yılmaz'ın liderliğinde girilen 3 Kasım 2002 seçimlerinde parti, tarihinde ilk kez yüzde 5 oy alarak baraj altında kaldı. Sonraki liderler Ali Talip Özdemir ve Nesrin Nas 'ağır bir hastalığa' yakalanan partiyi eski günlerine döndüremedi. Aslında "Yılmaz'ın gölgesinden kurtaramadı." demek daha doğru. Bu 11 yıl sadece Anavatan için değil, Türk siyasi tarihi için de kayıp demekti. Parçalı siyaset, koalisyon hükûmetleri, ardından gelen ekonomik krizler, 2000'li yıllara hazırlanan Türkiye için hayal kırıklığı oldu. Özal'sız Anavatan, siyaseten bitişinin son ve en güçlü sinyalini 3 Kasım seçimlerinde verdi. Halk faturayı kesti ve Anavatan'ı lideriyle birlikte tasfiye etti. Turgut Özal, bu bitişi tam 11 yıl önce görmüş, Mesut Yılmaz'a 'statükocu' ve 'devletçi' demişti. ANAP'ın varlık sebebi, kurulu düzeni halkın lehine çevirmekti. Oysa Mesut Yılmaz'ın ANAP'ı, CHP'nin gibi bir çizgiye getirip devletin partisi yaptı. Halkı kurulu düzene uydurma derdi, Yılmaz'ı da Anavatan'ı da ancak bu kadar taşıyabildi. 2 Nisan 2005 tarihinde bayrağı devralan Erkan Mumcu ile partide bir hareketlilik yaşandı. AK Parti ve CHP'den istifa ederek Anavatan'a gelen milletvekilleriyle Meclis'te grup kuruldu. Ancak 2007 Nisan'ındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e girmeme kararı ve DP ile birleşmenin fiyaskoyla sonuçlanması hem Mumcu'nun hem de Anavatan'ın sonu oldu. Partinin ikinci ve son kez tasfiyesi de girmediği, giremediği 22 Temmuz seçimlerinde yaşandı. Mesut Yılmaz'ın 28 Şubat'taki konjonktürel hatalarının benzerini yapan Mumcu, kendi eliyle siyasetten tasfiye oldu. Yaklaşık 3,5 yıldır partinin başında bulunan Mumcu, eylülün ilk haftasında parti yönetimini toplayarak genel başkanlığı bırakacağını açıkladı. CAN ÇEKİŞEN PARTİDE MİRAS MÜCADELESİ Mayıs ayında 25 yaşına giren Anavatan Partisi, 18 Ekim'de 6. Olağanüstü Kongre'ye gidecek. Mumcu'nun çekilme açıklamasından sonra parti içi kulislerde genel başkan adayı olarak çok sayıda isim zikrediliyor. Şu ana kadar resmî olarak adaylığını açıklayan Ahmet Özal oldu. Partinin eski kurmayları ise Hüsnü Doğan'dan yana. Özal'ın kurmayları Doğan'ı adaylık için ikna etmeye çalışıyor. Ancak Doğan, bu teklife sıcak bakmıyor. Aksiyon'a konuşan Doğan, "Gündemimde siyaset yok." demekle yetiniyor. Doğan'ın bir süre önce parti üyeliği sürecini tekrar başlattığı konusunda da çelişkili bilgiler var. Partiye ve Doğan'a yakın isimler, Anavatan'da yaşanan son gelişmelerden dolayı Doğan'ın yeni üyelik sürecini durdurduğunu aktarıyor. Partinin başına kimin geçeceğini şimdiden kestirmek güç; ama bugünlerde genel merkezde tartışılan çok daha acı ve vahim bir durum var. Partiyi yeniden canlandırmak iddiasıyla liderliğe soyunan bütün isimlerin Özal'ın fikri değil gayrimenkul mirasına sahip olmak için bu mücadeleye girdiği konuşuluyor. Parti yönetimi, gelir sağlamak üzere genel merkez binasının yanındaki 70 bin metrekarelik boş alanın yap-işlet-devret modeliyle kiraya verilmesi yönünde bir karar aldı. 18 Ekim'de genel başkanlık koltuğuna oturacak yeni lider, aynı zamanda bu gelirin kullanılmasında yetkili olacak. Ayrıca partinin değişik illerde yaklaşık 70 gayrimenkulü var. Aslında kasasında para olmamasına rağmen hem mevcut gayrimenkuller hem de iş merkezi projesinden elde edilecek gelir, partinin başına geçmek isteyen adaylar için çok cazip. Eski kurmaylardan Mehmet Keçeciler'in şu cümleleri, bu acı gerçeği gözler önüne seriyor: "Gelmek isteyenler, sadece Anavatan'ın mirasını paylaşmak üzere geldikleri intibaını veriyor. Anavatan ölecekse de ayakta ölmeli, sürünerek yaşamamalı. Ben Anavatan Partisi'nin ölüm salasını verecek kişi olmam. Anavatan'ı ayakta tutamamanın ıstırabını yaşıyorum. Genel merkezin değeri en az 100 milyon dolardır." SEÇİME GİREMEYİNCE, ADAYLAR PARASINI İSTEDİ Aslında parti, 2002'den bu yana mali krizler yaşıyor. 2005'te Mumcu'nun gelmesiyle bu krizin ateşi bir nebze düşürüldü. CHP ve AK Parti'den gelen milletvekili 10'u geçince Hazine yardımına müracaat edildi. 2005 ve 2006 için 14 milyon YTL yardım alındı. Ancak icra davaları partiyi zor duruma soktu. Geçmiş dönemde çalışıp işten çıkarılan ve tazminatı ödenmeyen çok sayıda personelin açtığı dava parti aleyhinde sonuçlandı. Eski personellere toplam 3,5 milyon YTL tazminat ödediklerini ifade eden Mali İşler Başkanı Muharrem Doğan, 4,5 milyon YTL'nin de parti için harcandığını söylüyor. 22 Temmuz seçimleri için aday adaylarından toplam 800 bin YTL gelir sağlandığını kaydediyor. Ancak seçime girmedikleri gerekçesiyle çok sayıda adayın parasını geri almak için dava açtığını belirtiyor. 50 bin YTL'nin bu şekilde aday adaylarına verildiğini dile getiriyor. Peki, 1983'te kurularak tek başına iktidara gelen, Türkiye'yi dönüştüren Anavatan Partisi, bu noktaya nasıl geldi? ÇÖKÜŞTEKİ TARİHÎ KIRILMA NOKTALARI NEYDİ? Eski genel başkan yardımcılarından Mehmet Keçeciler'e göre Anavatan Partisi tarihî misyonunu tamamladı, kapanma noktasına geldi. Keçeciler, bunun sebeplerini anlatırken tarihî kırılma noktalarına işaret ediyor. Ona göre ilk kırılma noktası, Özal'ın partiyi bırakarak Köşk'e çıkması. İkincisi ise 1991 yılında Semra Özal'ın İstanbul İl Başkanlığına seçilmesi: "O zaman Hüsnü Bey ve bazı bakanlar buna karşı çıktık. Cumhurbaşkanının eşinin bir partinin il başkanı olmasının yanlış olduğunu söyledik. Rahmetli Turgut Bey'i uyardık. Bu durumun başarısına gölge düşüreceğini söyledik. Bir hafta tartıştık Köşk'te; ama anlaşamadık. Sonunda istediğini yaptı." Keçeciler, Mesut Yılmaz'ın genel başkanlığa seçildiği 1991 yılında partinin inişe geçmeye başladığını da dile getiriyor. Anadolu halkının Yılmaz'da ANAP kokusunu bulamadığını savunuyor. 28 Şubat sürecinde Anavatan, darbecilerle aynı safta yer aldı. Buna mecbur bırakıldıklarını öne süren Keçeciler, 22 Temmuz seçiminden önce izlenen yanlış politikalarla partinin artık kapanma noktasına geldiğini düşünüyor. Ona göre Cumhurbaşkanlığı seçimi için Meclis'e girmemek ve DP ile birleşmenin sonuçsuz kalması, partinin çöküşünde etkili olan diğer kırılma noktalarıydı. TOPLUM DEĞİŞTİ, ANAVATAN OLDUĞU YERDE KALDI Partinin eski genel başkanlarından Nesrin Nas, esas kırılma noktası olarak 1987'yi gösteriyor. Bu tarihten sonra parti, toplumun beklentilerine cevap veremedi, yeni bir Türkiye'nin oluştuğunu okuyamadı. Yani 1983'te tek başına iktidara gelerek toplumu değiştiren Anavatan, olduğu yerde kaldı. Değişimi bir parti kültürüne dönüştüremedi. Siyasette bu durumun normal olduğunu dile getiren Nas, sebebini şöyle özetliyor: "Ne yazık ki, iktidara gelen partiler bir süre sonra toplumun giderek artan ve değişen beklentilerine cevap veremiyor. Daha sonra da toplumun uzağına düşüyor. Ve bir zamanlar iddia ettikleri gibi değişimi vurgulayan bir başka parti geliyor, onun yerini alıyor." 2003-2005 yılları arasında partinin genel başkanlığını yapan Nas'a göre, 1987'den sonra Anavatan, farklı düşünceleri bir araya getiren çoğulcu kimliğini kaybetmeye başladı. Milliyetçi, muhafazakâr ve liberaller sırayla kendi köşelerine çekildi. Yani o taşıyıcı ve kurucu koalisyon bozuldu. Özal'ın Köşk'e çıkmasıyla parti içinde bir denge savaşı yaşandı. Bir taraftan Özal'ın kurmayları, diğer taraftan yeni genel başkan olan Mesut Yılmaz ve ekibi. Bu iktidar savaşı partiyi değişimi okumaktan alıkoydu. 2002 yılına kadar bu sürecin devam ettiğini kaydeden Nas, son 5 yılda yapılan hataları ise şöyle anlatıyor: "Bir kere Anavatan Partisi'nin bu hızlı çöküşünde, seçim öncesinde toplumun umutlarını yeşertme ve yeni bir merkez oluşumuna katkıda bulunma inancının boşa çıkması etkili oldu. Seçim öncesinde söylediği ve iddia ettiği demokrasi ve özgürlükler konusunda tutarlı adımlar atamadı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e girmemesi dönüm noktasıydı. Bütün bunlar Anavatan Partisi'nin değişimi, toplumu, beklentileri doğru okuyamadığını gösteriyor." Erkan Mumcu'nun da danışmanlığını yapan ve bir dönem parti yönetiminde bulunan siyaset bilimci Hüseyin Kocabıyık'a göre ise 1991 yılında Mesut Yılmaz'ın genel başkanlığa seçilmesiyle Anavatan için talihsiz günler başladı. Yılmaz'ın konjonktürel yönden ve esastan yaptığı hatalarla partinin Özal çizgisinden uzaklaştırıldığını düşünüyor. Peki, bu hatalar neydi? Yılmaz'ın ilk hatası 1991 yılında iktidarda bulunurken ve daha 4 aylık bir başbakanken Güneydoğu sorunundan korkup erken seçim kararı alarak partisini muhalefete düşürmesi. İkinci önemli hatası ise Anavatan'ı Özal çizgisinden koparmak için bilinçli olarak Cumhurbaşkanı Özal ile çatışmayı tercih etmesi. Çünkü kafasındaki Türkiye tasavvuru ile Özal'ın Türkiye'si aynı şey değildi. YILMAZ, ANAP'I ARA REJİM PARTİSİ HÂLİNE GETİRDİ Siyaset bilimci Kocabıyık, Yılmaz'ın 1993 yılında DYP'nin başına geçen Tansu Çiller'i hep kıskandığını söylüyor. Çiller'i yıpratmadan ve yaralamadan iktidar şansının olmayacağını düşündü. Buna göre bir strateji belirledi ve tabir-i caizse bel altından vurmaya kadar gitti. 28 Şubat sürecinde Yılmaz'ın partiyi nasıl statükocu bir noktaya getirdiğini anlatırken ilginç tespitlerde bulunuyor Kocabıyık: "Refah-Yol koalisyonu kurulduktan bir gün sonra Mesut Yılmaz, Türkiye'de bir ara rejime oynadı. Erkan Mumcu'dan bizzat dinledim. 'Önünde bir telefonla 28 Şubat sürecini başlatmıştır Mesut Yılmaz' demişti. Tamamen askere, asker marifeti ile hükûmeti düşürmeye oynadı. Tansu Çiller o zaman 'majestelerin muhalefeti' diye isimlendirmişti bunu. 'Tankları da mı görmüyorsunuz?' sözü, Mesut Yılmaz'ın belirli dönemlerde ne kadar demokrasinin uzağına düştüğünü zaten açıkça göstermektedir. Sonuçta Refah-Yol'u askerlerin devirdiği söylenir. Aslında Yılmaz'ın çabalarıyla devrildi hükûmet. Ve Yılmaz, bu çabalarının karşılığı olarak Demirel ile ittifak yaparak başbakan oldu. Dolayısıyla Anavatan gibi demokrat bir partiyi bir ara rejim partisi hâline getirdi. Anavatan'ın siyasi ömrü de zaten o vakit tamamlanmıştı." Kocabıyık, Yılmaz'ın esas hatasının ideolojik tercihte görüldüğüne dikkat çekiyor. Anavatan'ın milliyetçi, muhafazakâr, demokrat ve değişimci kimliklerinin olduğunu hatırlatıyor. Ona göre Yılmaz, muhafazakârlığın yerine laikliği ikame etti. Milliyetçiliğin yerine milliyetçi sol diye bir garabeti getirmeye çalıştı. Değişimciliğin yerine statükoyu tercih etti. Statükonun Türkiye üzerindeki hükümranlığının devam etmesini kendisi açısından en risksiz bir tercih olarak kabul etti. Böylece statükonun kendisini koruyacağını ve uzun yıllar başbakanlık yapacağını zannetti. Özal'ın millet odaklı siyasetine karşılık Yılmaz, Ankara'da dar alan paslaşmaları ile siyaseti yönetmeye çalıştı. Sonunda yolsuzluklara bulaşarak hem kendini hem de partisini bitirdi. Çiçeği burnunda Başbakan Çiller'in demokrat çıkışlarına bıyık altından gülüp, 'Kırmızı kitabı önüne koyduklarında durulur' diyerek kendini deşifre etmişti. 27 NİSAN'DAKİ YANLIŞ HESAP, TASFİYEYİ GETİRDİ Anavatan Partisi'nin tarihi incelenirken Erkan Mumcu döneminin üzerinde önemle durulmalı. Mumcu, birçok yönüyle Özal'ı hatırlatıyordu. Ancak 27 Nisan 2007'de yaşanan e-muhtıra ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yanlış hesabı hem kendisini hem de partiyi bitirdi. Kocabıyık'a göre, can çekişen partinin hayata dönmesi için tek çözüm, merkez sağın bir araya gelerek Menderes-Özal çizgisinde yeniden yapılanması. Millî Güvenlik Konseyi, darbeyi yaptıkları gün Demirel, Erbakan, Ecevit ve Türkeş gibi liderleri hem sürgüne göndermiş hem de onlara siyasi yasak getirmişti. 1987'de iktidardaki Anavatan, bu yasakları kaldırdı. Ege Üniversitesi'nden Doç. Dr. Tanju Tosun'a göre parti ilk çözülmesini bu süreçte yaşadı. Parti içindeki muhafazakâr eğilim, siyasi hayata katılan DYP, MHP ve Refah'a kaydı. Turgut Özal'ın Köşk'e çıkması ise partiyi lidersiz bıraktı. Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Nesrin Nas, Ali Talip Özdemir ve Erkan Mumcu ise Özal gibi karizmatik lider olamadı. 1989'dan sonra parti tamamen içe kapandı ve sanal bir demokratik söylemin etkisinde kaldı. Özellikle Mesut Yılmaz, ulusal liberal bir çizgiyi takip etti. Anavatan, 2002-2007 yılları arasında ise birey ve topluma yönelmeden ziyade devletçi bir siyasi figür olarak kendisini topluma sundu. Nitekim, Cumhurbaşkanlığı seçimini boykot etmesi, 28 Şubat'ta üzerine yapışan devletçi genden kurtulamadığını gösteriyor. Artık Anavatan, DP ile birleşse, hatta yanlarına başka partiler alsalar bile AK Parti karşısında bir güç oluşturamaz. Çünkü AK Parti'nin sosyolojik sınıfsal dinamikleri, çözülme sürecine girmiş değil. Anavatan'ın beşinci ve son genel başkanı Mumcu, talihsiz bir dönemde gelmişti partinin başına. Parti teşkilat, fikriyat ve yerel bazda bitmişti. Anavatan'ın Balgat'taki genel merkezinde Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) duvarlarında Özal'ın vasiyeti ve partiyi kuruş felsefesi yazılıydı. Fikir, teşebbüs, din ve vicdan hürriyeti diye özetlenen bu ilkeler, sembolik de olsa Mumcu döneminde MKYK toplantı salonunun dışına çıkarılmıştı. Artık Özal'ın fikirlerine tabelalarda ve duvar yazılarında bile tahammül kalmamıştı. Yılmaz'ın silindiği dönem olarak kayıtlara geçen 2005-2008 dönemi, partide Mumcu fotoğrafları ve düsturlarının duvarlara kazındığı bir sonuç da doğurmuştu. Evet, Anavatan, Mesut Yılmaz'ın partisi olmaktan çıktı; ancak hiçbir zaman eskisi gibi olamadı. Belki de bundan sonra en iyi çare, Vehbi Dinçerler'in yıllar önce Mesut Yılmaz'ın partinin başına geçtiğinde yaptığı teklifi dikkate almak: "İdeal olan hem parti ilkelerimizin hem de parti teşkilatının yaşaması. Bizim örgütümüz artık iktidar değil, ancak ideallerimiz iktidarda. İdeallerimize sahip çıkıyorsak, örgütü elimizle feshedelim. Halktan alınan paralarla kurulan binaları Hazine'ye devredelim. Bu ideal için emek vermek isteyenler yeni ufukların peşinden koşsun. Özal'ın ve Anavatan'ın ideallerini yaşatmanın çaresine bakalım..." Yani Dinçerler, bir anlamda eski partisi için ötanazi hakkının kullanılmasını istiyor. Türkiye, 1980'lerin reformcu partisi Anavatan'ı hep özleyecek. Ancak 28 Şubat müdahalesi, 27 Nisan e-muhtırası ve Köşk seçimlerinde devletçi tavırlar sergileyen 'Yılmaz ve Mumcu'nun Anavatan'ı hiç iyi hatırlanmayacak. Oltan Sungurlu (Eski Adalet Bakanı) ANAVATAN, ÖZAL ÇİZGİSİNDEN DEMİREL ÇİZGİSİNE KAYDI 1991 yılına kadar Anavatan'da yolsuzluk yoktu. Ama Anavatanlılar daha sonraki yıllarda yolsuzluk yapmadı diyemem. Öylesine lekelendik ki hâlâ Anavatan'ın üzerindeki etkisi atılamadı. 1991'den sonraki durumda doğru bir siyaset güdülmedi. Parti, Özal çizgisini terk etti, Süleyman Demirel çizgisine yakın çizgilere yöneldi. Sağlıklı politikalar üretemedik. 28 Şubat sürecinde belki suçumuz yoktu; sonra Mesut Yılmaz iktidara talip olunca bu işin sorumlusu gibi oldu. Koalisyon hükûmeti döneminde de takip edilen ekonomik politikaların vatandaşa getirdiği külfetler vardı; onun ikramiyesinden bir şey alamadılar; ama külfetinin altında ezildiler. Bu arada erken seçim kararı alınmak suretiyle uygun olmayan şartlarda seçime girdiler. Millet sadece Anavatan'ı değil, bütün partileri cezalandırdı. Sonra partide ekonomik sıkıntılar başladı. Diğer partiler çok büyük imkânlarla siyaset yaparken Anavatan elektrik su parasını bile ödeyemez hâle geldi. 22 Temmuz seçimlerinden önce DP ile yapılan nikâhın masada kalması ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'e girilmemesi partiyi yıprattı. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçimi Anavatan aleyhine Türkiye çapında büyük bir propaganda meselesi oluşturdu. Tabii genel başkanının sivri dili de etkili oldu. ANAVATAN TARİHİNİN KIRILMA NOKTALARI 9 Kasım 1989: Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı olması ve yerine düşük profilli bir lider (Yıldırım Akbulut) bırakması. 28 Nisan 1991: Semra Özal'ın ANAP İstanbul İl Başkanı seçilmesi ve bunun partide tartışmaya yol açması. 15 Haziran 1991: Mesut Yılmaz'ın ANAP Genel Başkanı olması ve partiyi 'Özal misyonu'ndan uzaklaştırması. 28 Şubat 1997: Mesut Yılmaz'ın tarihe 'postmodern darbe' olarak geçen süreçte askerlerden yana tavır alması. 3 Kasım 2002: Genel seçimde partinin baraj altında (yüzde 5) kalması ve Mesut Yılmaz'dan sonra da güçlü liderlerin çıkmaması. 27 Nisan 2007: Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu'nun 11. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni boykot e tmesi. 22 Temmuz 2008: DP ile birleşemeyen Anavatan'ın seçime de girememesi. ANAP İKTİDARININ TÜRKİYE'Yİ DÖNÜŞTÜREN İCRAATLARI 1983 yılında tek başına iktidara gelen Anavatan Partisi, Türkiye'nin kalkınması ve dönüştürülmesi için birçok ilki gerçekleştirdi. Dışa açık ekonomik politikaların öngörüldüğü bir dönem başladı. Düşünce, teşebbüs, din ve vicdan hürriyeti gibi 3 temel ilke hayata geçirildi. DÖVİZ VE DIŞ ÖDEMELER DENGESİ: Dünya ticaretinin yavaşladığı 1980-1988 döneminde dünyada ihracat % 40 artarken, Özal hükûmetlerinin tedbirleri sayesinde Türkiye'de % 300 arttı. 1980'de ihracatımız 2,9 milyar dolar iken 1988'de 11,6 milyar dolara yükseldi. İhracatın tarıma dayalı yapısı kırıldı; 1979'da ihracatta sanayi ürünlerinin payı % 35 iken Özal döneminden sonra % 80'e erişti. GAP: GAP için 8 milyar dolar (100 trilyon TL) harcama yapıldı, bu projenin en önemli ünitesi olan Atatürk Barajı 4 yılda yerli kaynak, yerli müteahhit ve yerli işçinin emeğiyle tamamlandı. ENERJİ YATIRIMLARI: Türkiye güvenilir ve bol elektrik enerjisi ve ithali imkânına kavuştu. Bütün köy ve mezralara elektrik götürüldü. 800 bin hektar alan sulamaya açıldı, 57 baraj, çok sayıda gölet inşa edildi. SAVUNMA SANAYİİ: Yeni kurulan Savunma Sanayii Fonu ve idaresi ile modern araç ve gereçlerin yurtiçinde imal edilmesine başlandı. Bugün Türkiye'de F-16 savaş uçakları, nakliye ve eğitim uçakları, zırhlı araçlar, roket motoru ve yakıtı üretiliyor. TURİZM HAMLESİ: 420 milyon dolarlık turizm geliri, 1990'da 3,2 milyar dolara yükseldi. Dış müteahhitlik geliri ve yabancı sermaye girişleriyle 1,2 milyar dolarlık döviz rezervi 1991'de 12 milyar dolara yükseldi. Türkiye döviz korkusunu yendi. TOPLU KONUT: Toplu Konut Fonu kurularak, 1991 itibariyle 500 bin konut tamamlandı, 300 bin konut inşa hâlindeydi. HABERLEŞME: Haberleşmede devrim yapıldı, hatlar dijitalleştirildi. Avrupa'nın birçok ülkesinden daha ileri bir seviyeye gelindi. 1983'te 1,5 milyon olan otomatik hat sayısı 9 milyona çıktı. Bütün köyler telefona kavuştu. Bilgisayar kullanımı, faks, araba telefonu, telsiz, çağrı cihazları yaygınlaştı. Cep telefonu teknolojisinin temelleri atıldı. EKONOMİDEKİ DİĞER REFORMLAR: SPK ve İMKB kuruldu, faizler serbest bırakıldı, vergi sistemi modernleştirildi. KDV uygulamaya kondu. Aşırı gümrük hadleri makul seviyeye indirildi. Türkiye, her malın her yerde bulunduğu bir ülke hâline geldi. Yurtdışına çıkışlar serbest hâle getirildi. Yabancı sigara ve lüks mallar ithalatındaki yasaklar kaldırılarak kaçakçılık önlendi. Yap-işlet-devret modeli ile otoyollar, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü inşa edildi. Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri yapımına öncelik verildi. 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu'nda gerekli değişiklikler yapılarak, Türkiye dünyanın en rahat kambiyo rejimlerinden birine kavuşturuldu. İNSAN HAKLARI: Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Fonu (FAK-FUK-FON) kuruldu. İhtiyaç sahiplerine ayni ve nakdi yardımlara başlandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargı yetkisi ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na kişisel başvuru hakkı tanındı. TBMM'de İnsan Hakları Komisyonu kuruldu. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından ayrı ayrı hazırlanan 'İşkence, Kötü ve Aşağılayıcı Davranışlarla Mücadele Sözleşmesi' imzalandı. Ana dillerini serbestçe konuşabilme hürriyeti sağlandı. Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddeleri kaldırıldı. Halil Şıvgın (Anavatan Partisi kurucusu) ÖZAL'DAN SONRA PARTİ İÇİNDEKİ DENGE BOZULDU Bana göre, partiyi bu noktaya getiren süreç, siyasi yasakların kaldırıldığı 1987'deki erken seçim kararının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle başladı. Yeni bir seçim kararı alıp uygulamaya sokuncaya kadar geçen sürede Türkiye ekonomik açıdan çok şey kaybetti. Çünkü bu tarihten 1989'da yapılan belediye seçimlerine kadar ekonomik reformlar uygulanamadı. Özal'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra parti içindeki denge bozuldu. 1991'e gelindiğinde genel başkan seçilen Mesut Yılmaz'ın Özal'la köprüleri atması ve partinin misyonundan vazgeçerek kendine göre bir rota belirlemesi kırılmanın artık zirveye çıktığı an oldu. Birçok arkadaş o dönemde ayrıldı. Mesut Yılmaz, her seçimi kaybetti. Erkan Bey umut getirdi; ancak Özal çizgisini yakalayamadı. Özal misyonunun yeniden canlanabileceğini düşünmüyorum. Partinin genel başkanlığına talip olan arkadaşlarda bu havayı görmüş değilim. Ahmet Özal: (Anavatan Partisi Genel Başkan adayı) PARTİYİ ÖZAL'DAN SONRAKİ LİDERLER BU NOKTAYA GETİRDİ 'Anavatan bitti' diyorlar. Partiler cansız varlıklardır, ölmezler. Liderler ve teşkilatlar ölür. Zaten partileri canlı tutan lider ve teşkilattır. Son dönemde liderlerin başarısızlığı bu partiyi ölü gösterdi. Demek ki, Türkiye'de en büyük devrimleri gerçekleştirmiş, iktidar olmuş bu partide lider değişikliğine ihtiyaç var. Bu olursa hani diyorlar ya 'AK Parti'nin alternatifi yok' diye, o zaman Anavatan'ın alternatifi hâline gelir öbür partiler. Tabii eğer ciddi bir yönetim ve ciddi bir lider geçerse partinin başına. Özal ismi Anavatan'la tekrar bütünleşirse bu sağduyulu millet bu partiye tekrar kucak açar. Ali Talip Özdemir (Anavatan Partisi eski Genel Başkanı) PARTİNİN GENEL BAŞKANLARI 'ÖZALCI' OLAMADI Bana göre rahmetli Özal partiyi bıraktıktan sonra onun ortaya koyduğu vizyon da ortadan kalktı. Ondan sonra gelenler Özalcı olamadı. Mesut Yılmaz'ın genel başkan olduğu daha ilk günlerinde kopukluk ve kırgınlık başladı. Vatandaş da bunu hiç affetmedi. O vizyona uygun hareket edilmeyince her seçimde bir basamak geriye düştü parti. Mesut Bey'den sonra ben genel başkan seçildim ve bütün Türkiye'yi dolaştım. Ama gördüm ki Özal'dan sonra bu misyon ortadan kalkmış. Bunu müşahede ettim. 2003'ün sonunda gördüm ki, o koltukta oturmanın ve orayı işgal etmenin ne Anavatan Partisi'ne ne bana ne de ülkeye bir faydası var. Ben hâlâ Anavatan Partisi'nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Meclis'e neden girmediğini anlamış değilim. Zaten bitişin son noktasıydı bana göre o. Fevkalade yaralamıştı beni. Hangi arkadaşın hangi vizyonla genel başkanlık için ortaya çıkacağını bilemiyorum. Ancak ben bizzat yaşadığım için partinin eski misyonuna dönmesinin çok zor olduğunu söyleyebilirim. Artık bunu kabullenmek lazım. Özal'ın bana göre en büyük vizyonu hürriyetler konusunda ortaya koyduğu ve uyguladığı tezdi. En çok üzerinde durduğu ve bunda da başarılı olduğu o dönem içinde büyük bir devrim olarak gündeme getirdiği şu üç temel ilke var: Bir, düşünce hürriyeti; iki, din ve vicdan hürriyeti; üç, teşebbüs hürriyeti. Bunların hepsini uygulamaya koydu. ANAVATAN'DA GÖLGE OYUNU; ADAYLAR NABIZ YOKLUYOR Anavatan Partisi, 18 Ekim'de 6. olağan kongresini gerçekleştirecek. Genel Merkez binasındaki bir günlük kongrede 1040 delege yeni genel başkanı seçmek için oy kullanacak. Aday olmak için en az 110 delegenin desteği gerekiyor. Erkan Mumcu'nun genel başkanlığı bırakacağını açıklamasından sonra birçok isim adaylık için genel merkez ve teşkilatlarda nabız yokluyor. Daha önce Ahmet Özal, resmî olarak adaylığını açıklamıştı. Ancak kulislerde genel başkan yardımcıları Mahmut Koçak, Salih Uzun, Murat Akdeniz, Niyazi Kahveci, Ebru Nida Yaldız, Üsküdar İlçe Başkanı Metin Karadayı'nın da liderlik yarışı için nabız yokladığı ifade ediliyor. Partinin eski kurmayları ise Hüsnü Doğan'ı Anavatan'ın başında görmek istiyor. Zaman zaman bir araya gelerek Doğan'ı ikna etmeye çalışıyorlar. Ancak Doğan'ın bu teklife sıcak bakmadığı belirtiliyor. Yine parti içinde konuşulan bir başka iddia, genel başkanlık yarışının Mesut Yılmaz ve Erkan Mumcu'nun gölgesinde geçeceği. Bu konudaki iddiayı adaylardan Ahmet Özal şu cümlelerle dile getiriyor: "Benim kulağıma gelen Salih Uzun'un Mesut Yılmaz'ın adayı olduğu. Hatta Uzun kazanırsa daha
<< Önceki Haber Anavatan efsanesinin çöküş hikâyesi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER