Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar'ın yazısı...
Ambalajlı 27 Nisan süreci
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yaşananları izliyorsunuz. Sırasıyla
komutanların
devir teslim törenleri, 30
Ağustos Zafer
Bayramı törenleri, bayram resepsiyonu, akademi töreni, köşk resepsiyonu,
KKTC ziyareti, KKTC resepsiyonu ve
Ankara dönüşü. Hele Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan
Güner’in
protokol sırasında bir kaçışı var ki, tam bir komedi.
Cumhurbaşkanı, kusurlu evladının ayıplarını örten
baba gibi vaziyeti idare etmeye çalışıyor. Komutanlar bahane bulup köşkteki resepsiyona katılmıyor, Gül, ‘Önceden haberim vardı’ diyor. Yetmiyor,
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü
Ahmet Sever, yazılı açıklama yapıyor. Ama askerden ‘çıt’ yok.
Genelkurmay’a iade-i ziyaret yapıyor. Velhasıl
Çankaya, sürekli
savunma halinde.
Yeni anayasa çalışmalarıyla bu süreç daha farklı bir boyut kazanmaya başladı. Derin devletin 28
Şubat refleksi hortladı. YÖK Başkanı
Erdoğan Teziç, kendisi bir anayasa profesörü olmasına rağmen, akademik kariyerine gölge düşüren çıkışlarla rolünü oynuyor. Ayrıca iktidara aba altından
sopa gösteriyor: ‘Türban yüzünden iki parti kapatıldı.’ Demek istiyor ki, böyle giderseniz sizi de kapatırlar.
Kapatma davasını açacak olan kim?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı. Bir de bakıyoruz, eş zamanlı Başsavcı
Abdurrahman Yalçınkaya sahaya çıkıyor: ‘Dini
siyasete karıştırmayın.’ Dinin siyasete karıştırıldığı yok da, aynı frenkstan yayın yapılıyor; Böyle giderseniz
kapatma davası açabilirim!
Bunlar yetmiyor tabi.
Sosyolog yanı cebinde gizli bir genel yayın yönetmenimiz, bu yeni dönemin sosyolojik şartlarını oluşturmaya çalışıyor: Darbe olabilir. Sonra? ‘Bu
darbe hepinizi götürür’ diyor. Eleştiriler karşısında da ‘darbe’ sözcüğünü farklı manada kullandığını söylüyor. Ama filmlerdeki gizli reklamlar gibi bilinç altına ‘darbe’ sözcüğünü kazıyor.
Bir aklı evvel yazarımız da ‘Bundan sonra
muhtıra olmaz, fiili durum (darbe) olur’ diyerek tüy dikiyor. Anlayacağınız,
psikolojik harekat devam ediyor.
27 Nisan süreci, farklı bir ambalajla vizyona giriyor.
YÜZDE 47’Yİ İÇİNİZE SİNDİRİN
Nereye kadar devam eder?
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin’in şu sözleri önemli: ‘Bir defa herkes, 22 Temmuz sonuçlarını içine sindirmelidir. Sindirsinler ondan sonra oturup konuşalım. Şu da unutulmamalı, değişim, dönüşüm her zaman sancılı olur.’
Doğrudur.
Takvim belirlemek zor ama
Türkiye, büyük bir dönüşüm hamlesinin sancılarını yaşıyor. Yüzde 47 karşısında kahrolan bürokratik elit kesim, iplerin halkın eline geçtiği demokratik cumhuriyete karşı direniyor.
Elbette, doğumun mümkün olduğunca ‘sancısız’ atlatılması, en
tercih edilen yoldur. Ama antibiyotikle tedavinin çaresiz kaldığı anlarda ‘neşter’ en ideal olanıdır. Maalesef, 5 yıldır
toplumun kanayan yarası
türban ve
katsayı gibi sorunların çözümü için oluşturulmak istenen kurumsal mutabakat,
sivil anayasa girişimleri tek taraflı sabote edildi.
Gelinen bu noktada, özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için yeni anayasa zaruridir. Farklı önerisi olanlar varsa, rejim velvelesi ardına sığınarak toptan karşı çıkmak yerine çözüm üretmelidir.
Onun da ötesinde ara rejim şartlarında hazırlanmış bir anayasayı çağdaş ve demokrat hiç kimsenin içine sindirmesi mümkün değildir. Şimdi Türkiye’nin önüne tarihi bir fırsat çıkmıştır. Sadece
AK Parti değil, tüm
siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, hülasa katkı sunmak isteyen tüm kesimler devreye girmelidir.
Mevcut taslakta
itiraz edilen ve düzeltilmesi istenen maddeler olabilir. Diyalogla orta yol bulunabilir. Yeter ki, iyi niyetle çıkılan bu yolda Türkiye’yi ileriye taşıyacak özgürlükçü bir anayasayı milletin hizmetine sunma çabası baltalanmasın.
367 ANLAŞMASI
Çatışmacı siyaset kimseye yarar getirmez, ultra liberallerin sıkça dile getirdiği ‘Demokrasi aslında uzlaşma rejimi değildir’ tezi de doğru çözüm adresi olamaz.
O nedenle, iktidarın,
ocak ayına kadar toplumun tüm kesimleri tarafından tartışıldıktan ve ortaya çıkan yeni öneriler ışığında yeni düzenlemeler yapıldıktan sonra yeni anayasayı meclise sunmayı düşünmesi önemlidir.
Bir ileri adım olarak, yeni anayasaya mecliste 367 ve üzerinde oy çıksa bile halkın desteğine ihtiyaç duyularak referanduma gidilmek istenmesi takdire şayandır. Bu konudaki niyetini Baş
bakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Gül’e açtığını biliyorum. Gül’ün dünkü
Türk-İş heyetini kabulü sırasında, ‘367 oy bulunsa bile yeni anayasayı referanduma götürmek istiyorum’ demesi, bu konuda bir konsensüs oluştuğunu gösteriyor.
O zaman herkesin katılımına açık bir anayasa hazırlığına karşı çıkmak da neyin nesi? Neden oligarşiye yol açsın?
Sözüm feryat edenlere; Bakan Şahin’in dediği gibi yüzde 47’yi bir defa içinize sindirin, sonra makul olmaya gayret edin. Hala sindirim sorununuz devam ediyorsa, milleti huzursuz etmeyi bırakın, en kısa zamanda
reflü mütehassısına gidin.
STARGAZETE