22
Şubat 1962 ve 21
Mayıs 1963 tarihlerinde iki başarısız
darbe girişiminde bulunan
Talat Aydemir, hiç şüphesiz
27 Mayıs 1960 darbesine yönelik çok önemli vazifeler ifa etmiş bir askerdi. Buna rağmen, darbenin gerçekleştirildiği tarihten kısa süre önce, Haziran 1959'da Türk Tugayı ile Kore'de görevli olduğundan darbe sonrası süreçte ön planda görev alamamıştı. 8
Ağustos 1960'ta Kore'den dönen Aydemir'i,
darbeci arkadaşları hatırlamak istememişti belli ki. Çünkü darbe haberini Kore'de aldığında Sezai
Okan ve
Alparslan Türkeş'e yazdığı mektuplara da
cevap alamamıştı. Ama Aydemir, özellikle 1956'dan beri 'komite' için çok önemli bir isimdi. Bu havayı, 1966'da çıkan "Ve Talat Aydemir Konuşuyor" ile 1968'de basılan "Talat Aydemir'in Hatıraları" isimli, içerikleri aynı kitaplardan edinmek mümkün. Aydemir'in
savunmasının da yer aldığı ve 5 Temmuz 1964'teki idamına yakın zamana kadar notlarının da eklendiği
Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan 'Hatıratım' kitabı da okuyanda aynı hissiyatı uyandırıyor. Zira geçmişini 1952'lere kadar geriye götürenlere rağmen, Talat Aydemir ve ekibinin 1956'da faaliyete geçirdiği darbe komitesindekiler, askerlik hizmetini bırakmış,
İstanbul,
Ankara, Elazığ'da darbe toplantıları yapmakla meşguldüler.
Aydemir, kafasında oluşan fikirleri paylaşmak için
Eylül 1956'da bir toplantı yapmayı önerir. Kurmay
Binbaşı Sezai Okan, Osman Köksal ve Kurmay
Yüzbaşı Adnan Çelikoğlu ona katılan ilk isimlerdir. İlk toplantıyı Okan'ın Yenişehir'deki evinde gerçekleştirirler. Çelikoğlu, mazeret bildirir. Aydemir, darbeye iştirak edebilecek herkesi tartar. Kurmay Binbaşı Rafet Aksoyoğlu'na da açılır. Halkaya başka isimler de dâhil olur zamanla. Sonraki toplantı Kurmay Binbaşı Fahrettin Ermutlu'nun evinde yapılır. Sonrasında Kurmay Binbaşı Rauf
Gökçe,
Topçu Binbaşı Dündar
Seyhan da onların komitesine dâhil olur.
Bir sonraki toplantı ise İstanbul'daki ekiple birlikte Rafet Aksoyoğlu'nun evinde, Üsküdar'da Mahmut Şevket Paşa Konağı'nda yapılır.
Mart 1957'de bir cumartesi günü öğleden sonra Adnan Çelikoğlu, Osman Köksal hariç Aydemir'le birlikte Sezai Okan, Rafet Aksoyoğlu, Halil Kayalı, Fahrettin Ermutlu, Rauf Gökçe,
Ahmet Yıldız, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay bir araya gelir. Kabibay'ın getirdiği tabancanın üzerine ellerini
teker teker koymak suretiyle
yemin ederler. Çalışmaların gayesi de ilk defa orada açıklanır: "... memleketi bu gidişattan kurtarmak için ne lazımsa yapmak ve icap ettiği takdirde hükümet darbesi yaparak idareyi ele almak."
O toplantıda dört kişilik bir idare
heyeti de belirlenir: Talat Aydemir reis, Ahmet Yıldız genel sekreter, Sezai Okan ve Rafet Aksoyoğlu üye...
Aydemir, Ankara'ya, Genel
kurmay Lojistik Başkanlığı
Plan Şubesi'ndeki görevine döndüğünde Yıldız, Seyhan ve Kabibay'ın aynı zamanda diğer bir komitede görevli olduklarını da anlar. Demek ki seçtikleri adamlarda isabet etmiştir.
Talat Aydemir, Elazığ'da Motorlu Topçu Taburu Kumandanlığı'na
tayin olur. Piyade tabur kumandanı Kurmay Binbaşı
Alparslan Türkeş de Elazığ'da görevli iken Aydemir tarafından komiteye önerilir.
20 Ağustos 1957'de, yine İstanbul'da, bu sefer Tank Yüzbaşı Orhan Erkanlı'nın evinde toplanırlar. Bir sonraki toplantı, Yarbay Faruk Güventürk'ün topçu kumandan muavini olduğu İstanbul'daki Rami Kışlası'nda düzenlenecektir. Her toplantıda, darbenin bildik isimlerinin sayısı artmaktadır.
Bu sırada 1957
seçimleri de ülkenin gündemindedir. Burada dikkat edilmesi gereken, seçimlerin tarihi çok yakın olmasına rağmen darbecilerin amacının, ülkede yönetimin yenilenmesi olmadığıdır. Çünkü komitenin ortak fikrine göre seçimi 'yüzde yüz
CHP kazanacaktı. Onun için bu partinin ileri gelenleri ile temasa geçilme zamanı artık gelmişti.' Onun için
Albay Faruk Ateşdağlı ile Yüzbaşı Suphi Gürsoytrak'tan müteşekkil iki kişilik heyet CHP ile temas kurma işini üstlendi. İsmet
İnönü'nün böyle bir hareketi nasıl karşılayacağı merak ediliyordu. İsmet Paşa'dan Ateşdağlı'ya iletilene göre "İsmet Paşa'nın böyle bir hükûmet darbesine
taraftar olmadığı, normal seçimlerle nasıl olsa CHP'nin
iktidara geleceği, bunun yersiz olduğu ve şayet bir gün mecburiyet hasıl olursa kendilerine müracaat edilebileceği bildirilmiş ve zamanın
erken olduğu söylenmişti."
"27 Mayıs'ın ne içindeyiz ne de dışındayız." diyen İnönü, aslında ne demek istiyordu?
Aydemir, hatıralarında, savunmasını yaptığı b
ölümde CHP'den kendilerine böyle bir
teklif geldiğini de belirtiyordu: "1957 seçimleri yapıldı. İnönü'nün kıymetlendirmesinin tam aksi tecelli etti. O tarihte meşhur
Gaziantep Hadisesi meydana geldi. Meclis'in ilk açıldığı gün bir askerî müdahale yapılması için CHP'lilerden bizlere müracaatlar oldu. Fakat bir zümre ve hele CHP namına ihtilal yapamayacağımızı kendilerine bildirdik. Ve tekliflerini reddettik.
Ordu içi gizli faaliyetlerimizi devam ettirdik, genişlettik. Orduda bizim komitelerden başka komiteler de faaliyetlere geçmişlerdi. Bu 9
subay içinde bizim komitenin başkanı Faruk Güventürk de vardı. Faaliyetlerimizi gizledik."
Bu sırada Samet Kuşçu'nun ihbarı üzerine komitedeki bazı isimleri ortaya çıkaran 9 Subay Olayı yaşanmış, hükûmet kanadı işi ciddiye almadığı için darbeciler yoluna devam etmişti. Ama bu olay ortaya çıktığında Aydemir
yurt dışı görev talep ettiğini anlatarak Kore'deki Türk Tugayı'nda vazife almıştı. Yani Aydemir, sadece 22 Şubat 62 veya 2
1 Mayıs 63 hadiseleriyle parlayıp sönen bir asker değildi. Genlerine darbecilik işlemiş, 27 Mayıs darbesinin önemli askerlerinden biriydi.
İşin ilginç tarafı darbeciler, bakanların burnunun dibine kadar girmeyi de başarmışlardı.
Milli Savunma Bakanı Şem'i
Ergin'in emir subayı Adnan Çelikoğlu, bu süreçte çok kritik işler görmüştü. Aydemir'in hatıralarından okuyoruz: "Darbecilerden, Ankara'daki Muhabere Okulu'nda Er Eğitim Merkezi Kumandanı Faruk Ateşdağlı
istifa etmiş, istifasını zamanın Milli Müdafaa Vekili Şem'i Ergin geri aldırtmıştı. Bu durumu da Milli
Savunma Bakanı emir subayı Adnan Çelikoğlu sağlamıştı."
Şu satırları da Aydemir'in hatıralarından okuyalım: "Başvekil,
uçak kazası geçirdikten sonra ve Özel Kalem Müdürü öldüğü için kendisine yardımcı olanların yine askerlerden olmasını arzu etmiş. Bu vesile ile Başvekil'in karısı yine Adnan'a 'Siz başvekile emir subaylığı veya hususi
kalem müdürlüğü yapar mısınız?' demiş. Bu teklif karşısında Adnan 'Ben şimdilik yerimden çok memnunum. Arzu ediyorlarsa kendilerine bir arkadaş teklif edebileceğini' bildirmiş, ya emir subayı ya da hususi kalem müdürü olarak. Ankara'daki arkadaşlar toplanarak karar vermişler ve benim olmamı istemişler."
Peki, Aydemir'in cevabı ne olmuş? "Nasıl münasip görürseniz öyle olsun dedim. Yalnız bir mahzur vardı, onu hatırlattım. Ben yaradılış itibariyle büyüklerin yanında hele hiçbir surette inanmadığım ve nefret ettiğim insanların yanında böyle vazifeler göremezdim. Belki bir gün hareketlerimle veya sözlerimle rengimi belli edebilirdim."
Ve Aydemir Kore'de iken 27 Mayıs darbesi gerçekleşir. Aydemir'in bir kulağı Ankara'dadır. Kendisini ne arayan ne soran vardır. Buna içerlemiştir. Onun için kafasında şunlar belirir: "Ya unutulup bir kenara itileceğim yahut da geçmişteki hizmetlerim hatırlanıp faal bir vazifeye tayin edileceğim.
Allah hangisini kısmet ederse ona razıyım. (...) Eskiden arzu ettiğim Milli Müdafaa Vekaleti Genel Sekreterliği kadrosu olması beni çok memnun eder. Çift görev de verilebilir, hepsi olur."
Ama Aydemir
Türkiye'de beklediği gibi karşılık bulamaz. Çok çekişmeli bir durumdan sonra
Harp Okulu Kumandanlığı'na tayin edilir.
Alparslan Türkeş'in
Başbakanlık Müsteşarı olması da korkutmuştur bu süreçte. Daha sonra pişmanlık duyacağı şekilde 14'lerin tasfiyesine
destek verir ancak sonradan karşı tarafça kullanıldığını düşünür. 1961'de, 66. Tümen Komutanı Faruk Güventürk ile
Harp Akademileri Komutanı Faruk Gürler'in liderliğindeki
generaller ve
Harp Okulu Komutanı Aydemir'in önderliğindeki Albaylar Cuntası, Silahlı
Kuvvetler'in bölündüğü düşüncesiyle orduyu MBK üyelerinin elinden kurtarmak için Silahlı Kuvvetler Birliği'ni kurarlar. Önce
Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel'in tayinini durdurur SKB. Başka istekleri de vardır: "Seçimler bilindiği gibi sonuçlanınca milli iradenin tam olarak gerçekleşmediği inancına varmıştık. (...) Bu nedenle bir grup subay, yol yakın iken memleketin geleceği bakımından idareye el konulması fikrini savunuyordu."
İsteklerini, 10 general ve 28 albayın imzasıyla 21
Ekim Protokolü olarak kamuoyuna deklare etmişlerdi.
Kafes ve Balyozcular gibi
halk iradesini yok sayarak 15 Ekim 1961 günü yapılan seçimleri geçerli saymayıp Meclis'e müdahale edeceklerdi. Sonra iktidar, milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edilecekti. Yine bütün
siyasi partiler kapatılacak, seçim sonuçları ile MBK 25 Ekim 1961'e kadar feshedilecekti.
Gelişen olaylar üzerine 19 Ocak 1962'de
Genelkurmay Karargâhı'nda
Cevdet Sunay başkanlığında Genişletilmiş Komuta Konseyi toplandı. Herkes fikrini söyledi. Sıra Aydemir'e gelmişti. "Paşam ben size bugünkü durumların bu şekle döneceğini ta temmuz ayında söylemiştim. (...) Bu memlekette yüzde yüz ikinci bir ihtilalin olacağına inanıyorum." diyordu Aydemir. Albay Aydemir, o sırada var olan darbe gruplarını şöyle saymıştı konseyde: "1) Bizzat Devlet Başkanı Gürsel bir ihtilal hazırlıyordu.
Aralık ayı içinde 28. Tümen Komutanı Nuri Hazer'e giderek 'İkinci ihtilalin olacağına inandım. Siyasi partiler bu işi yürütecek güçte değildir. Bir ihtilal yapıp durumu düzeltmek gerekiyor.' demişti. Durum, ben ve arkadaşlarım tarafından öğrenilerek Sunay'a nakledildi. Halim Menteş kanalıyla da İnönü haberdar edildi. 2) Eski MBK üyeleri bir başka amaçla ihtilal hazırlıyordu. 3) Bazı CHP'liler Meclis'e karşı hoşnutsuzluk duyuyorlar ve bir ihtilal ile Meclis'i temizlemek istiyorlardı. Başlarında da
Cemal Yıldırım ve Sıtkı Ulay vardı, Naci Aşkun da onlarla birlikte idi. 4) İntikamcı partiler ise bir halk ihtilali hazırlamakta idiler. 5) Orduda binbaşılar grubu, albaylar grubu,
gençler grubu, havacılar grubu gibi gruplaşmalar olmuştu."
Genç kuşak, Aydemir ve arkadaşları ile birlikte idi ona göre. Aydemir, o toplantıda sözlerini şöyle bitiriyordu: "İleride olacak herhangi bir hadisenin mesulü, hadiseleri bildiği halde doğru olarak aksettirmeyen ve gene bu hareketleri bildiği halde gerekli
tedbirleri almayanlar olacaktır." Sunay'ın Aydemir'e cevabı ise "Sen çok ateşlisin, çok heyecanlısın." olacaktı.
Talat Aydemir ve ekibinin 20-21 Şubat 1962'de harekete geçeceği söylentisi yayılmıştı askerler arasında. Bunun üzerine Cevdet Sunay, birliklerine
alarm verenlerin nakillerinin yapılacağını belirtir. Aydemir, olaylarla ilgisi olmadığını söyler. Buna rağmen 21 Şubat'ta ordu içinde huzursuzluğa yol açanlar doğudaki birliklere tayin edilecektir. Aydemir, bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı'na üç maddeden oluşan
muhtıra verir. Gelgitlerin olduğu ortamda Muhafız
Alay Komutanlığını yürüten Süvari Binbaşı Fethi Gürcan Aydemir'e
telefon açar: "Albayım, şimdi burada kuvvet kumandanları, İnönü dahil bütün
kabine köşkte toplantı halindeler... Şimdi hepsini enterne edeyim mi? Hesaplarını göreyim mi?" dedi. "
Hayır" dedim, "Serbest bırakacaksınız. Çıkacaklar."
Bu hadise, Aydemir'in 22 Şubat'taki girişiminin sonu olur. İnönü, Turhan Feyzioğlu'na "İşte Harbiye kumandanı şimdi kaybetti. Bizi buradan bırakmayacaktı." der. İnönü, kan dökülmemiş olması hasebiyle harekâta katılanlar hakkında cezai takibat yapılmayacağı sözünü verir darbecilere.
Aydemir, 22 Şubat gecesi harekâtı durdurmuş, sabahleyin
silahlı kuvvetlerin almış olduğu tedbir gereğince serbest bırakılmış, evine gitmişti. Gece 11'de dairenin kapısı çalınır. Gelenler arasında sonraki yıllarda Türkiye'nin tanıyacağı bir isim de vardır: "Aralarında Kurmay Yüzbaşı
Necip Torumtay da vardı. Akademiyi beraber okumuştuk.
Yassıada irtibat bürosunda çalışmıştı. Bizimle birlikte yeminli subaylar arasında idi. Bana karşı o geceye kadar çok hürmetkâr idi. Fakat ne olmuştu, canavar kesilmişti, hiçbir isteğimi yerine getirmek istemiyor, dışarıda kar yağdığı halde beni pijama ile sürükleyip kapıda bekleyen jipe bindirmek için uğraşıyordu."
İnönü, 22 Şubatçılara yönelik konuşmasında Harbiyelilerin aldatıldığını söyler ve "Çapulcular, Talat'ın üçbuçuk adamı" ifadelerini kullanır. Aydemir de İnönü ile ilgili hatıralarında şöyle bir not düşer: "Bir hususu açıkça beyan etmek isteriz ki İnönü'nün ismi zekâsından büyüktür."
Talat Aydemir, 69 subay ve dört astsubayla birlikte emekliye sevk edilir.
Bu arada, 22 Şubat olaylarını övdüğü için suç olan bir olayı övmekten cezaevinde
Hilton denilen 10. koğuşta 9 gün ağırlanır. Adalet tarihinde 312. madde ile bir şahsı ilk defa tevkif olayı Talat Aydemir'e uygulanmıştır.
İstanbul'da gazetecilerin ayaküstü sorduğu "Florya'da bulunan
cumhurbaşkanı ile görüşecek misiniz?' sorusuna "Orduda iken komutanlık münasebetim vardı. Şimdi hiçbir şey yok. O cumhurbaşkanı, ben ise asi bir albayım, protokolde yerim yok." diyecekti.
Bu, onun rahat durmayacağının işaretiydi sanki.
Önce asker-
sivil koordinasyon toplantılarına katılır. Aydemir, zamanla darbe toplantıları hâlini alacak organizasyonları sıklaştırır. Ev ve
otel toplantıları
birleşme çabaları konusunda sonuç vermeyince 22 Şubatçılar kendi aralarında harekete geçmeye karar verirler.
Tarih olarak da 21 Mayıs 1963'ü belirlerler. Önce üstünlük sağlarlar. Radyo iki taraf arasında el değiştirir. Şu sözler de Aydemir'in
radyoya yenildiğinin itirafıdır: "İşte o andan itibaren subaylarda, kıta komutanlarında bir çözülme başladı. Halbuki karşımızda hiçbir kıta yoktu. Subaylar tankları bırakıp, bölükleri bırakıp kaçmasa idi, hiçbir şey olmayacaktı. Tek radyonun bu kadar tesirli bir silah olduğunu o zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur."
Aydemir, kaybettiklerini anladığı an için şunları not almıştı hatıralarında: "30-40 kadar asker dolu gibi bize ateşe başladı. Hemen talebelere tam
siper yaptırdık, fakat Rıfkı bey ile biz ayakta kaldık, kendimizi kaybetmiştik, hele ben vurulmayı çok arzu ediyordum. Fakat öldürmeyen Allah öldürmüyor, ayağımın ucuna yere çarpan mermileri çok gördüm. Mucize demekten başka elimden bir şey gelmiyor. O geceyi görmeyen inanamaz."
22 Şubat 62 ve 21 Mayıs 63 darbe girişimleri kamuoyunca bilindiği için kısaca geçtiğimiz Aydemir ve ekibinin ihtilal hazırlığını İnönü'ye Türkeş bildirmişti: "Mahkeme safhasında sıra Türkeş'in sorgulanmasına gelince işin iç yüzü anlaşıldı. Meğer ihbarı yapan Türkeş imiş. Saat 20'de Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi'nden (CKMP) Fuat Uluç'a telefon ederek 'Gene o namussuz Aydemir bu gece ihtilal yapıyor.' demiş, durumu CKMP milletvekili (Hakkı) Yılanlıoğlu'na bildirmiş. O da hemen CKMP lideri ve
Başbakan Yardımcısı Hasan Dinçer'e bildirmiş. O da Başbakan İnönü'ye bildirmiş. Yani bu suretle hükümet haberdar edilmiş. Ama onlar hiçbir tedbir almamışlar, harekât başlamış."
Hapiste tuttuğu notları Fethi Gürcan'ın
küçük kızının koynuna konarak dışarı çıkarılan Aydemir'in, savunması da ilave edilerek yayımlanan Hatıratım kitabında başka ilginç notlar da var: "
Cemal Gürsel, Yassıada Komutanı Tarık Güryay'a telefon etmiş 'İnfaz durdurulsun, yeni bir doktorlar heyeti gönderilecek.' Bunun üzerine Güryay derhal durumu
Altay Ömer Egesel'e bildirmiş. Egesel hemen telaşlanmış 'Aman, kurtaracaklar, götürüp asalım' demiş. O zaman Örfi İdare Kumandanı Cemal Tural ve Garnizon Komutanı General Faruk Güventürk'e vaziyet bildirilmiş. Onlar da acele edin demişler. Derhal iki tane hücumbot hazırlanmış. Hatta hücumbotlardan birinde darağacı da kurulmuş, ne olur ne olmaz, İmralı'ya gidinceye kadar yolda
telsiz ile bir emir gelirse (idamın durdurulması için) Egesel o zaman hemen yolda hücumbotta idamı
infaz ederiz diye tertibat aldırmış."
Aydemir, 16 Eylül 1961'de de Gürsel'in
Menderes'i idamdan kurtarmak için yeni bir doktorlar heyeti göndererek 'Menderes hakkında akli muvazenesini kaybetmiştir' diye
rapor tanzim etmek istediğini de anlatıyor hatıralarında.
5 Temmuz 1964'te idam edilen Aydemir, ölümünü isteyen asıl mesuller olarak Cemal Gürsel, İsmet İnönü ve Cevdet Sunay'ı gösteriyor hatıratında.
İnönü için, "Masonları da hesaba katın, onlar da memlekette bir kuvvettir." dediğini, bununla, yargılanan 21 Mayısçılar içindeki masonları kastettiğini anlatan Aydemir, İnönü'nün daima onlardan ürktüğünü yazıyor ayrıca.
Aydemir, 27 Mayıs sabahı Cemal Gürsel'in, damadı Metin Toker de yanında olduğu hâlde İnönü ile telefonda görüştüğünü ve ona "Paşam biliyorum beni af etmeyeceksin ama yapılacak başka çare yoktur. Sizi bir
peygamber olarak tanıyor, işaretlerinizi bekliyorum." dediğini de anlatıyor.
Cevdet Sunay ile ilgili hatıralarda ise şöyle bir kayda rastlıyoruz: "Ben orduda iken, Sunay bir zamanlar Prof. Ali Fuat Başgil'in hayranı idi. Onun Yeni İstanbul Gazetesi'nde çıkan yazılarını çok beğeniyor, kesip kesip saklıyordu. O zaman hususi kalem müdürlüğünü yapan Kurmay Albay İsmail Hakkı Güngör'e bu hissiyatını belirtmiş ve hatta Ali Fuat Başgil'e özel mektuplar yazmıştır. Fakat bir müddet sonra bu albayın ikazı ile bu hususi münasebet önlenmiştir."
CHP'ye yönelik ise "Hiçbir zaman milletin reyi ile iktidara gelemez. Halk ekseriyetinin sevgisini kazanmamış bir siyasi teşekküldür." tespitini yapan Aydemir'in, o günkü Türkiye'ye yönelik değerlendirmeleri de sanki bugün için hâlâ geçerli: "Türkiye hâlâ bir ihtilal vasatı içindedir. Türkiye'de henüz rejim davası halledilmemiştir. 27 Mayıs 960 ihtilali hedefine varmadığı için zaman fasılasıyla yüzde 100 yenileri yapılacaktır. (...) CHP'lilerin bu tutumu ile halk orduya karşı düşman hale getirilmektedir. (...) Türkiye'de halk CHP'nin tutumu ile iki düşman kampa bölünmüştür."
Aydemir, mevcut kanunlar muvacehesinde ölüm kararının da haklı olduğunu belirtmiş ayrıca: "Bugün için beni demokratik rejimi istemeyen ve ona kast eden, anayasayı silahlı olarak çiğneyen bir insan olarak mevcut kanunlar muvacehesinde haklı olarak ölüme mahkûm ettiler. Fakat bu işin her şeyde olduğu gibi şeklî tarafıdır."
Amcası İlyas Aydemir'in Gürsel'in hayatını kurtardığını da belirten Aydemir, Ömer Gürcan ile birlikte bu hadiselerde idama mahkûm edilir. Aydemir, ihtilal fikri karargâhından kendisine sadece Fethi Gürcan'ın sadık çıktığını, diğer hepsinin art fikirlerini zamanla öğrendiğini vurgular: "İşte samimiyetin olmadığı, alınan hayati bir vazifenin yapılmasında tereddüt gösteren tehlikeler karşısında cesaret gösteremeyen,
mahkemelerin vereceği cezalardan ürkerek aslını inkâr eden bir kadro ile ihtilal hareket olarak da muvaffak olmuş olsa idi, neticesi gelmeyecekmiş. Allah, bana ve benim gibi düşünenlere ve Türk milletine acımış ki bizi 20-21 Mayıs 963 gecesi yapılan askerî harekâtta muvaffak kılmadı. Bu cihetten çok memnunum, onun için mağlubiyet acımı unutmuş vaziyetteyim."
AKSİYON