Aksiyon dergisinin haberine göre, mezarı yeniden açılarak inceleme yapılan
Albay Kazım
Çillioğlu,
Yeşil ve ekibi tarafından sorgulanırken öldürüldü. Haberde, cinayetin ucunun Hanefi
Avcı ve
Veli Küçük'e kadar uzandığı iddia edildi.
Haşim Söylemez imzasıyla Aksiyon dergisinin bugünkü sayısında çıkan haber şöyle: "
Şubat 1994… Albay, her zaman olduğu gibi ikindi namazını kıldıktan sonra ellerini açıp uzun uzun dua etti. Yükselip alçalan sesi, kapıdaki görevli
subay tarafından duyuluyordu neredeyse. Son zamanlarda canına kastedileceğine dair şüpheleri iyice artmıştı. Zaten
Tunceli'ye geldiğinden beri birileri
ölümü için her türlü yolu deniyordu. Son anda şüphelenip binmediği helikopter düşmüş ve üç subay şehit olmuştu. Son bir yıl onun için bayağı sıkıntılı geçmişti zaten. Namazdan sonra makamından çıktı. Tunceli Jandarma
Alay Komutanı Albay
Kazım Çillioğlu saatler sonra birilerinin aklına gelir ve aranmaya başlanır. Başvurulan ilk adres, nedense kaldığı
lojman olur. Tam teşekküllü, yüzeysel
otopsi raporu hazırlayacak
ekip de gelenlerle birlikte kırılan kapıdan içeri girer ve salonda Çillioğulu'nun cansız bedeniyle karşılaşılır. O gün makamında ölü bulunduğu açıklanan Çillioğlu'nun, ölüm raporunda ise evinde
intihar ettiği belirtilir. Ölümünden sonra sadece dış otopsi yapılarak 'intihar etti' raporu verilir ve dosyası kapatılır. 8.
Kolordu Komutanlığı
Askerî Savcılığı da kovuşturmaya gerek olmadığı yönünde karar verir. Albayın yanında "Bu, Türklüğün var olma mücadelesidir. Bir an önce geniş kapsamlı düşünmeliyiz." yazılı bir de not bulunur. Sağ elini kullanan albay, kendine garip bir şekilde sol tarafından ateş etmişti. Başka bir gariplik de namazlarını kaçırmayan Albayın evine botlarıyla girmesidir. Üniforması ve botu ayağında salonun ortasında ölü bulunmuştu
Albay Kazım Çillioğlu.
9 Haziran 2011… Oğlunun resmî başvurusu ve
Malatya Özel Yetkili
Cumhuriyet Savcılığı'nın kararıyla, Çillioğlu'nun Düzce'de bulunan mezarı açıldı. Yapılan ilk otopsi incelemesinde albayın kaburgasının iki yerden kırıldığı ve
kürek kemiğinde bir kurşun yarası tespit edildi. Bu durum intihar iddiasını çürüten önemli
delil oldu. Savcılık, şimdi dönemin tanıklarını ve vakanın oluşumunu inceliyor. İlk kanaat, albayın ölümünün intihar olmadığı yönünde.
Peki, Albay Kazım Çillioğlu, son görev yeri olan Tunceli'de nasıl ve kimler tarafından öldürüldü? Aslında oğlu Gökhan Çillioğlu'nun da zaman zaman gündeme getirdiği 'Babamı Yeşil öldürdü' tezi giderek güçleniyor. Bu durumda Yeşil, elini kolunu sallayarak alay
komutanını kendi lojmanında nasıl öldürebilir? Ve ayrıca neden öldürsün? Cevaplar için 1993'e gitmekte fayda var. Çünkü albayın ölümünün altında yatan süreç, o yılın ikinci ayında başlıyor.
Takvim yaprakları, 1
7 Şubat 1993'ü gösteriyor.
Ankara'da zemheri soğuğu var.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref
Bitlis'i
Diyarbakır'a götürmek üzere Güvercinlik Askerî Havaalanı'ndan kalkan 10011 numaralı BEECHCRAFT SUPER KING AIR B 200 Vip
uçak, kalkışından 7 dakika sonra, saat 12.27'de Yenimahalle Posta İşletmeleri Merkezi bahçesine düşüyor! Olayı telsizden duyan
JİTEM Gruplar Komutan Vekili Kıdemli
Binbaşı Ahmet
Cem Ersever, hemen arabaya atlar, hızla olay yerine intikal eder. Posta İşletmeleri Merkezi bahçesine sanki
bomba düşmüş gibidir!
Üstünü beyaz bir kar örtüsü kaplamış olan bahçenin yaklaşık 500 metrekarelik kısmı kapkaraydı. Bekçi kulübesi köz hâlindeydi… Etraf, dumanı tüten
metal yığınlarıyla doluydu... Uçak
enkazının bulunduğu alan gelişigüzel koruma altına alınmıştı. Bir iki
astsubay ellerindeki eski tip fotoğraf makineleriyle bütün bu
manzarayı görüntülemeye çalışıyordu. Özellikle etrafa saçılmış enkaz parçalarının tek tek fotoğraflarını çekiyorlardı.
Gazeteci ordusu da olanları ve yaşananları görüntülemeye çalışıyordu. Bütün objektifler, karaltıların içine yönelmiş, ne aradıklarını bilmez bir şekilde dolaşıyordu. Ve başta Orgeneral
Eşref Bitlis olmak üzere uçakta bulunan herkes şehit olmuştu. JİTEM Gruplar Komutan Vekili Kıdemli Binbaşı Ahmet Cem Ersever'in gördüğü ilk manzara buydu! (En önemli delil niteliğindeki uçak enkazının 500 lira karşılığında hurdacıya satıldığını da yeni
soruşturma ortaya çıkardı.) Ersever, kalabalıkta ilk bakışta
Başbakan Süleyman Demirel'i, eski Başbakan Mesut Yılmaz'ı,
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'i fark etti. Ve askerî savcılar Hasan Tüysüzoğlu ile
Serdar Karapınar'ı… Bu kadar karışıklık ve kalabalıkta delillerin kaybolmadan toplanması imkânsızdı… Herkes her yerde rastgele dolaşıyordu. Bu durumda uçağın hangi sebeple düştüğü tespit edilemeyebilirdi. Bunu fark edince içi cız etti! Demek komutanının ölüm sebebi dahi belirlenemeyecekti! Ersever, "Eyvah, komutanım!" dedi, "Eyvah! Uçağın düşme sebebi bile tespit edilemeyecek!" Babası gibi sevdiği, hatta belki de babasından çok sevdiği komutanının öldüğünü, işte ilk olarak o an idrak etti! Olay yerinden uzaklaşmak isterken olayı çözmek için
yemin etti: "Komutanım, uçağın düşmesinin ve ölümünün sebebini hayatım pahasına bulacağım ve dünyaya açıklayacağım!"
1994'te intihar ettiği söylenen Albay Kazım Çillioğlu'nun ölüm yolculuğu, Eşref Paşa'nın uçağının 17 Şubat 1993'te Ankara'da düşmesinden sonra başladı. Bunun ilk fişeğini Cem Ersever çaktı. Ve
Türkiye değerli bir albayını faili malum ama üstü örtülen bir meçhul intihara
kurban verdi. Ahmet Cem Ersever, ettiği yeminden sonra kendini Eşref Paşa'nın uçak kazasının sebebini bulmaya adadı. Artık bütün mesaisi buydu. Zaten 17
Mart 1993'te JİTEM'deki görevinden
istifa eden Ersever, yanına aldığı ve daha önce bir kısmını itirafçı olarak çalıştırdığı kişilerden oluşan 30 kişilik bir ekip kurdu. Bu ekibin amacı, Bitlis suikastını çözmek ve
PKK'ya karşı mücadele etmekti. Hatta Ersever, İstanbul'da bir de şirket kurarak itirafçı Mustafa Deniz ile ortak işletmeye başlattı. Bu sırada Çillioğlu'nun uçağa binmemesi, Jandarma'da bir grup tarafından hep bir şüpheyle karşılandı. Bu şüpheyi duyanlardan biri de Ersever'di. Oysa olayın aslı çok basitti, uçağın kalkışı hava şartları nedeniyle tam olarak belli olmadığından (yarım saatte bir erteleniyordu), Çillioğlu uçağın kalkacağını son anda, yani kalkıştan 10 dakika önce öğrenmiş ancak uçağa yetişememişti. Fakat uçağın sürekli bilinçli şekilde bekletildiği iddiası bazı tanıklar tarafından artık dile getiriliyor. Olayın aslı bu olmasına rağmen Albay Çillioğlu, adı listede olduğu (adı bir gün önceden çıkarılmamış, aksine Paşa ile birlikte Diyarbakır'a gidecekti) ancak uçağı kaçırdığı için bir numaralı
şüpheli olarak görüldü. Bu nedenle olayları birinci ağızdan dinleyen ve takibe alan bir tanığın anlattıklarına göre Ersever,
sivil olmasına rağmen Çillioğlu'nu gayriresmî sorguya çekti. Bu sorguda ikna olan Ersever, Çilioğlu'na zarar vermeden onu bıraktı. Ancak Eşref Bitlis Paşa'nın kazasının izini hep sürdü. Bunun için çalışmalarını derinleştiren Ersever'in önemli bilgi ve
belgelere ulaştığı bilgisi, JİTEM ve özellikle itirafçıların kulağına kadar gitti. Hatta 24
Ekim 1993'te Ankara'ya giden Ersever, burada "Şam'daki Kemancı" isimli kitabının
hazırlık çalışması için yayıncısı ile görüşür.
Kitap, iki bölümden oluşmaktaydı. Birinci bölümde, PKK ve ona karşı yapılacaklar; diğerinde ise Eşref Bitlis suikastı vardı. Hatta bu konuda önemli belgeler de toplamıştı Ersever. Yayıncısına, "Dur, bekle. Olayın arkasında öyle bir isim var ki söylesem bana deli dersin. Ama bekle, sana belgesini getireceğim. Kitabı öyle basalım." dedi. Bu, Ersever'in son görüşmesi oldu. Ortadan kaybolan Ersever, 4
Kasım 1993'te Ankara Elmadağ'da ölü bulundu. Ancak öldürülmeden önce, Ersever'in Bitlis suikastını aydınlatacağından korkan bir ekip onu uzun bir sorguya alır, evrakların kimde olduğunu işkence yaparak söyletir. Ersever, belgelerin İstanbul'da Neval Boz'da olduğunu söylemek zorunda kalır. Aynı ekip Boz'u ve bulabildikleri bazı evrakları Ankara'ya getirir. Aynı şekilde Neval Boz da
infaz edilir. İddiaya göre, Ersever'i infaz edenlerle Bitlis Paşa'nın uçağını düşürenler aynı ekipti. Bu ekibin,
yerli ve
yabancı olmak üzere ikili ortak şeklinde çalıştıkları belirtiliyor. İşin ucu
Ergenekon'a kadar uzanıyor. Ersever'i sona sürükleyen önemli kişilerden biri, ortağı itirafçı Mustafa Deniz oldu. Deniz, Ersever'in bütün çalışmaları hakkında hem MOSSAD'a hem Amerikalılara hem de Ergenekon yapılanmasına bilgi veriyordu. Öldüğü söylenen Mustafa Deniz'in
İhsan Hakan adını kullandığı ve hayatta olduğu artık resmen biliniyor. Hâlen JİTEM'den
maaş aldığı belgeleri yayımlandı. Ersever'i ihbar eden Mustafa Deniz, daha sonra eski Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı
Hanefi Avcı'nın itirafçı ekibinde yer alıyor. Aslında onlar birbirlerini Diyarbakır'da tanıyor. Deniz'den sonra Cem Ersever'in aleyhinde çalışanlarından biri de eski
Habur Gümrük Müdürü Ali
Balkan Metel'in şoförü JİTEM elemanı Kemal Uzuner'di. Bu kişi, Ersever'in elinde bazı belgeler olduğunu söyleyip onu JİTEM'e gammazladı. Bu şahsın da yolu Hanefi Avcı ile kesişiyor. Ergenekon tutuklusu
Veli Küçük'ün Batı
Trakya Dergisi'nden ortağı olan Uzuner, Ersever ile son görüşenlerden biri. Bitlis Paşa ile ilgili belgelerin Veli Küçük'ün evinde ortaya çıktığı söylense de bu gerçekleri yansıtmıyor. Yani suikasta dair belgelerin Ergenekon operasyonunda ele geçirilen belgeler olmadığını; ancak önemli evraklar olduğunu söylemek mümkün. Fakat hem Mustafa Deniz hem de Kemal Uzuner'in Hanefi Avcı ile irtibatları, Ersever'e ait belgelerin Avcı'da olma ihtimalini güçlendiriyor. Aynı şekilde Çillioğlu cinayetinde kullanılan silahın da Uzuner tarafından Ergenekon ekibine verildiği belirtiliyor. Olaydan sonra kovanların balistik incelemesi yapılmamıştı.
Cem Ersever'den istenilen belgeler alınamayınca Albay Çillioğlu'nun Eşref Bitlis suikastına dair çok şey bildiği ve
kilit adam olduğu ortaya atıldı. Bundan korkan ekip, Çillioğlu'nu sorgulamak istedi. Yeşil kod adlı Mahmut
Yıldırım görevlendirildi. Tunceli'yi çok iyi bilen, hatta Tunceli halkının 'Sakallı' lakabını taktığı Yıldırım, kendisi için bütün kapılar ardına kadar tuhaf bir şekilde açılınca, Albay Kazım Çillioğlu'nu Ersever'den sonra sorguya aldı. Albayı lojmanına getirip sorgulayan ekipte
Mahmut Yıldırım, Mustafa Deniz, Kemal Uzuner ve üç kişi daha vardı. Bu ekip alay komutanını alıp sorgularken hiç kimsenin görmemiş olması hâlâ önemli bir çelişki. Yeşil ve ekibinin Çillioğlu'nu sorgularken kendi bildik yöntemlerine başvurduğu belirtiliyor. İddiaya göre Yeşil, Çillioğlu'nu bildiklerini anlatması için zorladı, işkence yaptı. Çillioğlu, önce havluya sarılmış sopalarla ve tekmelerle
darp edildi. Ardından öldüğünden şüphelenen infaz ekibi bilgi ve belgeleri aldıktan sonra intihar süsü vermek için tabancasını kafasına sıktırdı. Böylece dışarıdan bakıldığında üzerinde üniforması olan albaya, bunalıma girmiş ve intihar etmiş görüntüsü verildi. Otopsi raporları hazırlandı, kayıtlara intihar olarak geçirildi. Albayın yazdığı notun da olayı bilenlere yönelik bir tehdit mesajı olduğu ve Çilllioğlu'na zorla yazdırıldığı belirtiliyor. Çünkü "Bu, Türklüğün var olma mücadelesidir. Bir an önce geniş kapsamlı düşünmeliyiz." şeklindeki not, albayın hayat felsefesine dair hiçbir anlam içermiyor.
Yeşil'in bazı delilleri aldığı ve kararttığı gibi bazı belgelerin de Mustafa Deniz ve Kemal Uzuner'in eline geçtiği, bunların da durumu Avcı'ya bildirdikleri belirtiliyor. Emniyetçi Hanifi Avcı'nın 4 Şubat 1997'de
Meclis Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadeye göre, Ersever JİTEM'in
Güneydoğu sorumlusu olduğu için elinde çok önemli belge ve bilgiler vardı. Bu belgeleri eski Habur Gümrük Müdürü Ali Balkan Metel'in şoförü olan JİTEM elemanı Kemal Uzuner'in evinde saklıyordu. Uzuner de ifadesinde bu bilgiyi doğruluyor ve belgelerin evde kapalı bir valiz içinde yer aldığını anlatıyordu. Yine Hanifi Avcı'nın ifadesine göre Ersever, sevgilisi ve itirafçı arkadaşı Mustafa Deniz ile birlikte en son bu evden
jandarmalar tarafından alınmıştı. Söz konusu valiz de yanlarında gitmişti. Oysa bu beyanatlar olayın üstünü örtmekten başka anlam taşımıyor. Belgeler alınmış olsaydı Çillioğlu'nun öldürülmesine gerek kalmayacaktı. Nitekim bu ekip, Çillioğlu'nu sorgulayıp elinde belge olup olmadığını ve neler bildiğini anlatmasını istemişti. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın ön plana çıkarılmasıyla olayın zaten bir türlü izine rastlanmayan bu şahsın üzerine yıkılıp davanın kapanacağını düşünmek yanlış olur. Çünkü Yıldırım yaşıyor ve Ergenekon tutuklusu
Levent Ersöz samimi şekilde irtibatlıydı. Yeşil'in, Ersöz'ün Bursa'da görev yaptığı sırada bu kente adamlarıyla gelerek İbrahim Sönmez'e (bilinen Sönmez ailesi ile bir bağı yok,
soyadı benzerliği) ait
tekstil fabrikasına el koyduğu biliniyor. Yıllar önce öldüğü söylenen Mahmut Yıldırım'ın aramızda dolaştığı bir gerçek.
Albay Kazım Çillioğlu cinayeti ile ilgili Mahmut Yıldırım başta olmak üzere Mustafa Deniz, Kemal Uzuner ve Cem Ersever'in yardımcısı olan Binbaşı Aytekin Özen'in (JİTEM Diyarbakır Grup Komutan Yardımcılığı yaptı) görüşleri ehemmiyet kazandığı gibi, Veli Küçük ve Yeşil ile irtibatlı olan Levent Ersöz ve Hanefi Avcı gibi kişilerin görüşlerine de başvurulması, Çillioğlu dosyasının açıklığa kavuşturmasına önemli katkı sağlayacak nitelikte. Tabii o tarihte Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı'nda görev yapan subay ve diğer personelin de bir bir sorgudan geçirilmesi ve ifadelerine başvurulması şart. Çünkü Yeşil'den Veli Küçük'e, oradan Mustafa Deniz ve Hanefi Avcı'ya kadar uzanan bu infaz olayı,
Ergenekon davası ve özellikle
faili meçhul cinayetlerin çözümü adına önemli ipuçlarını içeriyor. Çünkü iddiaya göre,
Kürt meselesi ile ilgili olan ve Eşref Paşa ile aynı çizgide olan Kazım Çillioğlu'nun, bölgedeki binlerce faili meçhul olayın listesini tuttuğu ve olayları aydınlatmak için önemli delillere ulaştığı, aktarılan bilgiler arasında."