Avrupa Birliği'nin
ilerleme raporunda
ifade özgürlüğü çerçevesinde ciddi bir olumsuzluk olarak dile getirilen
akreditasyon uygulaması
Anıtkabir'deki 10
Kasım törenlerinde de devam ettirildi. Gün geçtikçe Türkiye'nin imajına daha fazla zarar veren uygulama bugün saygın
gazeteciler tarafından da eleştirildi.
Türkiye'de uzunca bir süredir devam ettirilegelen akreditasyon uygulaması iç ve dış çevrelerde ciddi bir biçimde tenkit ediliyor.
Sadece askeri tesislerle sınırlı kalmayan Cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk'ün medfun bulunduğu Anıtkabir'e kadar uzanan uygulama ciddi bir ayrımcılık olarak değerlendiriliyor.
Akreditasyon uygulaması oldukça ilginç nitelikler taşıyor. Akredite olmayan bir basın kuruluşunda çalışan "sarı basın kartı sahibi" bir gazeteci normal kimliğini göstererek Ata'nın huzuruna çıkabiliyor ama çalıştığı kurumun basın kartını gösterip içeri girmeye yada oradaki bir etkinliği haberleştirmeye kalktığında buna izin verilmiyor.
10 Kasım gibi bütün
ülke için sembolik anlam taşıyan günlerde bile uygulama aynı katılıkta devam ettiriliyor.
Samanyolu Televizyonu dünkü Anıtkabir programını kendisine ait çok geniş
teknik imkanlarla yayınlamak istiyordu. Ancak akredite engeli bulunduğu için törenler devlet televizyonundan yeniden iletimle seyirciye aktarılmak zorunda kalındı.
Akreditasyon uygulaması, geçtiğimiz hafta yayınlanan AB ilerleme raporunda net ifadelerle eleştirildi ve Türkiye'de hala demokratik anlamda ifade özgürlüğü olmadığına dair bir işaret olarak gösterildi.
AB İLERLEME RAPORU:
Askeri konularda gazetecilerin özgürlüğü, genel
kurmay tarafından orduyu eleştiren gazetecilerin askeri
resepsiyon ve brifinglere katılmalarının reddedilmesini bildiren bir iç andıç ile sınırlandırılmıştır. Genel olarak şiddet içermeyen fikirlerin ifadesine karşı adli kovuşturma ve mahkumiyetler ve gazetelere karşı hareketler, Türk hukuk sisteminin Avrupa standartları doğrultusunda ifade özgürlüğünü tam olarak garanti etmediğini ortaya koymaktadır.
PAZAR SOHBETİ'NDE ÇARPICI AÇIKLAMALAR
Öte yandan Samanyolu Televizyonu'nunda yayınlanan Pazar sohbeti programına katılan ünlü gazeteciler de uygulamayı çarpıcı açıklamalarla eleştirdi.
Bu yanlış uygulama kopmadan da Türkiye'de asker
sivil ilişkilerinin normalleşmesini beklememek gerek. Bu yanlışlıkla ilgili teşhislerin de yanlış olabileceğini düşünüyorum ben.
Yeni
Şafak gazetesi yazarı duayen gazeteci
Fehmi Koru uzun yıllar genel kurmayın en kritik toplantılarına davet edildiğini ama neden sonra bu tuhaf uygulamayla karşı karşıya kalındığını ifade etti.
Doğrusu 1997 yılına kadar Türk Genelkurmayı’nın düzenlediği hemen hemen bütün faaliyetlere davet edilen bir gazeteciydim Ankara temsilcisi olarak hatta üç beş gazetecinin davet edildiği yemeklerde bile o davetlerde ben bulunuyordum. Kendimi hiç bir zaman potansiyel bir casus olarak da doğrusu görmemiştim. ama böyle görüldüğümü okuyunca o belgede çok şaşırdığımı ve o şaşkınlığımın halen sürdüğünü de ifade etmek isterim.
Koru, mevcut Genel Kurmay Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın da bu uygulamadan hoşnut olmadığını düşündüğünü söyledi.
Ve bunu mesela bu günkü genelkurmay başkanımız Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın akreditasyon verilen ve verilmeyen gazete ve gazetecilerle ilgili kendisinin şahsi tespitleriyle de ters düştüğü kanaatindeyim.
Çünkü sayın Büyükanıt Amerika’dayken ben de tesadüfen bir etkinlik için oradaydım. onun onuruna verilen bir davet vardı büyükelçilikte ben gidecek miyim gitmeyecek miyim? Sadece kendime ve çevreme ve büyükelçiye değil, şeye de soruldu Büyükanıt Paşa’ya da soruldu. Ve ondan gelen yanıt" tabi ne demek mutlaka buyursun" oraya gittim
İşte ben onu söylüyorum yani. Benim bir tezim var o konuda biraz askerleri rencide edebilir ama geçerli olduğunu sanıyorum. Onları da aşan bir şey . Yani ben bugünkü genelkurmay başkanı'nın medya kuruluşlarını akredite olmaya laik laik olmayan kuruluşlar olarak ayırabileceğini, bazı gazetecileri muhatap kabul edip bazılarını kabul etmeyeceğini zannetmiyorum. kendisine bırakıldığı taktirde böyle birşeye, böyle bir uygulamaya onay vereceğini zannetmiyorum.
Taraf gazetesi yazarı ve yöneticisi
Yasemin Çongar da uygulamanın demokrasiyle bağdaşmadığını ve çağdaş batılı ülkelerde böyle bir uygulamanın asla görülemeyeceğini kaydetti.
Batıda herhangi bir devlet kurumu topluma karşı sorumludur, toplumun vergileriyle ayakta durur, ve Fehmi Bey de gayet iyi bilir. Amerika'da artık klişeleşmiş bir laf vardır vergisini ödeyen kanunlara uyan, her vatandaş kamu ile ilişkisinde eşittir. hiçbir devlet kurumu böyle bir ayrımcılık yapılamaz.
Herhangi bir gazete herhangi bir kişi, benim görüşümü paylaşmıyor veya şu şekilde ben onu tehdit olarak algılıyorum böyle soyut algılamalar üzerinden bir kamu kuruluşu karar veremez. Diyelim ki başkan Bush, kişisel olarak demeç vermeyeceği gazeteciler olabilir. Özel olarak söyleşi vermek istemediği bir muhabir olabilir, muhabiri sevmez ama beyaz sarayın birifingine şu şu şu gazeteler gelmesin diye bir şey söz konusu olamaz. Amerika'dan örnek veriyorum ben orada uzun süre yaşadığım için yani Avrupa’da hiç söz konusu olamaz.
Bu arada programı sunan
Zaman Gazetesi Yazarı
Hüseyin Gülerce ise medyanın bu önemli konuda maalesef gereken onurlu duruşu göstermediğini hatırlattı.
…Ama, mesela oraya katılan insanlar da ya diğer arkadaşlar gelmiyosa biz böyle bir toplantıya gelmiyoruz cesaretini gösteremiyorlar yani demokratik cesaret diyelim demokratik terbiye bu konuda devreye girmiyor.