Önümüzdeki günlerde bu konuyu daha çok gündeme getirecekleri ve olabildiğince sündürecekleri kesin. Abdullah Gül'ü mü tutuyorsunuz, Tayyip Erdoğan'ı mı? Yeni meselemiz, Cumhurbaşkanı ile
Başbakan arasında bir
kriz çıkartmak ve onu alabildiğine derinleştirmek.
Devlet
yönetimindeki uyumu çok tehlikeli bulanlar her dönem bu tür krizlere çanak tutmuş ve krizleri de olabildiğince körüklemişlerdi. Düşünsenize,
Türkiye gibi
Ortadoğu ve Avrupa'da ağırlığı her geçen gün artan ve çok daha artma potansiyeli olan bir ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakan'ı,
Meclis Başkanı,
Genelkurmay Başkanı aynı
hedef doğrultusunda uyumla çalışacak. Olacak gibi değil.
Böyle kocaman
komplo teorilerine girmeden olaya şöyle bakabiliriz: Her halükârda birbiriyle
kavga eden Başbakan ve Cumhurbaşkanı pek çok kimsenin işine gelir. Birbirleriyle korkutulabilir. Birine karşı diğeri tutulabilir. Ama görünen o ki her iki lider de hayret edilecek bir uyum içinde çalışıyor. Ve en önemlisi, fıtrat olarak birbirini tamamlayan iki kişiliğin Türkiye'ye getireceği çok şeyler var. Biri atak, cesur, süpürücü. Diğeri dengeli, kucaklayıcı, akılcı.
Hani insan şöyle düşünüyor; iyi ki ikisi de aynı fıtratta değil. Böylece birbirlerini dengeleyip tamamlıyorlar. Uyumlu çalışmakla iki farklı kişilik, yetenek ve beceri bir vücuttaymış gibi duruyor.
Başbakan'ın konuşulması gereken yerde cesaretle konuşması onu tarihî bir şahsiyet yapmaya yetiyor. Geçmişte Türkiye'de birçok problemin ana sebebi bu değil miydi? Türk
siyaseti hep şapkasını alıp kaçanlar yüzünden sağlıksız gelişmemiş miydi? Bu ülkedeki birçok mesele, söyleme cesareti bulamayanlar yüzünden eğri büğrü olmamış mıydı? Yerler ve yetkiler karmakarışık olmuş, atananlar, seçilenler karmaşıklığı yaşanmıyor muydu?
Tayyip Erdoğan'ı sevmek veya sevmemek başka bir şey, onun hakkını teslim etmek başka bir şey. 'Onun gibi cesur ve yetkilerini bilen bir siyasetçi çok az geldi.' desek abartmış olmayız. Tayyip Erdoğan'da bugün Türk siyasetinin en çok ihtiyaç duyduğu şey var: Cesaret! Tayyip Bey'in akıllı cesareti on yılların kirini pasını, tıkanıklıklarını açıyor.
Buna karşılık Abdullah Gül'ün kucaklayan, dengeleyen, dışlamayan, akılla hareket eden politikası ülkede mutlak küskünlerin oluşmasını engelliyor. Öyle ki kendisine açık faul yapanları bile ötelemeyen bir yönetim anlayışına sahip. Eski Cumhurbaşkanı'nın aksine toplumun bütün kesimlerini kucaklıyor ve hepsiyle barışık yaşıyor. Dış dünyayı çok yakından izliyor ve bölgede etkin, atak ve akıllı hareket eden bir lider görüntüsü veriyor.
Mutlak anlaşmak,
ikiz kardeşten de öte her şeye aynı bakmak tabii ki mümkün değildir. Tek ve mutlak lider kültürüne alışık bir coğrafyada iki liderin birbiriyle uyum içinde çalışması çok görülebilen bir şey değil. Bir lider çıkar, etrafına hep kolay yöneteceği bir
ekip oluşturur, o ne derse her şey ona göre şekillenir. Bu
kral, etrafındaki bütün etkin adamları birer birer temizler. Seçimle de gelse krallığını ilan eder. Tek adamlığı seven bir siyaset anlayışımız var maalesef. Bir de çatal kazık yere batmaz diye istişareyi, meşvereti, ekip olmayı sinsi sinsi reddeden bir de atasözümüz var. Ancak Başbakan ve Cumhurbaşkanı bugüne kadar gösterdikleri uyumla bu geleneği tersyüz ediyor.
Türkiye'nin Tayyip Bey'in cesaretine, Abdullah Bey'in dengesine ihtiyacı var.
MEHMET KAMIŞ/ZAMAN