Ahmet Kurucan, İskender Pala’nın röportajdaki sözlerini algı operasyonun yeni bir boyutu olarak değerlendirdi ve "Hasılı; cemaatin bittiği yok. Bitmek veya bitmemek her şeyi elinde tutan Allah’ın takdirine kalmış. Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin hiç kimseyi bitirmesi mümkün değil. Var eden O (cc), bitirecek olan da. Gerçek bu iken İ. Pala’nın dediği gibi “bu kavganın kaybeni bellidir; cemaat özür dilesin” demek cemaat bitmediği halde kamuoyu algısına yönelik bir ifadedir ve bu aslında mağlubiyetin, acizliğin, içine girilen çıkmaz sokağın sonunun görüldüğünün ifadesidir." şeklinde anlamlı bir göndermede bulundu.
Kurucan ayrıca, "Röportajdan öğrendiğimize göre İ.Pala, Efendimiz’in (sas) hayatı ile alakalı kitap yazıyormuş. Sayın Pala; Efendimiz (sas) ve ashabının Şi’b’i Ebi Talib’de geçirdiği ve Mekkelilerin bir yudum suyu bile Müslümanlara çok gördüğü o boykot yılları hakkındaki yorumlarınızı hararetle bekliyorum. Özellikle Efendimizin (sas) ve ashabının kendilerine o zulmü reva gören muhataplarından özür dileme veya dilememe konusunda tutumlarını ve gerekçeleri hakkındaki yorumlarınızı." sözleriyle dikkat çekici çağrı yaptı.
"İskender Pala’nın Balçiçek İlter’e verdiği ve gazetede “kaybeden özür dilesin” başlığı ile yayımlanan röportaj sosyal medya ve haber sitelerinde büyük yankı buldu. 17 Aralık’tan bu yana sesi sedası fazla çıkmayan Pala’nın bu röportajının yankılarını yakın ve uzak gelecekte devam edecektir kanaatindayim.
Röportajı okuduğumda aklıma ilk gelen düşünceyi Twitter hesabımda paylaştım; ben algı operasyonunun yeni bir boyutu diyorum. Bana bunu dedirten Pala’nın “Kavganın kaybedeni cemaattir. Kavgayı sürdürmenin manası yoktur. Cemaat özür dilesin ki normalleşelim.” sözüdür. Kısaca izahını yapayım.
17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında ismi geçen kişilerin adaleti tahakkuk ettirme/me yerine yaptıkları herkesin malumu. Bunlar arasında dikkati çeken en önemli unsur, hiç şüphesiz halka yönelik algı operasyonu. Gerçeklerle yüzleşmeye hazır olmadıkları ya da cesaret edemedikleri için olsa gerek, yaptıkları ve yapacakları gayri hukukî, gayri siyasî, gayri insanî muameleler için şart olan halk desteğini almanın tek yolu olarak bunu gördüler. Arka arkasına girilecek 3 seçim öncesine denk gelen iddaları savuşturmak ancak böyle mümkün olurdu diye düşündüler. Bir strateji bu ve kabul etmek lazım ki ellerinde bulundurdukları havuz medyası, devlet gücü, vicdanın ve kalbinin sesine yenik düşen siyasi ve bürokratların destekleri ile girdikleri bu çıkmaz sokakta başarılı da oldular. Ya da hayat hâlâ devam ettiğine göre şimdilik başarılı oldu gibi görünüyorlar.
Hatırlayın o günleri; İngilizcedeki tabirle “bleeds to death by a thousand cuts” felsefesine göre hareket edildi. Haber değeri olmayan nice şeyler büyük büyük manşetlerle kamuoyuna sunuldu. Ahlaksızlığın ahlak haline geldiği bu yola sülûk edilerek göz göre göre nice yalanlar söylendi, iftiralar atıldı, hakaretler yapıldı. Öyle ki yalan da, iftira da, hakaret de kendinden utandı. Amaç, cemaatin işini bitirmek. Açıkça ilan da ettiler bunu. Dönemin Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler Radikal’den Ömer Şahin’e 17 Mart 2014 günü verdiği röportajda “Cemaatin işi bitmiştir.” dedi.
Şimdi duralım ve soralım, madem cemaatin işi bitti; neden hâlâ cemaatle uğraşılıyor? Niye enerjiler boş yere harcanıyor? Madem cemaat bitti o zaman Donkişot misali yel değirmenleriyle savaşmanın manası ne? Gölge boksu yapılıyor da bizim mi haberimiz yok? Bank Asya’dan Kimse Yok mu’ya, 30 yıllık okulların ortasından yol geçirmeden reklam panolarını kapatmaya kadar hukuksuzluklara hâlâ neden devam ediliyor? Neden TV ekranlarında saatlerce programlar yapılıyor, gazetelerde manşetler atılıyor, yazılar yazılıyor. Milyonlarca para harcanarak –velev ki ceplerinden bile harcıyor olsalar- yurt dışında paneller, konferanslar, etkin kişi ve kuruluşlara ziyaretler düzenleniyor. İsraf ve israf da haram değil mi?
Hasılı; cemaatin bittiği yok. Bitmek veya bitmemek her şeyi elinde tutan Allah’ın takdirine kalmış. Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin hiç kimseyi bitirmesi mümkün değil. Var eden O (cc), bitirecek olan da. Gerçek bu iken İ. Pala’nın dediği gibi “bu kavganın kaybeni bellidir; cemaat özür dilesin” demek cemaat bitmediği halde kamuoyu algısına yönelik bir ifadedir ve bu aslında mağlubiyetin, acizliğin, içine girilen çıkmaz sokağın sonunun görüldüğünün ifadesidir.
Pala bu konuda yalnız değil. Ondan önce de bazıları açıkça kamuoyu önünde veya kapalı kapılar ardında aynı düşünceyi seslendirdi. Hem de tıpkı İ. Pala gibi “normalleşelim, kaybeden ülkemiz oluyor, camide aynı safta Hakkın karşısında secde eden kardeşleriz” ilaveleriyle. Güya bu sözlerle yolsuzluk mızrakları çuvala girmeye zorlanıyor ve halkın gözünü boyama, algılara oynama devam ettiriliyor.
Tam bu noktada bir şey daha ilave edeyim; “cemaat özür dilesin” demek, cemaate dolaylı olarak gönderilen mesajdır. Bu sözün sahipleri adına bir çıkış stratejisidir. Halbuki özür dilemek tweetlerde dolaştığı gibi milletin parasını ayakkabı kutularına koyanlardan, “bakara makara” diyerek Kur’an ile dalga geçenlerden, “yalancı peygamber, hain, haşhaşi, ajan, alim müsveddesi, sülük” diye hakaret edenlerden özür dilemektir ve cemaat adına ilkesizliktir, doğrulardan tavizdir; kendini inkârdır.
Pala’nın düşüncelerini tahlile yer kalmadı. Kısaca söyleyeyim; baştan bu yana cemaat-AKP kavgası yoktu. Kavga çoklarının dediği gibi “AK Parti-AKP kavgasıydı.” Bakınız; AKP’nin çırak, kalfa ve ustalık dönemlerinde yaptıklarına. Kavga, AKP’nin inandığı ve kabullendiğini zannettiğimiz hukukî, dinî ve ahlakî değerlerine karşıydı. Bakınız; masumiyet karinesine rağmen yapılan toptan suçlamalara; seçim meydanlarındaki tekfir isnadına dayanan hakaretlere ve şimdilerde tel tel dökülen yolsuzluk, rüşvet, zimmet haberlerine. Kavga, AKP ile demokrasi ve demokratik değerler arasındaydı. Bakınız; Kopenhang kriterlerine uygun olarak çıkartılan uyum yasaları ile torba yasalardan çıkan kanun maddelerine.
Röportajdan öğrendiğimize göre İ.Pala, Efendimiz’in (sas) hayatı ile alakalı kitap yazıyormuş. Sayın Pala; Efendimiz (sas) ve ashabının Şi’b’i Ebi Talib’de geçirdiği ve Mekkelilerin bir yudum suyu bile Müslümanlara çok gördüğü o boykot yılları hakkındaki yorumlarınızı hararetle bekliyorum. Özellikle Efendimizin (sas) ve ashabının kendilerine o zulmü reva gören muhataplarından özür dileme veya dilememe konusunda tutumlarını ve gerekçeleri hakkındaki yorumlarınızı."