İster
Dersim Katliamı'na bakın, ister
İzmir Suikastı'na, ister Ali Şükrü Bey'in vurulmasına, ister
Topal Osman'ın öldürülmesine, ister
Kürt ayaklanmalarına, ister yaşadığımız üç askerî
darbeye, ister 28
Şubat'a bakın.
Bütün bu olayların kanlı sırları medyanın “anlatmadıklarında” gizlidir.
Size basit bir soru sorayım izninizle.
Medya olmasaydı 28 Şubat olur muydu?
O uzun
siyah cübbeleriyle şehir şehir gezen yüz tane Aczmendiyi her gece ekranlarına taşıyan, muhtıradan sonra ortadan kaybolan
Fadime Şahin'in “şeyhlerle” yaşadığı tuhaf aşkları ve tuhaf baskınları defalarca gösteren televizyonlar, “andıçlara” uygun yayınlar yapan
gazeteler olmasaydı 28 Şubatçılar amaçlarına ulaşabilirler miydi?
Dün
Hürriyet gazetesinde
Ahmet Hakan, 28 Şubat döneminde üç gazetenin, Hürriyet'in, Milliyet'in ve
Sabah'ın aynı gün “Kur'an kurslarında ürperten
yemin” başlığıyla çıktığını hatırlatıyordu.
Üç gazetenin üçünde de aynı başlık.
Tesadüf müydü sizce?
Değildi elbet.
Merkez medyada bu ahlaksızlığı ortaya koyan gazete var mıydı?
Hatırladığım kadarıyla yoktu.
Peki, bugün bu gazetelerin ve televizyonların
Kafes planı karşısındaki sessizliği “tesadüf” mü?
Bu ülkenin son yıllarda gördüğü en korkunç plan Kafes planı.
Çocukları havaya uçurmayı planlamışlar.
Planı yapanların çoğunluğu halen görevlerini sürdüren üst düzey subaylar.
Aralarından yedisi tutuklanmış.
Planda söz edilen
bombalarla silahlar, söylenen yerlerde bulunmuşlar.
Genelkurmay Başkanı, o silahların “orduya ait olmadığını” söyledikten on gün sonra o silahların orduya ait olduğu ortaya çıkmış.
Çocukları öldürmek için Koç Müzesi'ne yerleştirilen bomba bulunmuş,
tutanak tutulmuş.
Gayrımüslimleri öldürmek için
hazırlıklar yapmışlar.
Agos gazetesinin abone listesini ele geçirip planlarına eklemişler.
Plan bütün detaylarıyla birlikte bir
Ergenekon sanığının bilgisayarında bulunmuş,
dava dosyasına girmiş.
Medya, bu korkunç plan hakkında ne yapıyor?
Susuyor.
Yüzlerce milyon dolarlara kurulmasına rağmen üstüne
promosyon koymadan satamayan gazetelerin genel yayın müdürleri,
küçük kız çocukları gibi “ay inanmıyorum vallahi” diye yazılar yazıyor.
İnanmıyorsan, gazetende çalışan o kadar iyi gazeteci, yetenekli muhabir var, gönderip araştır, planın “aslında” var olmadığını, Koç Müzesi'nden bomba çıkmadığını,
Poyrazköy kazılarında LAW silahları bulunmadığını kanıtla.
Dursun Çiçek'in hazırladığı “andıçı” yayımladığımızda Genelkurmay'a adam gönderip “yüzde 99 yalan” diye başlık atmayı biliyorsun da, Koç Müzesi'ne adam göndermeyi mi beceremiyorsun?
Beceremiyor, çünkü derdi gerçeği ortaya çıkarmak değil, yüz milyonlarca doları “gerçeği saklamak” için gömmüşler o gazeteye.
O yüzden promosyonsuz bir türlü gazete satamıyorlar.
Sadece biri değil ki neredeyse hepsi öyle.
Hürriyet'le Sabah, dışarıdan bakarsan birbirine
rakip, birbirleri hakkında söylemedikleri yok ama iş “cunta planına” gelince o muhteşem “Kafes kardeşliğiyle” sesleri kesiliveriyor.
Bu medyayı iyi izleyin.
Birkaç gazete dışında (bu arada geçen gün o gazeteler arasında Vakit ile Evrensel'in adını saymayı unutmuşum, özür borcumu bugün eda ediyorum) hiçbiri konuya girmiyor.
Çünkü bu korkunç plan, ordunun içindeki cuntaları hiçbir itiraza yer bırakmadan ortaya koyuyor.
Ve, onlar ordunun içinde cuntalar olduğunu,
darbe planları yaptığını bu halkın öğrenmesini istemiyorlar.
Her darbe planında, her andıçta bir de “medya” bölümü olması, medyaya nelerin yazdırılacağının listesinin yapılması boşuna değil.
Bu ülkede medyanın yardımı olmadan kimse cunta da kuramaz, darbe de yapamaz.
Çünkü darbeyi yapmak isteyen, darbenin “altyapısını” da hazırlıyor ve o altyapının hazırlanmasında birinci görev medyaya düşüyor.
Bazı şeyleri olduğundan “büyük” göstererek, bazı şeyleri de saklayarak o alt yapıyı hazırlıyorlar.
İyi bakın bu medyaya.
Onların Kafes sessizliğini dinleyin.
O sessizliğin içinde cuntanın uğultularını duyacaksınız.
AHMET ALTAN-TARAF