Ordu, yargı ve
sivil bürokrasi, “hukuk savar” manyetik bir kafes içine alınmışlardı, onların suçları araştırılamıyor, soruşturulamıyordu.
Medya, bu “dokunulmazlığın” sadık bekçisiydi.
“Muhalefet” demek “sivil siyasetçilere” alabildiğine saldırmak, “devlet görevlilerini” alabildiğine yüceltmekti.
Medyanın “muhalefeti” hiçbir zaman “sivil
iktidara” muhalefetten, “
sisteme muhalefete” geçmemişti.
İnanılmaz bir el çabukluğuyla “en önemli” muhalefetin “sivillere” karşı yapılacağına, “devlet görevlilerinin iktidarını” pekiştiren bu “sisteme” muhalefetin “
ihanet” sayılacağına insanları inandırmaya soyunmuşlardı.
Bu koruma zırhının içinde çok suç işlendi.
Hukuk defalarca çiğnendi.
Ordu canı istediği zaman
darbe yapabildi, darbe hazırlıklarını kesintisiz sürdürdü.
Bağımsız yargı, “ordunun darbelerini ve muhtıralarını” hep destekledi.
Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri, anayasayı ortadan kaldıran “
darbeci paşaya” saygılarını sunmaya gidebildi.
Yüksek
Yargının üyeleri, 28
Şubat döneminde Genelkurmay’da verilen “brifinglere” hiç tedirginlik duymadan koştu.
27
Nisan muhtırasına karşını sesini çıkartan tek bir Yüksek Yargı üyesi olmadı.
CHP ve lideri Deniz
Baykal da sadece “sivil iktidarları” eleştirdiler.
Asker cumhurbaşkanlarına karşı saygıda kusur etmeyen Baykal, Çankaya’ya çıkan her “sivile” düşman oldu.
“İlericilik, çağdaşlık, modernlik” hatta “solculuk”, orduyu ve darbeleri desteklemek,
halkı alabildiğine küçümsemek, halkın iradesini hiçe saymak demekti onlara göre.
Medya da bu anlayışı alabildiğine pompaladı.
Onyedi bin faili meçhulün olduğu ülkede katiller yargılanmadan dolaşabildi.
Üç bin köy, medyanın sessiz bakışları arasında yakıldı bu ülkede.
Bankalar talan edildi.
Medya patronları zenginleştirildi.
“Ordu, yargı, bürokrasi” iktidarına karşı “halkın iradesini” temsil eden sivil iktidarın haklarını savunmak “gericilikti, tutuculuktu, aşağılık bir işti” çünkü onların kafasında halk “gerici, tutucu, zavallı” bir cahil sürüsüydü.
En doğrusunu “paşalar” bilirdi, paşaların karşısında yerlerde sürünenler, yaltaklananlar, sivil iktidarlara efelenerek “yiğitliklerini” kanıtlarlardı.
Bugün de aynı oyunu sergilemeye çalışıyorlar.
Bu korkunç ve kanlı sisteme karşı çıkmayı, “sivil iktidarı” desteklemek olarak gösteriyorlar, halkın yarısının oyunu alan bir partinin “iktidar” olamayacağını söylüyorlar.
Sivil bir iktidara “muhalefet”, ancak ona karşı “sivil” bir inisiyatifi desteklediğinizde “haysiyetli” bir iştir.
Sivil iktidara karşı “askerî bir iktidarı” desteklemek, silahların gölgesine sığınmak, olabilecek en aşağılık ve alçakça bir iştir.
Kendi halkını satmaktır.
İnsanların iradesini hiçe saymaktır.
Bir sivil iktidar kötüyse, onu seçimde değiştirirsiniz.
Askeri ya da yargıcı iktidardan nasıl indireceksiniz.
Bugün,
Ergenekon terör örgütüyle ilişkisi olduğu iddia edilen bir başsavcıyla, Üçüncü Ordu Komutanı’nı korumak için verilen “hukuk dışı” savaşa bir baksanıza.
HSYK, yasaları ve hukuku çiğnediğinde bile ona söz söyleyebilecek bir güç yok bu sistemin içinde.
Daha doğrusu tek bir güç var, o da asker; askerin dediğini yapıyorlar, bunu da zaten onlara istediğini yaptıran paşa açıkça söylüyor.
Bugünkü keskin mücadele, eski ve “hukuk dışı” bir yapıyla, yeni ve demokratik bir yapı kurulmasını isteyenler arasında sürüyor.
Seksen yıllık cumhuriyet boyunca alttan alta hep süren bu mücadeleyi bugün fevkalade anlamlı kılan ise bizzat askerin, yargının ve bürokrasinin içinde bu “sisteme” karşı çıkan birilerinin varlığını göstermesiyle, dünyayla ticaret bağları kuran Anadolu’nun artık “kulluğa” razı olmaması.
Bu eski ve hukuksuz sistem yıkılacak.
Hukukun bizzat “
yüksek yargı” üyeleri tarafından çiğnenmesi, yasalara aldırılmaması aslında bu “yenilginin” en parlak göstergesi.
Genç ve bilinçli hukukçuların ortaya çıkmaları, eski dönem hukukçularını ekranlarda bilgileri ve zekâlarıyla perişan etmeleri, hukukun özünü ve gereklerini anlatmaları da değişimi gösteriyor bize.
Yeni bir
Türkiye kuruluyor.
Zamanın ruhu bize bunu yapmamızı emrediyor, hiç kimse zamana karşı direnemez.
Büyük bir dönüşümün, yenilenmenin, tazelenmenin tanıklarıyız.
Bunun güvenini ve tadını hissedin.
Tarih, böylesine keskin bir dönüşümün tanıklığını öyle herkese bağışlamıyor.
AHMET ALTAN-TARAF