Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı
Abdullah Gül'ün
cumhurbaşkanı olması
Türkiye'de bir rejim değişikliği midir? Ya da rejim değişikliğine giden yolda önemli bir dönemeç midir?
Belki de soruyu şöyle sormak lazım: 'Rejim değişince
ülkeye şeriat mı gelecektir?' Türkiye'de rejim Abdullah Gül'ün eşi
Hayrünnisa Hanım'ın başörtüsüne bağlanacak kadar zayıf mıdır? Ya da asıl soru; '
halk kim ki bizim sözümüzün üstüne söz söylesin' midir?
Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda önemli adımlar atan, demokratik bir ülkenin yazılı olmayan
kuralları olabilir mi? Ya da bu yazılmayan devlet geleneğimizde, devletin en tepesinde oturan kişinin hanımında başörtüsü olmaz gibi bir kural bulunabilir mi? Binlerce yıllık Türk devlet geleneğinde böyle bir kural ne zaman yazılmış ola ki? Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi
Latife Hanım ve annesi Zübeyde Hanım, bu yazılı olmayan kural içinde nereye oturur? Üstelik Mustafa Kemal'in, içinde kılık
kıyafet konusunun da bulunduğu onlarca devrim yapmış olmasına rağmen başörtüsüyle ilgili hiçbir düzenlemeye gitmediği bilinmez mi? Mustafa Kemal yapmadığına göre bu yazısız kuralı devlet geleneğimize kimler sokmuş ola ki?
Bir başörtüsüyle bir ülkede rejim tabii ki değişmez. Zaten kimse de değiştirmek istemiyor. Daha önce de yazmaya çalışmıştım; Türkiye'de
dindarların bir din devleti talebi değil,
özgürlük talebi var. Buradaki asıl kasıt, yoksa devlet ile
toplumun barışmasının önüne geçmek olmasın... Devlet kurumlarıyla toplumun aynı hedefe vurması Türkiye'yi nasıl bir potaya sokar bir düşünsenize. Genç, dinamik,
girişimci, kabına sığmayan nüfusa sahip bir ülke,
sanal tehlikelerle, sanal sorunlarla ve sanal korkularla nasıl da enerji kaybına uğruyor, oyalandırılıyor.
2007 yılındaki Türkiye'yi iyi
analiz etmekte yarar var. Bu ülke 1950'lerin 1960'ların Türkiye'si değil. İnsanlar artık daha çok okuyor, daha çok dünyayı görüyor, bütün gelişmeleri yakından izliyor, analiz ediyor ve en önemlisi kendisine daha çok saygı duyuyor. Toplum, 'ne derse desin, ülkedeki her şeyi üç beş kişi otursun kararlaştırsın' anlayışını kabul edemiyor artık. Bir din devleti talep etmese de daha dindar ve özgürlüklerinin daha çok peşinde.
Abdullah Gül'ün
Çankaya Köşkü'ne çıkması, 22 Temmuz'daki seçimlerden sonra artık
AK Parti'nin meselesi olmaktan çıkmış, toplumun meselesi haline gelmiştir. Konu, 'Türkiye'yi toplumun istedikleri mi yönetecek yoksa
Anayasa Mahkemesi'nin ve bazı kurumların atanmışları mı yönetecek?' meselesidir. Burada AK Parti toplum adına feragat etme yetkisine de sahip değildi.
Millet, Recep Tayyip Erdoğan'a da, Abdullah Gül'e de ve seçilen milletvekillerine de 'alın bu oyları istediğiniz gibi eğin, bükün, istediğiniz gibi oynayın' diye vermedi. 'Bizi siz yönetin ve yönetmekten vazgeçmeyin' diye verdi.
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle birlikte Türkiye'de rejim değişecek ve artık ülkeye
demokrasi gelecektir. Bu, Türk demokrasisinin bir zaferi olacaktır. Halkın dediğinin gerçekleşmesi olacaktır. Ülkenin ana çoğunluğu, ana omurgası dışlanmışlık, yabancılaştırılmışlık psikolojisinden kurtulacaktır. Yani devletle toplum barışacaktır. Ülke milli şef döneminden kurtulup ikibinli yıllara geldiğini bütün dünyaya gösterecektir.
Bu ülkenin insanları, herkesi doğru yerde durdukça seviyor. Buna AK Parti de dahil.
MEHMET KAMIŞ/ZAMAN