O zamanlar 'sokağa çıkmayın, çocuklar ve yaşlılar evlerinde otursun' ikazları yapılırdı. Ağzımızı ve burnumuzu kapayan atkılar takar, eve döndüğümüzde
burun deliklerimize, saçlarımıza yapışmış katran ve pislikleri
temizlerdik. Bu yüzden Ankara'da berrak ve temiz bir
gökyüzüyle karşılaşmak benim için hala hoş bir
sürpriz niteliğini taşıyor.
Ankara'da siyasi havalar da aynı görüntüde. Üstelik bu düzlemde kömürün yerine doğalgazı ikame etmek gibi pratik çözümler de bulunuyor. Malzeme belli, kullanım yeri ve biçimi de standart. Ama bir şeyleri değiştirmek son derece zor. Büyük bir güç mücadelesi var ve artık
kavgada
yumruk sayılmaz aşamasındayız.
Bu kavgadan çıkacak sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
1. Devletin temel direklerinde cereyan eden çatışma, en tehlikeli aşamaya gelmiş ve yargıya yansımış bulunuyor.
Savcılar savcıları gözaltına alırken, savcı kurulları da bu savcıları görevlerinden alıyor. Üst yargı kurulları taraflarını açıkça beyan eden açıklamalar yapıyor, ardından hükümet adına ilgili
bakan da tarafını ortaya koyan beyanlarda bulunuyor. Baktığınızda her iki taraf da '
Yargının bağımsızlığını' savunuyor ama yavrusunu severken boğan ayılar gibi
adalet mekanizmasını soluksuz bırakıyor.
2. Bu bir yargı savaşı gibi görünse de şurası açık ki yargı üzerinden ve hukukun araçsallaştırılması suretiyle büyük bir siyasi kavga sürüyor. Aksi halde her biri aynı hukuk fakültelerinden
mezun, aynı hocalardan
ders görmüş, aynı kitapları okumuş bunca hukukçunun birbirine bu kadar aykırı fikirleri savunması mümkün olamazdı (gerçi bize de
şenlik oldu). TV'leri açıp deprem profesörlerinin fanları olduğumuz günlerden benim hukukçum senin hukukçun günlerine geldik. Hukukçuların şarkıcılardan daha şöhretli olduğu bir düzen esasen toplumun Akademia'ya verdiği önem olarak da tanımlanabilir.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN