AK Parti kapatılmaz, ama...
Kapatma
davasında masaya yeni
kartlar sürülmeye başlandı. İçerden ve yurtdışından yükselen itirazlar karşısında zaten mesnetsiz olan bir iddianın 'yüce
mahkeme' tarafından kabul görmesinin yaratacağı rahatsızlık,
kapatma dışında farklı arayışları hızlandırıyor.
AK Parti'yi siyasi bir mevtaya dönüştürmek isteyenler yeni formüller geliştiriyorlar.
'Ölümü gösterip sıtmaya razı etme' stratejisi çerçevesinde gündeme gelen formül, AK Parti'yi kapatmamak, ama kapatmaktan beter etmek.
AK Partililer, önlerinde duran
367 kararına bakıp, partinin kapatılacağını öngörüyorlar. Dava sürecinde yumuşak bir
politika izleyip, 'sorumluluk sahibi' bir parti ve hükümet resmi çiziyorlar. Ama partinin kapatılması kararıyla birlikte
Başbakan Erdoğan'ın 14
Mart sonrası ilk bir haftada sergilediği sert ve mücadeleci
siyaset tarzına dönmesi kuvvetle muhtemel. Ardından da Başbakan'a getirilmesi beklenen siyasi
yasakları ortadan kaldıracak kısmî veya
genel seçimler kaçınılmaz olacak. Partinin kapatılmasına ve Erdoğan'ın siyasi yasaklarına karşı öfkeye dönüşen toplumsal tepki bu süreçte siyasal desteğe dönüştürülecek. Beklenen sonuç; 27
Nisan muhtırası ve 367 kararı sonrası yürütülen 22 Temmuz seçimlerinin benzeri bir atmosferde AK Parti'nin yüzde elliyi aşan bir destekle yeniden
iktidar olması...
Olabilecek bir
senaryo bu. Ama AK Parti'ye muhalefet yapan odakların bunu öngörmemesi mümkün değil. Bu nedenle toplumsal ve uluslararası tepkiyi en aza indirecek bir 'ara formül' peşindeler. Ve bu konuda 'ara pas' (net bir gol pası bu AK Parti kalesinde) devlet protokolündeki ikinci adamdan geldi.
'Müzakere'ye açık iki pozisyon görülüyor. Muhalifler AK Parti'nin kapatılmasını ve Erdoğan'a siyasi yasak getirilmesini istiyorlar. Yani pazarlığı çok yüksekten başlatıyorlar. Ama dediğimiz gibi bu yol epeyce riskli görülüyor mevcut koşullarda. Dolayısıyla 'uzlaşma' fikrine, karşı taraftan atılacak bir 'topa girmeye' hazırlar. Karşı taraftan 'uzlaşma' adına masaya kart süren en yetkin isim
Meclis Başkanı Köksal Toptan oldu. Aslında pazarlığı oldukça orta yerden açtı Toptan. 'Beyaz ve
siyah arasında ara tonlar da vardır' derken kastettiği AK Parti'nin kapatılmaması ve fakat '
laiklik karşıtı eylemlerin odağı' olmaktan dolayı 'uyarı' türü bir cezanın verilmesi, örneğin
Hazine yardımının kesilmesi. Peki, bu iki pozisyonun gayet
doğal karşılanacak 'uzlaşı noktası' ne olur? Evet,
AK Parti'nin kapatılmaması fakat Hazine yardımının kesilmesiyle birlikte Erdoğan'a da siyasi yasak getirilmesi...
Nasıl bir formül ama? Partiyi kapatma seçeneğinin yaratacağı toplumsal, siyasal ve
ekonomik riskleri ne güzel de bertaraf ediyor, değil mi? Böylece AK Parti'nin kapatılmasıyla karşılaşacakları ulusal ve uluslararası tepkilerden kurtulacaklar, 'bakın işte kapatmadık, uzlaşıdan yanayız. Siz de yeni anayasayı, üniversitede
özgürlük talebinizi, yargının yeniden yapılandırılması gibi statükoyu yıkacak faaliyetlerinize son verin' diyebilecekler. Üstelik böyle bir sonuçla, 'AK Parti'nin kapatılmasını dünyaya anlatamayız' feryatlarını da dinlemiş, sorumlu davranmış olacaklar. Hatta demokrasiye saygı göstermiş,
evet 'siyasi partileri millet açar, millet kapar' şiarına da uygun bir hareket tarzı geliştirmiş olacaklar.
Bu senaryonun temel çıkış noktası, AK Parti'yi
imha hareketindeki nihai karara 'meşruiyet' sağlamaktır. Evet, hâlâ meşruiyet kaygıları var. Karar sonrası kendilerinin ve bürokrasinin tümüyle 'sorgulanır' hale gelmesinden kaçınmak istiyorlar.
Meclis Başkanı buna aracılık yapmamalıdır. Ara çözümler adı altında
vesayet demokrasisinin devamına aracılık edenleri tarih affetmez. Milli irade üzerinde pazarlık yapılamaz. Kapatma davasında 'çözüm' diye tedavüle sürülmeye çalışılan 'üçüncü yol', Süleyman Demirel'den merkez sağa geçen, demokraside diretmek yerine vesayete razı bir 'hazırol' duruşudur.
İHSAN DAĞI - ZAMAN