Zaman Gazetesi geçen hafta "
beyin kanamasını yok etmek üzere" büyük bir buluşa
imza atan ABD'nin ünlü Yale
Üniversitesi'nden Türk Prof. Murat Günel'i manşetine taşıdı.
Buluşuyla tarihe geçen ve yeni bir başka buluşu da cebinde bekleyen Günel, "Keşke ortam olsa da bütün bunları kendi ülkemde yapsaydım." diye hayıflanıyor.
Haklı, zira
Türkiye artık sanayide dünyanın ameleliğini yaparak yoluna devam edemez. Buluşlar, icatlar, yüksek katma değerli üretimler çağını yakalamak için yetişen beyinler içeriye getirilmeli, kazara içeride kalanlara da, tabir yerinde ise, "gâvur eziyeti" yapılmamalı. En önemli sorun aslında ne zannedildiği gibi para, ne de mekân. En büyük mesele, resmî ideolojinin üniversite üzerinde kurduğu giyotin ve
baba ocağını çoktan terk eden aydın sınıfının çağdaşlık adına sergilediği tekdüze ve
tek tip baskıcı modernite anlayışı.
Türk sosyolojisinin yurtdışındaki dev ismi Prof. Dr. Şerif Mardin'den
Nobel ödüllü Orhan Pamuk'a, doçentlik düzeyinde başındaki
örtü yüzünden üniversiteden kovulan
Sevgi Kurtulmuş'a kadar, "fabrikasyon düşüncelerin" dışına çıktığınızda aforoz ediliyorsunuz. Son
Can Dündar olayı da bir kez daha gösterdi ki; kaba kuvvet, vurmak, kırmak varken Kemalist zihniyetin ne "anlamak", ne de beyin gücünü içeride tutmak gibi bir sorunu var.
Tokyo Üniversitesi'nde tanıştığım Fatma Demirbilek, bilimsel buluşuna rağmen 28
Şubat zulmünde
Kırıkkale Üniversitesi'nden kovulanlardan sadece bir tanesi. Tokyo'da doktorasına devam ederken bir yandan da
General Electric (GE)'in ileri teknoloji laboratuvarında işe başlamıştı. Kurum müdürü "İbadet etmek istersen odamı kullanabilirsin." deyip anahtarını vermiş. Ardından zaten ABD'ye aldılar, şimdi orada
hizmet ediyor.
Bırakın dışarıdan beyin çekmeyi, son günlerde öyle olaylar duyuyorum ki, sanki birileri "kovmak" misyonu ile hareket ediyor. Kimse bu konuda
İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde bir "gestapo idaresi" kuran
rektör Ateş Vuran'ın eline su dökemez.
Hani geçenlerde arabasına arkadan hafifçe vuran vatandaşı korumasıyla
taciz edip, polis gibi ruhsatına el koyan kişi.
Son olarak da Ecevit hükümetinin
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nejdet Tekin'i hem dekanlıktan hem de üniversiteden uzaklaştırdı. Boyun eğmeyen herkesin kaderi aynı. Kamuoyunun çok yakından tanıdığı Prof. Dr. Mim Kemal Öke de, sırf büyük
protesto gösterileri yapan öğrencilerini kıramadığı için istifasını son anda geri aldı.
Prof. Dr. Çetin Kaya Koç'un hikâyesi ise en son içler acısı durum. Oregon Devlet Üniversitesi'nde Prof. olan ve üniversitenin Bilgi Güvenliği Laboratuvarı'nın kurucu başkanlığını yapan Koç, kriptografi ve bilgi güvenliği teknolojileri gibi hayati derecede önemli bir alanda birikimlerini Türkiye'ye taşısın diye 2005'te
İstanbul Ticaret Odası (İTO) mütevelli heyetince Ticaret Üniversitesi'ne getirtildi. Merkezi kurdu, iş yapar hale getirdi. Ancak, halen 3 bilimsel derginin editörlüğünü yapan, Kriptografik Donanım ve Gömülü Sistemler Çalıştayı'nın kurucusu olan, bu alanda 100'den fazla akademik makalesi, 9 tane patenti ve 7 tane de kitabı olan Hoca da, malum "kara delikten" kurtulamadı. İTO yönetimine sunduğu dilekçelerin hepsi, her ne hikmetse, sümenaltı edilmiş. Rektörün zulmüne uğrayan Koç'u İTO başkanı çağırıp özel danışmanı yapıyor. Varın gerisini siz düşünün!
Uluslararası bir tane muteber yayını olmayan Ateş Vuran, başarılı insanlara korkunç bir kin besliyor. İnsan sevgisi ve bilime saygısı ise hiç yok. Ekin biçer gibi bilim adamlarını öğütüyor. Her yıl İTO'ya 2 trilyon lira zarar yazdıran kurum böyle idare ediliyor. Her alanda tek adamcılık, dayatma ve keyfilik kol geziyor. Sözde üniversite, sözde bilim yapılan bir yer. İTO yönetimi kendi getirdiği insanlara sahip çıkmadığı için, onlarca akademisyen arkadaşım "Kuzuların sessizliği içinde, güvensizlik içinde sıranın ne zaman bize geleceğini bekliyoruz." diyor.
İBRAHİM ÖZTÜRK-ZAMAN