ABD ile 'anladığı dilden' konuşmak

15 şehit sonrası hükümetin Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına yönelik sınır ötesi operasyon için harekete geçmesi ve tezkere konusunda çalışmaları başlatması, mevcut şartlar altında atılması gereken en uygun adım olarak karşımıza çıkıyor.

ABD ile 'anladığı dilden' konuşmak

Bugüne kadar sınır ötesi harekât konusunda bir adım geride duran hükümetin, yaşanılan psikolojik ortam içinde farklı bir tutum sergilemesi de zaten beklenemezdi. Hükümet bu adımı atarak en azından kamuoyunu rahatlatmayı, üzerinde oluşan baskıyı dağıtmayı ve aynı zamanda ülke içi dinamiklerle herhangi bir çatışma yaşamayı ya da daha büyük bir sorunun önüne geçmeyi hedeflemişe benziyor. Dolayısıyla, sınır ötesi bir harekât konusunda zoraki de olsa bir mutabakatın sağlandığından bahsedebiliriz. Bu hususta sivil ve askerî iradeler arasındaki derin görüş ayrılığının yerini, orta noktalarda buluşma ve uzlaşı arayışlarının almaya başlaması, bunun somut bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu durum, diğer taraftan, terör eylemlerinin hedefine bir anlamda ulaştığını ve Türkiye'yi sınır ötesi harekâta mecbur kıldığını göstermesi açısından da önemli bir gelişme olarak gündemdeki yerini almış durumda. Çok büyük bir olasılıkla, bundan sonraki süreçte, Türkiye artık sınır ötesi bir harekâtı yapıp yapmamayı değil, bunun aşamalarını, kapsamını ve bununla ilgili altyapı çalışmalarını tartışacak. Sınır ötesi operasyon çerçevesinde Türkiye'nin aşağıdaki hususlar çerçevesinde bir tartışma ortamına girmesi söz konusu: 1. ABD faktörü; 2. Bölgesel faktör; 3. Irak içi dinamikler, gruplar; 4. Ekonomik kriz; 5. İç savaş. ABD'nin maliyetlerini artırmak Kuşkusuz, sıralanan bu hususlar içinde ABD faktörü en önemli yere sahip olanı. Burada, ABD'yi gereğinden fazla dikkate almak ve önemsemek (bu analizde de bir kez daha yapıldığı üzere), bugüne kadar Türkiye'nin belki de en büyük hatası olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye, "ABD ne der?" anlayışını bir tarafa bırakmadıkça, ne iç ne de dış politikada rahat edebilir ve ne de tam bağımsız bir politika izleyebilir. Türkiye'nin öncelikle bu yaklaşımdan ve olumsuz görüntüsünden kurtulması ve artık ABD'nin anladığı dilden konuşmaya başlaması gerekmektedir. Türkiye bundan sonraki süreçte öyle bir strateji izlemelidir ki, Washington "Ankara ne der?" deme noktasına gelmelidir. Türkiye'nin bunu yapacak gücü, kudreti ve tarihsel deneyimi fazlasıyla mevcuttur. Eksik olan sadece özgüvendir. Bu hususta, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ortaya koyduğu duruş ve son açıklamalar oldukça dikkat çekicidir. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un son konuşmasında dile getirdiği, Türkiye'nin bölgede ABD'nin maliyetlerini artırıcı etkisi bunun en somut örneğidir. Bu, aynı zamanda "En iyi savunma saldırıdır" gerçeğinin de bir tezahürüdür. Türkiye savunma noktasında kaldığı sürece, her türlü saldırıya açık olmaya devam edecek ve enerjisini gereksiz iç gündeme, siyasete yönlendirmeye devam edecektir. Bu noktada, MİT Müsteşarı Emre Taner'in yaklaşık on ay önce gerçekleştirdiği basın toplantısında ortaya koyduğu tespitler bir kez daha ön plana çıkmaktadır! Peki, Türkiye'nin ABD karşısında daha "dik durması"nın Türkiye'ye ne tür maliyeti olabilir? Mevcut şartlar altında, resmi tersten okuduğumuzda, ABD'nin kaybedecekleri karşısında "devede kulak misali!" Ayrıca, ABD'nin Türkiye'ye karşı bölgede bir sıcak savaşa girme olasılığı ise, aşağıda üzerinde kısmen durulacak nedenlerden ötürü, neredeyse "sıfır"dır. Önemli olan, bu durumu bizim anlamamız! Nitekim, Türkiye'de belli bir kesim, artık bu gerçeğin farkında olarak hareket etmekte. "Yeni Ankara" olarak da adlandırılan bu yeni iç dinamik, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sürecin de inşasını yürütmektedir. Türkiye'nin bundan sonraki süreçte ABD ile ilişkilerinde: 1. İlişkinin adını koyması, tanımlaması; 2. Irak'ın geleceği ve olası bir Kürt devletinin varlığı noktasında nihaî bir noktaya gelmesi; 3. PKK terör örgütü ile mücadele noktasında ABD'ye rağmen somut adımlar atması; 4. "1 Mart Ruhu"nu koruması; 5. İran, Suriye ve Rusya ile olan ilişkilerinde geri adım atmaması, bu ülkeler ile son yıllarda oluşturduğu "güven ortamı"nı bozmaması; 6. Mevcut gidişata bağlı olarak, ABD karşıtı blok ile daha yakın bir ilişki sürecine gireceğinin güçlü sinyallerini vermesi; 7. ABD'nin yakın gelecekte Türkiye'ye geçmişten daha fazla ihtiyacı olduğu ve gözden çıkaramayacağı gerçeğini göz önünde bulundurup, buna göre yeni stratejisini belirlemesi gerekmektedir. Bölgesel faktöre gelince, Türkiye'nin 1 Mart Tezkeresi hadisesi ile yakaladığı, Cumhuriyet sonrası kazanılan en büyük olumlu hava, halen varlığını devam ettirmektedir. Bölgede İsrail dışında ABD'nin ciddi anlamda bir müttefiki, dostu kalmamıştır. Türkiye ile olan ilişkiler ise, Washington'un Ankara'yı hiçe sayan tavırlarından dolayı neredeyse kopma noktasına gelmiştir. Öyle ki, tüm olumsuz psikolojik operasyonlara rağmen bugün İran, Türk kamuoyunda ABD'den daha saygın bir yere sahiptir. ABD karşıtlığı ise zirve yapmış bulunmaktadır. Aynı şekilde, bölge kamuoyunda, buna İran da dahil, Türkiye ve Türk algılaması büyük bir evrim geçirmiştir. Bugün için gelinen aşamada, Türkiye, Suriye ve İran arasında adı konulmamış bir ittifak söz konusudur. Olası bir Kürt devletine karşı olan bu ortak duruş, aynı zamanda ABD merkezli her türlü tehdit ve eylemlere karşı da birlikte hareket edeceğinin sinyallerini vermektedir. Dolayısıyla, 11 Eylül öncesi süreçteki Türkiye-bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin yerini, çok daha farklı bir ilişki boyutu almış bulunmaktadır. Türkiye'nin bundan sonraki dönemde, bu ülkeler ile terörle mücadele kapsamında daha etkin bir işbirliğine girmesi ve olası bir sınır ötesi operasyon için meşruiyet ve destek temelini sağlaması hiç de zor olmayacaktır. Türkiye, gelişmelere bağlı olarak Suriye ve İran ile daha ileri boyutlarda bir işbirliği sürecine girebileceğini açıkça ortaya koymalı ve bunun kaçınılmaz sonuçlarını Amerikan yönetimine hissettirebilmelidir. Diğer taraftan Türkiye'nin, bu hassas süreçte bölgeye dönük psikolojik boyutta yeni bir operasyon hamlesini başlatması da kaçınılmaz görülmektedir. Bu yeni operasyonda Türkiye'nin başlangıçtaki hedefi sınır ötesi harekâta bölgesel meşruiyet ve destek sağlamak, ardından da bölge ile daha kalıcı bir işbirliğinin temellerini atmak olmalıdır. Bu noktada, bölgeyi içine alacak, daha kapsayıcı "üst kimlik" çalışması, hem Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı birtakım sorunlar hem de bölge ile bütünleşme açısından oldukça önemli bir adım olacaktır. Türkiye, bununla ilgili tarihsel deneyime ve bilgi birikimine fazlasıyla sahiptir. Dolayısıyla, Türkiye'nin izleyeceği bölge politikası başka yerlerde değil; tarihi, coğrafi, bölgesel kodlarında aranmalıdır. Osmanlı barışı, hoşgörü ve diyalog Türkiye'nin imparatorluk geçmişi ve deneyimi, eğer istenilirse, bugünün ve yarının çözüm yollarını da içinde barındırmaktadır. Belki de bundan dolayı, başta Silahlı Kuvvetler'de olmak üzereTürkiye'de kimlik arayışlarında Osmanlı'ya bir dönüş ve Osmanlı'ya sahip çıkış söz konusudur. Dolayısıyla, bu hususun üzerinde dikkatle durulması ve imparatorluk siyasetinin çok iyi irdelenerek, uygulamaya konulması gerekmektedir. Burada, Osmanlı barışının ve Osmanlı'nın tüm insanları kucaklayan, sevgi, hoşgörü ve diyaloğa dayalı siyasetinin bir kez daha hatırlanması gerekmektedir. Dönüş buradan, bu coğrafyanın insanlarını kazanmaktan geçmeli ve buna dönük, değerlerimizi, inançlarımızı, tarihsel birikimimizi, zenginliklerimizi ve tecrübelerimizi ihtiva eden bir sosyal barış ve kardeşlik politikasının icrasına öncelik verilmelidir. Cihan devleti olmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet politikası bu olmalıdır. Irak içi dinamiklerin vereceği tepkiye gelince, bu husus Türkiye'nin önünde aslında aşılması hiç de zor olmayan bir durumdur. Irak'ın işgal edilmiş olması gerçeği ve Irak halkının içinde bulunduğu şartlar, Türkiye'ye her türlü müdahale imkanını fazlasıyla vermektedir. Başta Irak Kürtleri olmak üzere, ülke içindeki tüm gruplar Türkiye ile daha yakın bir işbirliğinin peşindedir. Bugün Irak Kürtleri sadece Barzani ve Talabani değildir. Bölgede, özellikle de Irak'ın kuzeyinde Türkiye ile işbirliği yapmaya hazır, oldukça güçlü Kürt aşiretler bulunmaktadır. Bu aşiretler ne ABD'yi ne de Barzani'yi bölgede görmek istemektedirler. Dolayısıyla Türkiye'nin Irak'ta yeni bir politika geliştirmesi kaçınılmaz görülmektedir. Bunun için de Türkiye'nin "sert güç" ve "yumuşak güç" unsurlarının birlikte kullanılmasını ifade eden "akıllı güç" kullanma yöntemine başvurması, bundan sonraki süreçte izleyeceği politikasının temel anlayışını, çıkış noktasını oluşturmalıdır. Türkiye'yi sadece "tehdit odaklı" birtakım çalışmalarla bölgede bir oldubittiye razı etmek ne kadar kabul edilemez ise, "dolmuşa bindirip" bir maceraya sürüklemek de doğru olmayacaktır. Bu noktada, bölgedeki mevcut gelişmelere bağlı olarak "Türkiye'nin Yeni Irak Politikası" için, her şeyden önce: 1. Zihniyet, yaklaşım, milli bir bakış ve duruşu esas alan yeni bir yapılanmaya gitmesi; 2. Yeni Irak politikasında tüm grupları kapsayan bir politika izlemekle birlikte, daha özelde yeni müttefikler oluşturma yoluna gitmesi ve burada da özellikle uzlaşmaz tavır takınan ve azınlıkta kalan Kürt liderlerine karşın, uzlaşıyı ve Türkiye ile birlikte hareket etmeyi savunan Kürt aşiretlerle yeni bir birliktelik sürecini başlatması; 3. Bu kapsamda Kürt politikasını yeniden gözden geçirmesi ve Türk-Kürt çatışması temelli senaryoları devre dışı bırakacak, oyunu bozacak yeni bir süreci başlatması; 4. "En kötü durum senaryosu" olarak kabul edilen olası bir Kürt devletinin kurulması durumunda, bu tehdidi bir fırsata dönüştürme yoluna gidilmesi ve hatta bu noktada bu olası Kürt devleti ile her türlü entegrasyonu içeren uzun vadeli bir projenin oluşturulması; 5. Türkmen politikasının tekrar gözden geçirilmesi ve Irak Türkmenlerinin birliğini sağlayıcı ve Türkiye'nin olumsuz imajını düzeltici her türlü adımın atılarak, Irak Türkmenlerinin bir kısmında oluşmaya başlayan güven sorununun telafi edilmesi; 6. Bölgede Arapça, Kürtçe ve Türkmence olarak her türlü yayın faaliyetlerine başlaması, var olanları içerik ve dil açısından yeni politikaya göre yeniden revize etmesi; 7. Irak bağlamında, değişik mezheplerden ve etnik gruplardan müteşekkil parti ya da partilerin kurulmasını sağlaması, bunlara her türlü desteğin verilmesi; 8. Irak'ta, Irak Türkmenlerinden ve Türkiye'ye yakın Kürtlerden müteşekkil Sivil Toplum Örgütleri (STÖ)'nin kuruluşunun teşvik edilmesi ve hatta bir stratejik araştırmalar merkezinin kurulması; 9. Bölgesel inisiyatifin korunması ve ortak duruşun güçlendirilmesi bağlamında bölge devletleriyle Irak merkezli daha sıkı bir sürecin başlatılması; 10. Türkiye'nin çıkarlarına ve bekasına zarar verecek her türlü niyet ve girişimler karşısında askeri müdahale, savaş dahil her türlü yönteme başvurulacağı ve bu tür girişimlerin bir savaş nedeni (casus belli) kabul edileceğinin ortaya konulması gerekmektedir. Milli birlik ve beraberlik ihtiyacı Diğer iki hususa, ekonomik kriz ve iç savaş olasılıklarına gelince; ekonomik kriz ABD'nin Türkiye'ye karşı elinde bulundurduğu en önemli kozu oluşturmaktadır. Türkiye'nin bugüne kadar elini, kolunu bağlayan en önemli hususların başında da bu gelmektedir. Fakat, "alışmış, kudurmuştan beterdir" sözü burada en uygun şekilde yerini bulmaktadır. "Kriz manyağı" haline getirilen Türkiye, her şey bir tarafa, artık krizlerle yaşamaya alışmış bulunmaktadır. Türk halkı öyle bir noktaya getirilmiştir ki, karşılaşabileceği "en büyük kriz" karşısında, bu kriz pek bir anlam ifade etmemektedir. Bu durum bile, Türk halkının yeterince tanınmadığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Ayrıca, böylesi bir krizin ABD'ye pahalıya mal olacağı da bilinmelidir. Borçlu olan Türkiye'dir, alacaklı olan ise ABD. İç savaş çığırtkanlarına ve çizdikleri senaryolara gelince, Türkiye bu coğrafyada bakidir. Baki kalmanın yollarını da bilmektedir. Bu hususu, başta kendi sınırları içindekiler olmak üzere, tüm coğrafyadaki halklar bilmektedir. Ayrıca bu halklar, Irak halkının içine düştüğü durumu da bizzat görmekte, hatta bir kısmı bunu yaşamaktadırlar. Fakat, bu demek değildir ki Türkiye bu olasılığı tamamen göz ardı etsin. Hayır! Türkiye bu olasılığı her zaman için hesap edecektir, etmelidir... Ama, diğer taraftan bu olasılığın elini kolunu bağlamasına da müsaade etmemelidir. Netice itibarıyla ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin bu yeni dönemde, milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Türkiye'deki mevcut hükümetin ve kurumların artık tek bir noktaya kilitlenmeleri gerekmektedir. Mazisiyle barışık, coğrafyasıyla bütünleşebilen ve imparatorluk geleneğine sahip, milli şuura sahip kadrolarla Türkiye'nin önüne yeni hedefler koyması, meselelere Ankara'dan bakıp, başka kıbleleri bir tarafa bırakması ve güçlü, kolektif bir liderlik anlayışını hakim kılması artık kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Bu noktada, Sayın Başbakan'ın ABD ziyaretinde bu desteği almış olarak, Türkiye'nin yeni duruşunu ortaya koyabilmesi ve Amerikan yönetimine bunu hissettirebilmesi oldukça önemli bir aşama olacaktır! YARD. DOÇ. DR. MEHMET SEYFETTİN EROL - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
<< Önceki Haber ABD ile 'anladığı dilden' konuşmak Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER