Türkiye şu andan itibaren gerçekten ciddi bir problemle karşı karşıya.
Dağlıca baskınında 12 askerimiz kendi topraklarımız içinde şehit oldu. Şehitleri gözümüz, gönlümüz kanayarak kalbimize gömdük. 16 aslanımız yaralandı. Şimdi devletimiz bütün imkanlarıyla onları
tedavi etmeye çalışıyor. Bu arada 8 askerimiz de kaçırılıp, sınır ötesine götürüldü. Birkaç gün asker ailelerinin feryatları yansıdı ekranlara. İnsanların içi burkuldu.
Sonra askerlerin bölücü örgütün kamplarına götürüldüklerine dair haberler duyuldu. Medyada bu kez de
‘Er Ryan’ı kurtarmak’ filminin
Yeşilçam versiyonunun senaryoları yazılmaya başlandı. Ardından bölücü örgütün borazanı yayın organlarında, çocukların video görüntüleri yayınlandı. Üzüntü ve merak yerini şüphelere ve kızgınlığa bıraktı. Derken
Başbakan’ın ABD ziyaretinden hemen önce - bir siyasi şovla - askerlerimiz serbest bırakıldı.
4
Kasım 2007 tarihinde Genel Kurmay’ın internet sitesinden irtibatı kesilen askerlerin TSK bünyesine katılmış olduğunu duyuruluyordu.
Bu açıklamayla sürecin sona erdiğini düşünenler çok yanıldı. Çünkü ortaya gerçekten enteresan bir durum çıktı. Kaçırılan askerlerle ilgili, özellikle
internet medyası kaynaklı, bazı söylentiler duyulur oldu.
“Satıldık ey halkım, uyuma!” ifadeleriyle internet ortamında dolaştırılan maillerde, kaçırılan 8 askerden 6’sının Türkiye’nin farklı şehirlerinde, DTP
gençlik kollarında görev yaptığı, 2’sinin ise sicillerinin araştırıldığı öne sürülüyordu.
Bu mailler önce, son iki yılda büyük ivme kazanan ‘internet üzerinden
psikolojik harekat bombardımanının’ bir yenisi olarak değerlendirildi. Ancak Pazar günü
akşam saatlerinde Van
Askeri Mahkemesi’nin 8 askeri
‘tutuklu olarak yargılanmak üzere cezaevine göndermesi’ olayı çok farklı bir noktaya getirdi.
Askeri
mahkemenin 8 askere yönelttiği
suçlama şu:
"Suçun vasıf ve mahiyeti askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, Büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delilerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek”
Bundan sonra olay askeri yargının kontrolünde. Davaya yönelik
gizlilik kararı alındığı söyleniyor. Buna rağmen süreç kamuoyunda çok tartışılacak ve - eğer akla, mantığa uygun bir açıklama yapılmazsa - muhtemelen gittikçe daha girift bir hal alacak.
İlk etapta cevabı bulunması gereken sorulara gelince...
1. Hassas bölgeye gönderilen askerler hakkında bir güvenlik soruşturması yapılmış mıydı?
2. Bu askerler gerçekten bölücü örgüte sempati duyan kişiler mi?
3. Sicillerinde sakıncalı olabilecek bir durum varsa, böyle bir
personelin, sıcak çatışmanın en yoğun olduğu bölgeye, gönderilmiş olması mümkün mü?
4. Mahkeme “büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiği” tespitinde bulunurken, askerlerin Dağlıca’daki baskın esnasındaki fiillerini mi kastediyor?
5. Kaçırılan askerlerin teröristlerle
işbirliği içinde olduğundan mı şüpheleniliyor?
6. Dağlıca’daki taburun baskın yiyen birliğinde; 12 şehidimiz, 16 gazimiz, 8 tane de kaçırılan askerimiz olmak üzere toplam 44 personel olduğu anlaşılıyor.
İnternet üzerinden yayılan maillerde bu 44 kişiden 8’ine
hain damgası yapıştırılmaya çalışılıyor. 44’te 8 yaklaşık %20 lik bir orana karşılık geliyor. Bu tür bilgileri yayanlar, bu oranı genele yayıp, tüm silahlı kuvvetlerimizi kapsayan, bir
‘tedirginlik dalgası’ haline mi dönüştürmek istiyorlar?
7. Böyle bir
propaganda ülke genelini özellikle de
terörle mücadele eden hassas kurumlarımızı etkilerse ne denli feci bir tabloyla karşı karşıya kalabileceğimizi hesaplıyor muyuz?
8. Bu nasıl bir oyun ve bu oyunu oynayanların elleri nerelere kadar uzanıyor?
Önümüzdeki günlerde bu ve benzeri soruların cevabını aramaya çalışacağız.
Millet olarak çok zor bir dönemden geçiyoruz. Tam düze çıktık derken, yeni ve dimdik tepelere sarıyoruz.
Allah akıbetimizi hayreylesin.
AHMET BÖKEN