Orhan Kemal
Cengiz,
Radikal ve Todays Zaman yazarı,
hukukçu,
insan hakları savunucusu…
Malatya Zirve
davasında katledilenlerin
avukatlığını yapıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde köy yakmalar,
faili meçhul cinayetler gibi davalarda avukatlık yapmış bir isim.
Hrant Dink davasını da yakından takip ediyor. Cengiz,
Dink cinayetinin, Sontaro ve
Zirve Yayınevi katliamıyla birlikte ele alınması gerektiğini belirtiyor. “Santoro, Dink ve Malatya
cinayetleri
Ergenekon işi” diyen Cengiz, AK Parti’nin Dink cinayetini bir namus borcu bilip olayın aydınlatılması için çaba sarf etmesi gerektiğini söylüyor. Cengiz’le, Dink’in öldürülmesinden
Ergenekon davasına, Uludere’den
tutukluluk süresine birçok konuyu konuştuk.
-Hrant Dink davasında ‘örgüt yok’ kararı herkesi şaşırttı. Avukat olarak siz nasıl değerlendirdiniz kararı?
Mahkeme topu taca attı. ‘Bu beni aşıyor’ dedi. Topu
Yargıtay’a atmayıp eldeki verilerle bile örgüt kararı verilebilirdi çok rahat. Dosya daha geniş olabilirdi. Jandarma, polis soruşturulabilirdi. Bunların hiçbiri derinlemesine yapılmadı. Mahkeme ‘örgüt’ demeye cesaret edemedi.
-‘Cesaret edemedi’ derken?
Bu benim iyimser yorumum. ‘Acaba bir gizli el müdahale mi ediyor?’ diye sormadan da edemiyor insan. Cesaret edememişlerdir ve perde arkasından bir müdahale olmuyordur inşallah. Hrant Dink davasında ‘örgüt var’ denip ceza verilseydi de yine bir şey yapılmamış olacaktı. Ama kötünün kötüsü bir karar çıktı.
-O gizli el Ergenekon örgütü olabilir mi?
Malatya davasında beklediğimiz ikinci
iddianame var. Hrant Dink kararını gördükten sonra ‘Acaba Malatya davasındaki ikinci iddianame gün yüzüne çıkmadan tozlu raflara mı gidecek, bir el arkadan bunlara müdahale mi ediyor?’ diye kaygıya kapıldım. Biliyorsunuz Malatya’da da aynı yüzeysellikle başlamıştı dava. Daha sonra Deniz kod adlı
görgü tanığı çıktı. Bu işi Malatya
jandarmasının örgütlediğini Ergenekon savcılarına anlattı. Sonra
operasyon yapıldı. Ergenekon’un çekirdek kadrosunun
misyoner cinayetlerinde işin içinde olduğunu görüyoruz.
Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya katliamlarıyla bir taşla birkaç kuş vurulmak istendi. 3 cinayet işlendi; ama polis daha sonra
Samsun,
Mersin,
Diyarbakır,
İzmir ve başka illerde benzer cinayetleri engelledi.
-‘Bir taşla birkaç kuş’ derken hedef neydi?
Ergenekon’un planı Santoro’dan başlayarak her ay bir Hıristiyan öldürerek dünyaya bir
mesaj vermekti. ‘Dincilerin
iktidara gelmesiyle
Türkiye’nin Hıristiyanların kıtır kıtır kesildiği bir
ülkeye dönüştüğü’ mesajıydı bu. Böylece Türkiye’de yapılacak bir askerî
darbede dışarıdan gelen muhalefeti kesmek, azaltmak amaçlanıyordu.
-Hrant kararı, Ergenekon’un başarısı gibi okunabilir mi?
Malatya’da ikinci iddianame çıkmaz yahut zayıf ilişkilerle çıkarsa o zaman hepimizin oturup en baştan ‘Ne oluyor?’ diye sorması lazım.
-Temyize gidildi kararla ilgili. Sonraki safhalar neler?
Temyiz kalkar, karar onaylanabilir,
dosya kapanır, bu kez dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gider. Zaten soruşturulmayan kamu görevlileriyle alakalı AİHM’nin ciddi
eleştirileri olmuştu. ‘Jandarmanın, polisin
ihmali var, bütün bunları katarak yargılamayı yapacaksın’ dedi, Türkiye buna uymadı. Bence burada hükümetin alacağı tavır önemli.
Hükümet bu işi genişletebilir.
–Hükümet kanadından da karara eleştiriler geldi.
Ben tatmin olmadım. Adalet Bakanlığı’nın Santoro kararını bozdurup yeniden açtırmasını beklerdim. Misyoner cinayetlerinin ilk halkası Santoro.
Kafes Eylem Planı, dosyanın yeniden açılması için bir fırsattı, o dava açılsaydı bağlantıları daha net görebilirdik. Hükümet çıktı ‘biz de tatmin olmadık’ dedi; ama ihmali olanlar onların emri altındaki insanlar. İktidar
yargıya müdahale etmesin; ama jandarmayı, polisi soruştursun. Hrant Dink cinayeti hükümetin namus borcuydu ve bu ödenmedi. Hrant Dink önemli bir isim ve sadece
manipülasyon amacıyla öldürüldüğünü düşünmüyorum. Hükümet’e karşı işlenmiş bir cinayet var ortada; fakat Hrant çok önemli bir figürdü. İçeride
Ermeni meselesini herkesin anlayacağı dille ifade ederken diğer taraftan Ermeni diasporasına Türklerden neden nefret etmemesi gerektiğini anlatıyordu. İki
toplum arasında
köprü vazifesi görmeye çalışan bir isim.
-‘AK Partiye karşı işlenmiş bir cinayet’ yorumunu hangi verilerden hareketle söylüyorsunuz?
Hatırlayın, 2007 ve 2008’de
yabancı medyada konuşulan tek şey sadece Hıristiyan cinayetleriydi. Bu cinayetlerin hükümeti hedef aldığı çok açık. Bütün bu cinayetlerdeki planın darbeye giden yolu kolaylaştırmak olduğunu düşünüyorum. Bu cinayetlerin çözülmesinde hükümetin çok önemli bir sorumluğu var; çünkü kendi döneminde işlenmiş cinayetler. Uğur
Mumcu cinayetinden bahsetmiyoruz. Hükümet Ergenekon soruşturmasıyla beraber asker üzerinde
kontrol sağladı. Bu işin üzerine gitmemek için bir bahanesi kalmadı. Jandarma görevlilerini yargı önüne çıkarmak için bir gayrete girebilirdi, girmediğini görüyoruz. Tekrar ediyorum, Hrant Dink cinayetinin çözülmesi hükümetin namus borcudur.
-Hrant Dink cinayetinde hep polisin ihmali konuşuluyor. Jandarmanın ağır ihmali olmasına rağmen bir gözbağcılık mı yapılıyor. Jandarma bu işin neresinde?
Jandarma demeyelim de
JİTEM’in bilmenin ötesinde bu işin zeminini hazırladığını hatta planladığını düşünüyorum. Bunu Malatya’da daha net görüyoruz.
Trabzon’da da
Yasin Hayal direkt jandarmayla bağlantılı, Erhan
Tuncel hem
emniyet hem jandarmayla bağlantılı. Trabzon jandarmasının ya da JİTEM’cilerin sorumluluğunun sadece bilip kulağının üzerine yatmakla sınırlı olmadığını düşünüyorum. Üç cinayetin de -Santoro, Dink ve Malatya- darbeye giden yolda JİTEM tarafından planlanıp uygulandığını düşünüyorum.
-Dink kararından sonra 20 binden fazla insan Agos’a yürüdü. Yürüyüşü hükümet karşıtı bir zemine çekme gayreti de vardı. ‘Ergenekon yok’ diyenler niçin ‘örgüt var’ demeye başladı? Çelişki görüyor musunuz?
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki,
PKK’ya sempati duymayacak birileri bakıyorsunuz tuhaf bir PKK sevgisiyle karşınıza çıkıyor. Bunun gibi… Hükümetin çok yanlışları var, tamam da bu başka bir düzey. Besbelli ki Hrant Dink’i öldüren örgüt hükümet değil, başka bir yapı.
-Siz Dink’in öldürülmesinden sonraki safhadan çok öncesiyle ilgilisiniz sanırım…
İkisiyle de ilgiliyim. Ama cinayeti anlamak için öncesine dikkatle bakmak gerekiyor. Ortodoks Patrikhanesi’nde toplanan çekirdek Ergenekon grubu hep bu işin içinde. Hrant Dink’e karşı dava açtırıp onu hedef tahtasına oturtanlar, Agos önünde gösteri organize edenler, Dink yargılanırken
mahkeme önünde
hakaret yağdıranlar ve o mahkemeyi ‘ziyaret edenler’ hep onlar. Bunlar tesadüf olabilir mi? Biliyorsunuz, Hrant’ın duruşmasına bir ziyaret olmuştu. Türkiye dinamiklerini çok iyi bilen Hrant bundan duyduğu kaygıyı dile getiriyordu. Adam ölmeden önce kendisinin işaret ettiği şeyler araştırılmış değil.
Veli Küçük Ergenekon denen
soğuk bir şeyden tutuklu. Somut bağlantılar hiçbir şekilde araştırılmadı. Eğer bu ilişkiler mercek altına alınsaydı Ergenekon’dan Hrant Dink’e gidilecekti. Yapılmadı.
-Ne yapılmalıydı?
Ergenekon soruşturmasının göbeğinde misyoner cinayetleri var. Darbe iddialarına odaklanıldığı için işin bu tarafı ihmal edildi. Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin mali kaynakları nelerdir, kimlerle ilişkisi var, bunlar yüzeysel ele alındı. Ergenekon davası bu yönde derinleştirilebilseydi, ‘Lobi
belgesi’ çerçevesinde kurulan ‘Kuvvacı dernekler’, onların anti-Hıristiyan faaliyetleri, ‘lümpen gençlerin örgütlenmesi’ konsepti, ‘
Kafes Eylem Planı’ ve diğer bütün suikast planları arasındaki ilişkileri görebilecektik. Hrank Dink cinayeti, sadece Dink dosyasından hareketle çözülecek bir cinayet değil.
–Hıristiyan cinayetleri neden Ergenekon soruşturmasının göbeğinde? Niçin bu kadar önemli?
Millî
Güvenlik Kurulu’nda 2001 yılında misyonerliğin ‘ulusal düşman’ ilan edilmesiyle başlayan bir süreç var. 2002’den itibaren sık sık MGK’da
gündem oluyor misyonerlik. Bence misyonerliğin ‘ulusal düşman’ ilan edilmesiyle Ergenekoncular kendilerine ‘taban’ yaratmak için altyapı çalışmalarına başlıyor. Hrant üzerinden ciddi bir operasyon söz konusu. O dönemde jandarmadan para ve istihbarat desteği alan
Ergun Poyraz, ‘Misyonerler Arasında Altı Ay’ diye bir kitap yazıyor. Büyük nefret dalgasının ilk salvosu bu kitap. Aynı zamanlarda jandarma istihbaratı, bir jandarma çavuşu olan
İlker Çınar’ı ‘misyonerlerin’ arasına sokuyor. Bu kişi ‘
papaz’ oluyor. Daha sonra ikinci bir emirle tekrar ‘Müslümanlığa dönüyor’ ve
Zekeriya Beyaz’la beraber kanal kanal gezerek ekranlardan nefret yayıyorlar misyonerlere. O günleri hatırlayın, müthiş bir misyoner avı başlamıştı. 2004-2005 yıllarında birdenbire ‘Kuvvacı dernekler’ pıtrak gibi bitiyor. Perinçek’in Aydınlık’ı her sayısında misyonerliği işliyor. Başında
Sinan Aygün’ün olduğu
Ankara Ticaret Odası arka arkaya misyonerlikle ilgili raporlar yayımlıyor. Kemal Kerinçsiz mesaisinin önemli kısmını, misyonerleri izleyip onlara dava açtırmaya harcıyor. Bütün bu Ergenekoncu taifenin toplantılarını yaptıkları Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin basın sözcüsü
Sevgi Erenol MGK’ya ‘misyonerlik’ brifingleri veriyor. Bu işin ciddi ve uzun bir
hazırlık safhası var.
Emre Günaydın, Zirve katliamından sonra Malatya’da 40 kilise olduğunu söylüyordu. Tüm bunlara baktığımızda ciddi bir dizayn olduğunu görüyoruz. Ergenekon savcıları bunları doğru düzgün araştırmadı. Enerjilerini başka yere harcadılar. Ama şu verilere baktığımızda dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın bu savcının dikkatini çeker.
-Veli Küçük’e Dink cinayeti sorulmadı mı?
Çok yüzeysel soruldu. Türk Orkdoks Patrikhanesi’nde toplanan isimler iyi araştırılırsa bu ilişkiler ortaya çıkar. Bu yapılmadı. Misyonerlik üzerinden bir taşla birkaç kuş vurulmak istendi.
Ergun Poyraz, bir yandan misyonerlikle ilgili kitaplar yazıyor diğer yandan Abdullah Gül’le ilgili kitap hazırlayıp Gül’ün
Yahudi lobisi adına çalıştığını iddia ediyordu. Bir yandan içeride misyonerlik üzerinden sağcı, solcu ve muhafazakârları ortak bir düşman etrafında birleştirmek amaçlanıyor öbür taraftan da ‘hükümet bunlarla yeterince mücadele etmiyor’ diye suçlanıyordu…
Gülen cemaatini ‘dinlerarası
diyalog kuruyor’ diye suçluyorlar, yurtdışına çıkınca da ‘dinciler geldi, Hıristiyanları kesiyor’ diye
propaganda yapıyorlardı. Çok amaçlı büyük bir
kampanya oluşturuldu.
-Dink’in katledilmesinden sonra sizin işaret ettiğiniz bu fotoğrafa dikkat çeken çok az insan var. Bu kişilerin aynı zamanda Ergenekon’u sulandırmak için kalem oynattıklarını görüyoruz…
Ergenekon iki şekilde sulandırıldı. Birinci olarak özellikle medyadaki belli kalemşorlar ve
CHP ciddi bir şekilde sulandırdı. Sürekli olarak haksız soru işaretleri ürettiler, en somut
delilleri bile uydurulmuş gibi sundular. Darbe planlarını, çıkan
silahları görmezden gelerek yaptılar bunu. İkinci sulandırmayı da maalesef savcılar yaptı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs alan 5 bin kişiyi araştırmak gibi garip işlere giriştiler. Savcılar Hıristiyanlara saldırılarda JİTEM’in failleri ortadayken onları araştırmayarak sulandırdılar davayı. Çok ciddi insan hakları ihlalleri işlediğini bildiğimiz kişileri soğuk bir Ergenekon üyeliğinden yargıladılar.
-Savcıları eleştirirken haklarını da teslim etmek gerekmiyor mu?
Tabii ki çok önemli adımlar attılar. Bir tarafta Doğu Perinçek’in bir yanda Veli Küçük’ün olduğu bir örgüt ortaya çıktı. Ergenekon davasının yarattığı iklimi küçümsememek lazım.
-‘Ergenekon davasının yarattığı iklim’ derken?
Türkiye’nin başını ağrıtan manipülasyonları yapan insanlar içeride, tutuklu. Ülke bir nefes aldı, aydınlar nefes aldı. 301’den davalar açılıyordu.
Aydınlar korumayla geziyordu. Ergenekon davası başladıktan sonra gayrimüslimlere yönelik tehdit ve saldırılar azaldı. Faili meçhul cinayetler bitti. Çok şey yapıldı. Ama çok daha ciddi bir dava olabilirdi. Geçmişteki suçları, suçluları ifşa eden bir yere gidebilirdi.
-Davanın az sayıda savcıyla yürütülmesi böyle bir sonucu doğurmuş olabilir mi?
Büyük çaptaki davaların bir iki savcıyla götürülmesi mümkün değil, bir
ekip olmalıydı. Ergenekon bağlantısı ve bağlantılı olduğu davaların ayrı
savcılık ekibiyle yürütülmesi gerekiyordu. Dava başka bir yere giderdi. Tabii şunu da belirtmek gerekiyor. Savcılara demokratik bir
baskı olmadı. ‘Daha önemli konularla uğraş’ diyen bir Allah’ın kulu çıkmadı. Savcılar ve mahkeme koca bir Ergenekon örgütü ile karşı karşıya kaldı. Sol bu davaya
destek vermedi,
Kürtler tamamen arkalarını döndü. Onların Silivri’nin önünde yatıp kalkıp mahkemeye baskı kurması gerekiyordu. Alevilere yönelik suikast planları vardı. Onların da desteği olmadı. Bu kadar büyük bir davayı demokratik bir muhalefet olmadan yürütemezsiniz. Savcının yanında yer alacak güçlü bir avukatlar grubunun olması gerekiyordu, olmadı.
Medyada davanın sağlam çekirdeğine sahip çıkacak, diğerlerini eleştirecek bir duruş gerekiyordu. Bu anlamda hükümete yakın gazeteler de kötü bir rol oynadı. Davaya hiçbir eleştiri getirmedi. Davayı korumanın yolunu savcının savunması gibi algıladılar. Dolayısıyla dava sahipsiz kaldı bir anlamda.
-Medyada Ergenekon’u magazin boyutuyla ele alan, sulandırmaya çalışan ciddi çaba vardı... Taraf, Zaman, Star, Bugün gibi gazeteler bu süreçte ciddi katkı da koydu…
Tabii ki. Eleştirdiğimiz medya organlarının desteği olmadan bu dava götürülemezdi. Ama daha güçlü bir rol oynayabilirlerdi. Davanın özüne sahip çıkarken insan hakları standartları konusunda uyarıcı olabilirlerdi. İnsan hakları argümanları davanın içini boşaltmak isteyenlerce kullanıldı. O bakımdan biraz talihsiz bir atmosfer içinde yürüdü dava. Bir grubun ciddi manipülasyon çabasını unutmamak lazım. Davada yapılan hatalar da o insanlara fırsat verdi.
-Dava sürecinde en çok eleştirilen tutukluluk süreleri oldu. Ergenekon sanıklarının tutuklu yahut tutuksuz yargılanmasında ölçü nedir?
Ergenekon dosyasını ikiye ayırmak lazım. Ergenekon’da bir grup var ki dünyanın neresinde olursa olsun tutuklu yargılanır. Bunlar silahlı külahlı dışarı çıktığında tanıklara baskı yapabilecek insanlar. Bunları herkes biliyor ve tutukluların çoğu bu gruba dâhil.
Gazeteci gibi tehdit etme imkânı olmayan insanların tutuksuz yargılanması gerekiyordu. Onların tutuklu yargılanmaları dava üzerinde şaibe yaratıyor. ‘Ergenekon davası muhalefeti susturmak için açıldı’ diyorlar sonra. Medya ve politikacılar söz konusu olduğunda bu araçların daha dikkatli kullanılması lazım. Bu, ‘yargılama sonunda sağlam deliller varsa o insanlar mahkum olmasın’ anlamına gelmiyor. Tutuklansın bu insanlar. Ama bu
tedbir Türkiye’de bir ceza gibi uygulanıyor. Sadece bu davayla ilgili değil. Keşke kullanılmasa.
-Tutuklu yargılanan gazeteciler üzerinden dava aleyhinde bir kampanya yürütülüyor. Gazetecilerin tutuklanmasına ne diyorsunuz?
Ahmet Şık’la Nedim Şener’in tutuklu yargılanmasını doğru bulmuyorum. Özellikle Şık bakımından delillerin zayıf olduğunu düşünüyorum. Tutuklu yargılanmasını mazur gösterecek hiçbir şey yok. İçeride tutulmaları davaya zarar veriyor. ‘Gazetecilere dava açılmasın’ demiyorum. Savcılar, hâkimler Veli Küçük’le aynı pozisyonda görmemeli bazı sanıkları. Ayrıca gazetecilerin tutuklanması, davalar açılması manipülatörlere malzeme sunuyor.
Ahmet Altan ve Perihan Mağden, Türkiye’yi iyisiyle kötüsüyle anlatan insanlar. Bunlara
Başbakan adına dava açılması üzücü. Bu davalar Türkiye’yi yurtdışında faşizm varmış gibi anlatanlara malzeme sunuyor. Hükümet kendi reformlarını da gölgede bırakmış oluyor.
-Avrupa’da nasıl işler tutukluluk süresi?
Silahlı grup her yerde tutuklanır, bir kısmı da delillerin toplanmasından sonra serbest bırakılırdı.
-Ergenekon operasyonları sürecinde askerî vesayet geriledi. Geçenlerde Murat Belge “Güçlü bir dış destekle, askerî vesayet geri gelebilir.” diye yazdı. Siz de katılıyor musunuz?
Ciddi bir reform olmadığı sürece askerî vesayet uyuyan bir virüs gibi. Bünyeden tamamen atılmış değil, Militarist ruh bünyede uyumaya devam ediyor. Bundan kurtulmanın yolu tam
demokratikleşme. Devletin
hesap verir bir hâle gelmesi.
-Dink meselesi ve tutuklu gazeteciler tartışılırken Başbuğ tutuklandı. 12 Eylül yargı önüne çıkacak. Bu gelişmeler demokrasi adına sevindirici değil mi?
Güzel gelişmeler. Başbakan’ın ‘Başbuğ tutuksuz yargılanabilir’ diye bir açıklaması oldu. Keşke Tayyip Bey, Hrant Dink davasının çözülmesi için mahkemeye, emniyet müdürüne, jandarmaya çağrıda bulunan bir tavır gösterebilseydi. Anayasanın bir türlü hazırlanmamış olması,
Kürt sorunu konusunda adımların yarım bırakılması beni endişelendiriyor. Başbakan Erdoğan statükoyla barışmaya çalışıyor gibi bir görüntü veriyor. Umarım yanılıyorumdur.
-Ergenekon davasına yaklaşımı KCK soruşturmasında da görüyoruz. ‘Karşısında olanlar’ ve ‘her şeyiyle sahiplenenler’ şeklinde iki grup var. KCK tutuklamaları olmamalı mı?
Silah,
bomba temin eden, emir veren, olayın şiddet kısmına bulaşanların tutuklanmasına kimse bir şey diyemez. Başında Murat Karayılan’ın olduğu bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Kimse bunu masum göstermesin. Son derece otoriter bir tablo ortaya koyan bir KCK sözleşmesi var. Ama diğer taraftan
Büşra Ersanlı ve
Ragıp Zarakolu sınırına dayanan tutuklamaları görüyoruz. ‘Terör örgütüne
yardım ve yataklık’ gibi geniş yorumlarla bu davalar yürütülmemeli.
-İki haftadır JİTEM binasının bahçesinde kazılar sürüyor. Birçok kemik çıktı toprak altından. Siz de geçmişte faili meçhul davalarını takip ettiniz. Bu kazılardan ne çıkar?
Başlı başına çok önemli bir olay. Ergenekon’daki bir grubun darbeye teşebbüsten yargılanıp asıl bu suçlardan yargılanmaması
adalet adına utanç verici bir şey. Bugün JİTEM’in bütün kurucuları Ergenekon’dan yargılanıyor. Diyarbakır’da
küçük bir JİTEM davası görülüyor. Ergenekon’un artık buralara ilerlemesi gerekiyor. Son söyleyeceğim şudur: Darbeyle ilgili yeterince delil toplandı. Bununla ilgili bir an önce karar verilmeli ve daha sonra faili meçhuller, bu kişilerin faili meçhullerdeki rolleri, köy yakmalardaki, JİTEM’deki pozisyonları gibi yargılamalar devam etmeli.
AKSİYON