Bugün
yargıya müdahale edildiği gerekçesiyle sert tepki veren
Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay ve
Danıştay üyelerinin, askerin düzenlediği brifinglere topluca katıldığına dikkat çeken Erim, her iki ‘duruş’un birbiriyle çeliştiğini savunuyor.
12 Haziran 1997’de
Genelkurmay’ın konferans salonunda
Yargıtay üyelerine verilen brifinge katılan Serim, “Otobüsler dolusu
yüksek yargı mensubunun, askerden brifing almak için Genelkurmay’a gitmesi yargı bağımsızlığı açısından hiç hoş bir durum değildi.” diyor. Serim, o günlerde ülkede
darbe havası oluşturulduğunu hatırlatarak,
psikolojik baskı altında brifinge katılmak zorunda kaldıklarını ifade ediyor.
Brifing sonrası, yargı mensupları olarak düştükleri pozisyon nedeniyle çok üzüldüğünü anlatan Serim, “Manevi baskı altındaydık. Darbe olursa üyelikten alınma endişesi vardı. Hâlâ o brifinge katılmanın pişmanlığını duyuyorum.” şeklinde pişmanlığını dile getiriyor. Erim, yaklaşık 250 Yargıtay üyesinden brifinge katılmayan 4-5 üyenin bu cesur tavırlarını ise takdir ediyor. 28
Şubat süreci sonrası oluşan darbe havasına rağmen Yargıtay üyelerinin çoğu brifinge
gönüllü olarak katılmış. Hatta yargı mensuplarına yönelik ilk brifinge katılamayan bazı üyeler, dönemin
Yargıtay Başkanı Müfit Utku’dan ricada bulunarak yeni bir brifing düzenlenmesini istemiş. Utku, gelen talep üzerine
Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’yla görüşerek, Yargıtay daire başkanları, üyeler, tetkik hakimleri ve savcılar için özel bir brifing verilmesini sağlamış. 10 Haziran 1997’de düzenlenen ilk brifinge Yargıtay
Ceza Dairesi başkan ve üyelerinin katıldığını aktaran Serim, “Ben
Hukuk Dairesi üyesiydim. Baktığımız
davalar gereği irtica gibi konularla hiçbir ilgimiz olmamasına rağmen bazı üye arkadaşlarımızın talep etmesi üzerine 12 Haziran’da düzenlenen ikinci brifinge katılmak zorunda kaldık.” diye konuşuyor.
Serim, brifinge katılarak düştükleri pozisyonu ‘
Bağımsız yargı açısından hoş bir görüntü değil.’ diye nitelendiriyor. Brifing sonrası hissettiklerini ise şöyle anlatıyor: Çok üzülmüştüm. Daha önce iki kez
kalp ameliyatı geçirdiğim için üzüntüden kalp atışlarım bozuldu, hastaneye gitmek zorunda kaldım. Öğrencilere
ders anlatma şeklinde yüksek yargı mensuplarına brifingler verilmesi hoş bir durum değildi. Yüksek yargıçlar adeta emir alan kişiler durumuna sokulmuştu. Yargıçlık onurumun zedelendiğini hissettim. ‘Keşke gitmeseydim’ diyorum; ama o zaman toplu karar alınarak gidilmemesi gerekirdi. Böyle bir şey olması da o şartlarda zordu.” Brifinglerden sona alınan bazı kararlarda tarafsızlığın yitirildiğini düşünen Serim, askerden direkt bir baskı görmediklerinin altını çiziyor ve ekliyor “Ancak yargı mensupları kendi bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını korumak için gereken dirayeti gösteremediler.” Nitekim brifinglerin etkisi daha sonra parti
kapatma davaları, Recep Tayyip Erdoğan’ın 312. maddeden mahkum edilmesi gibi çeşitli dava ve kararlarda açıkça görülüyor. 12
Eylül ihtilali sırasında
Ankara Adliyesi’nde hakim olarak görev yapan Serim, kıyaslama yapıldığında 28 Şubat sürecinin yargı üzerinde
12 Eylül darbesinden daha fazla tahribat yaptığını savunuyor.
Siyasî görüşler kararlara yansımamalı
“İnsanların bir siyasi görüşü olabilir; ama bunların kararlara yansımaması gerekir. İdeal olan budur.
Türkiye’de maalesef yargıda bu tarafsızlık sağlanamıyor.” tespitinde bulunan Erim, bir elinde terazi, diğer elinde kılıç bulunan ‘Adalet Perisi’nin gözlerinin bağlı olduğunu hatırlatıyor. Erim, yargı mensuplarının yargılanan kişinin kimliğine, davanın niteliğine bakmadan hukuku herkese eşit şekilde uygulamasının önemine işaret ediyor. Bazı davalarda hakimlerin tarafsızlığını koruyamadığını belirten Serim, şunları söylüyor: “Yargı üzerinde dışarıdan bir baskı ya da etkileme girişimi söz konusu değildir. Yargı mensuplarının olaylara objektif yaklaşması ve tarafsız karar vermesinde sıkıntılar vardır. Yargıçların ideolojilerine, siyasi görüşlerine karşı tarafsızlıklarını korumada sorun yaşanıyor.
Hakimler farklı görüşler karşısında tarafsız
hakem konumunda olması gerekirken resmi ideoloji tarafında yer alıyor.” Gazetecilerin de katıldığı toplantılar BÇG’den
28 Şubat sürecinde Genelkurmay tarafından düzenlenen ‘irtica brifingleri’ne gazeteciler de katıldı. 11 Haziran’da düzenlenen brifingde, ‘Türkiye
Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse
silah kullanılacağı’ açıklandı. Brifingde darbelere zemin teşkil eden İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine de atıfta bulunuldu: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu ve anayasa ile
tayin edilmiş olan TC’yi kollamak ve korumaktır. TSK için durumdan vazife çıkarmak bir görevdir.” Komutanların irticaya karşı ‘Batı Çalışma Grubu’nu kurduğu da kamuoyuna resmen yansıdı ve bu isim BÇG şeklinde kısaltılarak irtica kelimesinin geçtiği her cümlenin içine girdi. Genelkurmay’ın brifingi ertesi gün gazetelerde ve köşe yazarlarında şöyle değerlendirildi:
Milliyet: Ordudan son uyarı.
Hürriyet: Gerekirse silah bile kullanırız.
Sabah: Muhtıra gibi brifing.
Yalçın Doğan: İhtilal bildirisi.
Fikret Bila: Durumdan vazife.
Fatih Çekirge: Yolun sonu.
Ertuğrul Özkök: Nereye kadar?
İsmet Berkan: Siviller
kına yaksın.
Fehmi Koru: Önümüzdeki günlerden itibaren bambaşka bir kavram kendini hissettirecek: ‘Aydın Bunalımı’ Böylesine yumuşak bir yazı bile büyük bir korkuyla yazıldı; anlasanıza! Hasan
Cemal:
İrtica ve siyasal İslam’la mücadele konusunda tarafsız kalacak kadar da avanak değilim.
‘Cumhuriyet
tehlikede’ telkini
“
Asker bizi brifinge silah zoruyla götürmedi.” diyen Serim, asıl sorumluluğun yargı bağımsızlığının gerektirdiği şekilde tavır koymayan, hatta kendi istekleriyle brifinge katılma talebinde bulunan yargı mensuplarında olduğunu vurguluyor. Üyelerden biri, Genelkurmay’da brifinge gitmeden önce espriyle karışık birliğine teslim olmaya giden bir er gibi ‘teslim olmaya gidiyoruz’ demiş. Brifingde o dönemde görevde olan başbakan ve bakanlara ağır suçlamalar yöneltilirken, ‘Cumhuriyet tehlikede, baktığınız davalarda dikkatli olun, rejimi ve laikliği koruyun, kararlarınızı buna göre verin’ mesajı verilmiş. Laiklik ilkesine aykırı faaliyette bulunanlara müsamaha gösterilmemesi istenmiş.Serim, “Anlatılanlara bakılınca bizden hukuka,
adalete değil, rejimi korumaya öncelik vermemiz gerektiği ima ediliyordu. Sanki ihtilal olmuş, bunun haklılığını anlatan açıklamalar yapılıyordu.” ifadelerini kullanıyor. Yüksek yargı mensupları brifing bittikten sonra konuşma yapan komutanları dakikalarca ayakta alkışlamış. Yargıda hâlâ 28 Şubat’ın etkileri var
Anayasa Mahkemesi raportörlüğü de dahil olmak üzere yargının her kademesinde görev alan Ekrem Serim, son dönemde tartışılan davalarda, vatandaş yerin
e devleti koruma anlayışının ve 28 Şubat’ta verilen brifinglerin etkisinin olduğuna işaret ediyor. Türkiye’de yargı bağımsızlığı sorunundan çok yargıçların tarafsızlığı konusunda sıkıntı yaşandığının altını çiziyor. Doktorasını anayasa hukuku alanında yapan Serim, devletin, Batı’daki
laiklik anlayışından farklı, Türkiye’ye özgü resmi bir laiklik yorumu benimsediğini belirterek bu resmî ideolojinin tek parti döneminden bu yana yargı bürokrasisine hakim olduğunu söylüyor. Serim, bazı dava ve kararlarda Türkiye’ye özgü laiklik yorumunun etkisinin açıkça görüldüğüne dikkat çekerek, “Avrupa’da laiklik anlayışına göre devletle din birbirine karışmıyor, devlet bütün inançlar karşısında eşit uzaklıkta duruyor. Oysa Türkiye’de dinin daima devletin kontrolü altında tutulması düşünülür. Dindar kesim potansiyel bir tehlike olarak algılanıyor. Bu anlayış
mahkeme kararlarına da yansıyor. Sorun buradan kaynaklanıyor