Bu gelişmeler ister istemez, "28
Şubat sürecinin ikinci perdesi mi açılıyor" endişesini artırıyor. O halde
hedef ne?
‘Önümüzdeki seçimlerde Meclis'e dört parti girecek ve
koalisyon hükümeti kurulacak.’ Bu sözler, ABD’de ve
Avrupa ülkelerinde etkinliği olan bir kuruluşun
Ankara Temsilciliği'ni yürüten yetkiliye ait. Meclis'e girecek partiler olarak Adalet ve Kalkınma Partisi (
AK Parti),
Cumhuriyet Halk Partisi (
CHP),
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Doğru Yol Partisi'ni (DYP) sayan aynı kişi, "
Milletvekili seçimlerinden önceki en önemli olay
cumhurbaşkanlığı seçimi. Eğer Recep
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmakta ısrar e
derse; bunun Ankara'da gerginliğe yol açacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok." diyor.
"Meclis'e dört parti girecek" tezi aslında kamuoyu araştırma kuruluşlarınca henüz tam olarak doğrulanmış değil. Türkbilgi Danışmanlık
Araştırma Şirketi'nin 40 ilde 11 bin 380 kişi üzerinde yaptığı ankete göre AK Parti, CHP ve MHP ile birlikte DYP de barajı aşıyor. Ama, örneğin Odak Araştırma Şirketi'nin temmuz ayında yaptığı ankete göre barajı sadece AK Parti, CHP ve MHP aşıyor. Bu ankete göre AK Parti'nin oyu yüzde 42,9 iken, CHP'nin yüzde 20,9, MHP'nin ise yüzde 14,9. Buna karşılık barajın altında kalan DYP'nin oyu yüzde 5,4.
Bu sebeple, 2007 sonundan itibaren
Türkiye'nin tek bir partinin kuracağı hükümet tarafından mı yoksa bir koalisyon hükümetince mi yönetileceği henüz tam olarak net değil. Ama, önümüzdeki mayıs ayında
Çankaya Köşkü'nden inecek olan Ahmet Necdet Sezer'in yerine kimin geleceği; seçimlerin kaderini de etkileyecek ölçüde en önemli siyasi
gündem maddesi olarak karşımızda. Uzun bir süredir üzerinde kafa yorulan siyasî mühendislik projesi ise şöyle: Ne Tayyip Erdoğan Köşk'e çıksın ne de AK Parti tek başına yeniden
iktidar olsun.
DERİN PİYASA SENARYOSU
Bu
senaryonun
ekonomik ayakları da hazır. Örneğin, "ulusalcı" çizgideki yazılarıyla tanınan
Radikal gazetesi yazarı
Yiğit Bulut, 11
Eylül 2006 tarihli köşesinde, "
Piyasa algılamakta zorlanıyor, ama Türkiye, yeni bir 28 Şubat sürecine girdi." diye yazdı. Ankara'da derin
kulis bilgisi olan bir bürokrat Bulut'a şunları söylemiş: "
Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanı
adayı olmaktan vazgeçti. Kafasındaki isim eşi
türbanlı olmayan Vecdi
Gönül. Bunun sinyallerini çok yakında piyasada göreceksin. Borsada beklenmeyen, anlamsız yükselişler ve dolarda ciddi düşüşler olacak..." Bulut, eğer tersi olursa; yani Erdoğan ya da eşi türbanlı biri cumhurbaşkanı olursa; borsanın düşeceğini, doların fırlayacağını öne sürüyor.
AK Parti'ye karşı yeni siyasi oluşumların içinde olduğu bilinen eski
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın damadı
Kerem Alkin de, Referans gazetesinde 9 Eylül 2006 tarihindeki yazısında aynı senaryoyu şöyle dile getirdi: "
Hikmet Çetin gibi tarafsız bir kişi cumhurbaşkanı olursa; borsanın 10 ile 15 bin puan arasında önemli bir sıçrama gerçekleştirebileceği,
Hazine kâğıtlarının
ikinci el faiz seviyesinde 3,5 ile 4 arası bir gerileme olacağı vurgulanıyor. Ama Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmakta ısrar ederse borsanın 10 bin puan aşağı ineceği; Hazine ikinci el faizlerinin yüzde 25'lerin üstünü
test edebileceği vurgulanıyor."
Peki, ekonomik ayağı da bu şekilde anlatılan söz konusu siyasî senaryo nasıl gerçekleşecek? Yoksa, gerçekleşmesi için düğmeye basıldı mı? Aslında son aylarda yaşadığımız gelişmeler, Yiğit Bulut'un "Türkiye yeni bir 28 Şubat sürecine girdi" tezini destekleyen cinsten. Gelişmeleri yakından izleyen bir siyasî gözlemciye göre ise zaten düşük yoğunluklu olarak devam eden 28 Şubat sürecinin ikinci perdesiyle karşı karşıyayız. Üstelik, 1996-98 döneminde yaşanan olayların neredeyse birebir aynıları şu anda
teker teker ortaya çıkıyor.
CAMİDEKİ İKİ SUİKASTÇİ
28 Şubat süreci deyince akla hemen
Sincan'daki
Kudüs Gecesi, Aczimendi lideri
Müslüm Gündüz'ün
Fadime Şahin ile basılması gibi görüntüler geliyor. Ama bir olay daha var. O da İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu'nun damadı Hızır Ali Muratoğlu'nun camide silahlı saldırı sonucu öldürülmesiydi. Ne ilginç bir tesadüf ki, şimdi yine gazete
manşetlerinde Sincan'daki irtica konulu bir gösteri var. Yine İsmailağa Cemaati bir başka
cinayet sebebiyle manşetlerde.
1996'da Müslüm Gündüz'ün yarı çıplak basılmasını manşet yapan
Hürriyet; bu sefer AK Partili bir bürokratı bir kadınla gösteren fotoğraflarıyla manşete çıkardı.
Bugünün 1997'ye göre şimdilik tek bir eksiği kaldı. O da 1997'de asker-polis çatışmasını hedefleyen "
Köstebek davası" benzeri bir senaryonun yürürlüğü konulması.
Aksiyon'a bilgi veren üst düzey bir güvenlik yetkilisine göre, şu anda bunun da hazırlıkları yapılıyor ve çok yakında böyle bir olayın patlak verme ihtimali yüzde 90!
Önce 1996-98 arasında yaşanan olayların içyüzünü kısaca hatırlayalım. Müslüm Gündüz, 1996 yılı aralık ayında Kadıköy'deki bir evde "imam nikahlı eşim" dediği 24 yaşındaki Fadime Şahin ile birlikte iken evin kapısı balyozla kırılarak basıldı. Zaman gazetesi yazarı Tamer Korkmaz'ın yazdığına göre Gündüz, kendisini basmaya gelen yetkililere
telefon açmış ve "Yahu nerede kaldınız?" diye yakınmıştı. Gündüz'e verilen
cevap şöyleydi: "
Televizyoncu arkadaşlardan biri gecikti. Yolda, gelmek üzere. O gelir gelmez senin oraya intikal ediyoruz!" Baskından sonra, Fadime Şahin'in Müslüm Gündüz ve yine "şeyh" olduğu öne sürülen
Ali Kalkancı ile yaşadıkları günlerce televizyonların ve gazete manşetlerinin ana malzemesi oldu. Gündüz, tutuklanıp üç yıldan fazla
hapis yatarken, Kalkancı da iki defa cezaevine girip çıktı.
Dönemin Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın,
İran'ın Ankara Büyükelçisi Rıza Bagheri'nin de katılımıyla 31 Ocak 1997 günü düzenlediği Kudüs Gecesi’nden birkaç gün sonra tankların Sincan'da yürümesi fiilen 28 Şubat'ın başlangıcıydı. Görevden alınan belediye başkanı tutuklandı. Büyükelçi Bagheri, istenmeyen adam ilan edildi ve ülkesine gönderildi.
Mahmut Hoca'nın damadı Hızır Ali Muratoğlu, 17
Mayıs 1998 günü camide cemaatle birlikteyken silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Saldırgan
Ufuk Şahin Hantal, "Onu üzerime cinlerini saldığı için öldürdüm" diyordu. Hantal, tıpkı Turgut Özal'ı vuran
Kartal Demirağ gibi
komando hareketleriyle
takla atıp elindeki silahla cemaati tehdit ederek camiden kaçmayı da başardı. Birkaç yıl sonra yakalandığında başka cinayet olaylarından da suçlandı.
2006'ya geldiğimizde ise sadece karakterler değişik. 1996'da Müslüm Gündüz'ü, "Böyle basıldı" diye manşet yapan Hürriyet; bu kez 17 Eylül 2006 günü,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Belbim Genel Müdürü Adnan Şahin'in daha önce birlikte çalıştığı bir kadınla Antalya'da tatilde çekilmiş samimi fotoğraflarını yayımladı. Seçimler yaklaştıkça bu türden haberlerin sayısında artış olacağını belirten bir kaynak, "Zaten bir yıldır İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde iki eşli, üç eşli olmayan bürokrat kalmadı söylentisi ısrarla yaydırılıyor." diyor.
İsmailağa Cemaati’ne mensup
emekli imam
Bayram Öztürk'ün 3 Eylül 2006 sabahı vaaz verirken vurulması kendi içinde pek çok gariplik taşıyan bir olay. Soruşturmada ortaya çıkan bilgi şu: Her
pazar olduğu gibi camide vaaz veren Öztürk'ü birkaç saf mesafede dinleyenlerden biri olan
katil zanlısı Mustafa
Erdal, birden ayağa kalkıp "
Allah" diye bağırdıktan sonra, "Hocam duaya çok ihtiyacım var, bana dua eder misiniz?" diyor. O, Bayram Hoca'ya doğru hamle yaparken; Bayram Hoca elini kaldırıp onun için dua ediyor. Tam o sırada üzerindeki kırmızı kazağın koluna sakladığı bıçağı çıkarıp Bayram Hoca'nın kalbine saplıyor. Bayram Hoca, kalbine gelen bu tek
bıçak darbesiyle yere yığılıyor.
Aksiyon'a bilgi veren Abdullah Ustaosmanoğlu, Bayram Hoca'nın bu son vaazında
şehitlik üzerine konuştuğunu belirtiyor. Camideki bazı dinleyiciler, vaazdan bölümleri cep telefonlarına kaydetmişler. Bir kayıtta Bayram Hoca şöyle diyor: "Şehit olmak yürek ister, şehit olmak cesaret ister!" Bayram Hoca, son sözlerinden de anlaşıldığı gibi özlemini duyduğu şehadet mertebesine erişti. Ama, bu cinayetin tıpkı 1998'deki cinayette olduğu gibi fevri bir olay mı yoksa planlı mı olduğu sorusu hâlâ ortada.
Üstelik, 22 yaşındaki
Hamit Alpaya,
Sabah gazetesinde 20 Eylül 2006 günü yayımlanan sözlerinde şu ilginç iddiayı ortaya attı: "10 yaşımdan beri cemaatin içindeyim. Benden, önce Menzil Tarikatı Şeyhi Abdülbaki Erol'u öldürmemi istediler. Ama kabul etmedim. Sonra da İsmailağa Camii imamı Öztürk'ü. Ama görevi Mustafa Erdal üstlendi dedi." Eğer bu iddia doğruysa, camide cinayet sonrası
linç edilen
katil zanlısı Mustafa Erdal'a bu görevi kimler verdi?
Şimdi gelelim günümüzün Sincan olaylarına. 2006'nın Sincan versiyonu, 1997'dekinden biraz daha farklı. Hürriyet, Belbim Genel Müdürünü sürmanşet yaptıktan bir gün sonra, 18 Eylül'de "Çocuklarımızı rahat bırak hoca" manşetiyle çıktı. Haberdeki iddiaya göre, Sincan Selahattin Akbilek Lisesi
Edebiyat öğretmeni Tarık Sezai Karatepe, öğrencilerinin cep telefonlarına, "Varlığım Allah yoluna armağan olsun. Ne mutlu Müslüman'ım diyene" gibi dinî içerikli mesajlar göndermişti. Karatepe, öğrencilerin
mezuniyet balosuna katılmalarını önlemek için de, "Bu bir komünist oluşumdur, komünist oluşuma hayır diyelim, orada çok büyük kargaşa olacak, kızlarla erkekler birbirine girecek, bunu diğer arkadaşlarına anlat." demişti. Hatta baloya neden katılmadığını anlatırken, daha da ileri gidip "Ben p...venk değilim" bile demişti. Hizbut
Tahrir örgütü de balo öncesi okula bir
mektup gönderip, "Canınızı seviyorsanız bu lanetli programı iptal edin. Yoksa canınız tehlikeye girecektir." tehdidinde bulunmuştu. Habere göre ayrıca bu mesajlardan korkan 50'ye yakın öğrenci okul yönetimine şikâyet dilekçesi verdi.
POLİS NİYE HEDEFTE?
Oysa bu okulda yaşanan olaylar biraz farklıydı.
Okul müdürü Mehmet
Emin Gökdere ile edebiyat öğretmeni Karatepe arasında aylar öncesine dayanan kişisel bir sorun vardı. 20
Nisan 2006 günü okul bahçesinde ders saatinde
rock konseri düzenlenmesi üzerine Karatepe bu durumu şikâyet konusu yapmıştı. Böylece müdürün görevden alınması gündeme geldi. Üstelik Karatepe, "Bahsedilen cep telefonu mesajlarını ben atmadım." demekteydi. İlginç olan,
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt aleyhindeki bazı cep telefonu mesajlarının da bir AK Partili'nin cep telefonu numarası kullanılarak atılmış olmasıydı. Ama buna rağmen okulların başladığı
pazartesi günü, bazı öğrencilerin eline "Müdürümüzün irticaya
kurban gitmesini istemiyoruz." pankartları verilip gösteri yapmaları sağlandı.
"Sincan" bizim siyasi tarihimizde öylesine önemli bir sembol ki; 28 Şubat'ın tetikleyicisi pek çok olay burada ortaya çıktı. Örneğin o dönemde televizyon muhabiri
Işın Gürel, burada sakallı bir kişi tarafından saçlarından tutulup yere serildi. Hürriyet, Türk hava sahasından geçiş izni almadığı için indirilen İran uçağını manşet yaparken bile, uçakta 1997'deki Kudüs Gecesi’ne katılmış olan Bahgeri'nin de bulunduğunu ön plana çıkarıp "İndirilen uçaktaki tanıdık sima" başlığını kullandı.
Tıpkı 1997'de olduğu gibi 2006'da da bu senaryonun bir diğer ayağı irtica ile mücadele konusunda asker ile polis arasında görüş farkı olduğu imajını uyandırıp, çeşitli "irtica operasyonları" için polisi
baskı altına almak. Bu senaryonun 1997 uygulaması şöyle oldu: 2 Temmuz 1997'de, Hürriyet gazetesi, "Müthiş İtiraf" manşetiyle çıktı. Habere göre
Deniz Kuvvetleri İstihbarat Dairesi'ni dinleyen "
casus onbaşı"
Kadir Sarmusak, "Emri İstihbarat Başkanı Orakoğlu'ndan aldım" diyordu. Sarmusak tarafından Emniyet'e verildiği öne sürülen bir
Batı Çalışma Grubu belgesi sebebiyle Sarmusak ve Orakoğlu tutuklandı. Ama yargılama sonucunda her ikisi de
beraat etti.
Şu anda henüz Köstebek davası benzeri bir olay patlak vermiş değil. Ama Sauna çetesi davasından yargılanan
Kasım Zengin'in, İstanbul'da bir caminin bodrumunda kurulan "Kadı Mahkemesi" tarafından yargılandığı iddialarının Ankara savcısının talebine rağmen İstanbul polisi tarafından yeterince araştırılmadığı haberleri bunun ilk belirtileri gibi.
Bir süre önce emekli bir savcı, 1989 yılındaki
cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Turgut Özal'a yapılan suikast teşebbüsünden bahsetmişti. İlginç olan 21 Eylül günü Bursa'daki bazı törenlere katılan Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın geçeceği yola yakın bulunan arabadan çıkan patlayıcılar ve silahlar. Haberlere göre, soruşturmayı yapan yetkililer, Erdoğan'a yönelik bir suikast teşebbüsü olduğu şüphesi üzerinde duruyor.
Şimdilik ortaya çıkan olaylar bunlar. İster istemez, insanın aklına şu soru geliyor: On yılda bir askerî darbe anlayışını artık geride bırakan Türkiye, şimdi de 10 yılda bir 28 Şubat benzeri "post-
modern darbe" sürecine mi giriyor? Ya da uzatmalı da olsa 28 Şubat'ın ikinci perdesi mi açılıyor?
“ERDOĞAN’IN LAİKLİK KARŞITI OLDUĞUNA İNANIYORLAR”
TARHAN ERDEM, Aksiyon’un sorularını cevaplandı:
-Şu anda kaç parti barajı aşıyor?
Üç veya dört partinin aştığını sanıyorum.
-Dördüncü parti hangisi?
DYP.
-Kimin cumhurbaşkanı olacağı seçimleri etkiler mi?
Sanmıyorum. Tayyip Erdoğan'ın
cumhurbaşkanı adayı olmayacağını iki seneden beri söylüyorum. Olmamalı anlamında söylemiyorum. Erdoğan kendine bir misyon belirlemiş bir insan. 53 yaşında bu misyonu bırakıp pasif bir göreve gitmesi söz konusu değil.
-"Tayip Erdoğan cumhurbaşkanı olmasın ve seçimlerden üç-dört partili bir koalisyon partisi çıksın." gibi bir siyasi mühendislik projesinden söz ediliyor. Ne diyorsunuz?
Herkesin kendine göre bir isteği var; ama eğer bu bir mühendislik projesi ise mühendisler malzemeyi de dikkate almak durumundalar. Ters ve
komik bir bina yapamazsınız.
-Ufukta bir koalisyon görüyor musunuz?
Şu anda görmüyorum. Türkiye'nin iktidar problemi yok, muhalefet problemi var. Her iktidar beş senede yıpranır. Bu iktidar da yıpranmıştır, ama avantaj sağlayan unsurlar da kazanmıştır. Eğer iktidara aday bir muhalefet partisi varsa iktidar gider. Muhalefet partilerinin iktidara gelecek kadar oy alacaklarını göremiyorum.
-Bazı yazarlara göre Türkiye 28 Şubat süreci benzeri bir döneme girdi. Hatta bu sebeple Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olmama kararı almış. Kafasındaki aday da eşi türbanlı olmayan Vecdi Gönül'müş.
Bu sözü kim söylediyse yanlış şeyler söylemiş. Tayyip Erdoğan niçin cumhurbaşkanı olmaktan vazgeçmiş olsun? Ne zaman olacağım diye ilân etti ki şimdi vazgeçmiş olsun?
Ben de 1,5 sene evvel Vecdi Gönül'ü tahmin ettim ve yazdım. Ama eşinin türban takıp takmadığını bilmiyordum. AK parti içinde cumhurbaşkanı olabilecek insanlardan biri Vecdi Gönül. Ama bunun eşinin başıyla saçıyla alakası yok.
-Yeni bir 28 Şubat sürecine ihtimal veriyor musunuz?
Hayır. Biz kendimizi idare edemiyor muyuz?
-Tayip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olduğunu açıkladığında ne olur?
Bunun karşısında olan insanlar var. Bu karşıtlığı bugünkü iktidarı yıpratmak için kullananlar var. Bir de gerçekten cumhurbaşkanı olmasını uygun görmeyenler var. Bunlar farklı kesimler. Muhalefet yüce divana göndeririz gibi laflarla, iktidarı yıpratmaya çalışıyor. Bu da hakları. Ama ikinci kısım, Tayyip Erdoğan'ın gerçekten
laiklik karşıtı bir insan olduğuna inanıyor. Ben de kuşkulananlardan biriyim.
Aksiyon