Şu anki siyasi durumu tahlil eden bir çok kişi, AK Parti'nin aldığı yüzde 47'lik oyu,
Cumhuriyet Mitinglerinin sandıkta uğradığı hüsranı ve
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesini
direk 'e-muhtıraya' yani 27
Nisan'a bağlıyor...
Bu tahlili özellikle bugün kaybedenler pozisyonunda olanlar yapıyor. Tıpkı,
27 Nisan'dan önce şaha kalkmış kıratını
Meclis dışına sürerek hüsrana uğrayan ve bunu kabullenen
Mehmet Ağar gibi...
İşte Siyaset, medya ve yargının söz sahibiyken 27 Nisanla kaybedenleri:
27 Nisan mağdurları!
Sadece katillere özgü bir şey değildir olay mahallinde gezinmek. Tekrar tekrar o noktaya dönmek… Yapıp ettiklerimizle başımıza gelenler arasındaki görünmez bağı keşfetmek her zaman mümkün değilse de, bazen bu keşfin manası da olmaz. O nedenle 2007'de fitilin ateşlendiği 27 Nisan'a yani o âna dönmek pek çokları için kaçınılmazdır. Tıpkı, Demokrat Parti'nin sabık lideri Mehmet Ağar'ın aradan 6 ay geçtikten sonra "bizi 27 Nisan bitirdi" cümlesini kurması gibi.
'27 Nisan mağdurları'nı, adı hâlen tam konulamayan bir e-muhtıranın beklenmedik 'kaybedenler' listesi doğurduğunu ifade etmek için kullanıyoruz. Kaybetmesi, hatta haritadan silinmesi beklenenler değil de, 'sessiz kalmakla' o fiile ortak olanlar, dolaylı yoldan
destek çıkanlar, bir şekilde beklenti duyanlar ya da basit söylem benzerliğinden ciddi zarar görenlerden söz ediyoruz. Mağduriyetin burada bir 'ironi' taşıdığını, haksızlığa uğramak manasına gelmediğini ifade etmeliyiz. Aşağıdaki mağdur listesinin daha da uzatılabileceğini de…
27 Nisan bumerangı, en çabuk ve en sert, meşruiyetini
sivillikten ve demokrasiden alması gerekenleri vurdu. AK Parti'deki ikbal günlerini terk ederek ANAP'ı yeniden diriltmek için 'liberal demokrat' bir söylemle liderlik sahnesine çıkan
Erkan Mumcu, 27 Nisan'ın ilk mağduru oldu. Söylemle
eylem uyuşmamış, "
Türkiye'ye özgü şartlara" ayak uydurulmuş, ancak bu tarihî ânın "Türkiye'ye özgü şartların" da değiştiği bir zamana denk geleceği tahmin edilememiştir. Bütün meşruiyetini Meclis'ten alırken, Meclis'e girmemenin faturası hızlı kesilmişti. Sadece
Erkan Mumcu'nun değil, özgürlükçü söylemle
siyasete soyunan; ancak 'bürokratik elit'le dirsek temasını eksik etmeyen siyasetin de sonu oldu bu.
Mehmet Ağar, kendisinin de ilan ettiği gibi şüphesiz bir 27 Nisan mağduru. 22 Temmuz öncesi meydanlarda en oturaklı siyasi portrelerden birisiydi; hitabeti güçlü,
halkın dilinden ve hâlinden anlayan lider havasındaydı. Ancak meydanlarda bu 'hava'yı idrak edecek sayıda insanı bulmak mümkün değildi. 27 Nisan Mehmet Ağar için 'sonun başlangıcı' oldu. Ne "düz ovada siyaset", ne partinin demokratik geleneği, ne de karizma bu sonu durdurabildi. "Bizi 27 Nisan bitirdi" diyerek, mağdurlar listesinin de en açık sözlüsü o oldu.
KOVULDUK EY HALKIM!
Sabih Kanadoğlu, 27 Nisan sürecinin yargı ayağının ideoloğu gibi hareket etti. İlk başlarda kimselerin ciddiye almadığı 367 sayısının mucidi de aynı zamanda.
CHP'nin bu meşhur rakamı sahiplenmesi ve
Anayasa Mahkemesi'nin paralel kararıyla Kanadoğlu
tavan yaptı; ancak bu süreç de onun 'sönüşünün' öyküsü oldu. CHP'li
muhalif Haluk Koç'un "367'de hata yaptık" itirafıyla birlikte artık Kanadoğlu'nun 'gün görmemiş' hukuk teorilerinin eski alıcısından yoksun olduğu açıkça söylenebilir. Referandumla ilgili söylediklerinin hüsnü kabul görmemesi buna delildir. Askerin nabzını iyi tutmasıyla bilinen Mehmet Ali Kışlalı, durumun farkında olmalı ki, "
Sabih Kanadoğlu'nun sivil anayasa
kriz olur" sözlerine
kulak verilmesi çağrısı yaptı geçen hafta. 27 Nisan, Kanadoğlu'nun 'inişli çıkışlı' sessiz sedasız sahneden çekilişinin başlangıcı olmuştur, dileriz.
Emin Çölaşan'ın "Kovulduk Ey Halkım" anı-hatırat kitabını pekâlâ 27 Nisan'la iliştirmek mümkün. Kendisi de bürokrasiden gelen ve sesini daha gür çıkartmak için medyayı seçen, ne dersek diyelim basın tarihinin önemli röportajlarına
imza atan
Emin Çölaşan, uzun yıllar sürdürdüğü 'tek
kale' köşe yazarlığı serüvenini 27 Nisan dalgasına yüklendiği bir anda kaybetti. "Kraldan fazla kralcı" olmanın bedelini, tam da zirvede olduğu bir anda,
Genelkurmay basını bilgilendirme toplantılarının en ağır konuğu sıfatı taşırken ödedi. Bir yerel televizyonda acemi spikerin sorularına saygıyla
cevap vermeye çalışan Çölaşan manzarası her ne kadar bize çok ters gelse de, onu ister istemez 27 Nisan mağdurları listesine eklememize yol açmıştır.
Abdullatif Şener, artık sadece bir üniversite hocası olmasına rağmen popülerliğinden bir şey kaybetmedi. Hocalık hayatında ün ve para kazansa bile, muhtemel 'aktif siyasete yeniden dönüş' hamlelerinde bir 27 Nisan mağduru olarak anılacaktır. Uzun süredir partisiyle bazı sıkıntıların varlığı bilinse bile, AK Parti'den kopuşunun tam da bu tarihlere denk gelmesi ve ayrılış nedenlerinin makul bir izaha kavuşmaması, farklılıkları kucaklayalım derken antidemokratik talepleri bütünüyle meşru görme eğilimi, şimdi olmasa da geleceğin 27 Nisan mağduru kılacaktır Şener'i.
NE İSTENDİYSE TERSİ OLDU
Şener
Eruygur, Türkiye'de ve dünyada yılın olayı olarak anılan Cumhuriyet mitinglerinin belki mucidi değil ama hayat bulmasını sağlayan kişi olarak tanındı. Kürsüye çıkıp 'bağırıp çağırmasa' bile, konuşmacıların gözünün içine baktığı, kürsünün önündeki ağır konukların arasında yer alan zattı. Miting rüzgârını arkasına alıp CHP milletvekili kontenjanına dahil olmadı, belki olmak da istemedi. Ancak
seçim havasının miting havasını darmadağın etmesiyle birlikte, mitinglerin yıllık almanağa mahkûm kaldığı '
fırtına sonrası sessizlik'te, o sessizliğe karışanlardan birisi oldu. Tartışmasız bir 27 Nisan kaybedeni; ne arzulanmışsa tersi oldu.
Eğer 27 Nisan'ı "Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmasın mesajı" olarak ele alırsak,
Hürriyet yazarı
Ahmet Hakan'ı bu listeye ekleyebiliriz. Bu süreçte 'Gül Cumhurbaşkanı olmamalı' hareketinin en keskin sözcüsü olmakla kalmadı; hâlâ bu 'iddiasını' farklı düzlemde sürdüren ender kalemlerden. 27 Nisan olmasaydı Ahmet Hakan da kendi görüşlerini daha rahat ifade etmiş, en azından 27 Nisan'ın taşıdığı mesajla paralel hareket etmiş olma sıkıntısından kurtulmuş olacaktı. Dolayısıyla 27 Nisan "özgür kalemi" de tehdit etmiş,
ağız tadıyla muhalefet etme şansını elinden almıştır! Yoksa o 'kekremsi tad'ın bir izahı olmalı. Ya da ölçüsü çoktandır kaçmış olan eleştirilerin ve yersiz övgülerin de…
BİR ÇİFTİN ÇİFTE MAĞDURİYETİ
Ali Müfit Gürtuna, 27 Nisan sürecinde AK Parti'ye alternatif siyasi hareketler bağlamında adı çokça zikredilmese bile sanki oralarda bir yerde bekliyordu. Muhtemel bir 'ara rejim'in muhtemel baş
bakanı pekâlâ Ali Müfit Gürtuna olabilir gözüyle de bakıldı. Hareketinin toplumsal, siyasi, entelektüel bir karşılığı olmasa bile... Hem 28
Şubat hem de 27 Nisan mağduru olan Reyhan Gürtuna'yı da bu arada zikredebiliriz.
Hulki Cevizoğlu, 'Devlet ebet müddet' misali varlığını her hâl ve şartta devam ettirecek isim olmasına rağmen 27 Nisan havası onu siyaset sahnesine taşıdı. Onca şöhrete rağmen CHP'den
aday gösterilmedi. '
Bağımsız' olarak aldığı oy yabana atılır değildi; ancak yine de seçilemedi. Siyasete tevessül eden her gazetecinin uğradığı mesleki erozyonu hesaba katarsak, Hulki Cevizoğlu'nun düşük yoğunluklu 'ulusalcı' yayın çizgisinde ilerleyeceğini tahmin edebiliriz artık.
Şerif Mardin'in, bilim adamlığının getirdiği geniş çerçeveli konuşmalar bağlamında, her soruya, daha doğrusu her korku cümleciğine, "bakmak lazım, elbette korkacaksınız; ama araştırmak da lazım" tonlamalı cevapları "Türkiye
Malezya olabilir" şeklinde yorumlanmış, '
mahalle baskısı' ile birlikte Mardin'i hiç arzulamadığı bir şekilde kamuoyu gündemine taşımıştır. 27 Nisan dalgası saygın bilim adamımıza kadar ulaşmış, yıkamamıştır nitekim.
27 NİSAN TURNUSOLU
Okay Gönensin'i (Haluk
Şahin de diyebilirdik aslında), bir televizyon programında "
Hükümet 27 Nisan'ın gereğini yapmalı, hiçbir şey olmamış gibi davranmayı bırakmalı" derken yakalamış olabiliriz. Bu sözlerinden önce ya da sonra, kendisinin ne kadar demokrat olduğunu ifade etmiş olması da muhtemeldir. 27 Nisan hem demokrat hem de '
darbeci' olmanın artık mümkün olmadığı noktaydı. Bir nevi turnusol kâğıdı… Zaten öyle değil miydi? Gönensin'i ve Şahin'i 'biz demokratız aslında…" söyleminin bitişi bağlamanda anabiliriz.
Süheyl Batum;
genç, yakışıklık,
profesör, anayasacı,
rektör, demokrat, AB'ci.. Tabii bu özelliklerinin bir kısmını kaybetti; Türk insanının 'önce görüntüye sonra da öz'e bakan hasleti, hocanın 'halka rağmen halk için" ekolünden olduğunu geç de olsa fark etmesine yol açmıştır.
İlhan Selçuk'un, ilk
gençlik yıllarında muvaffak olamadığı 'silahların gölgesinde siyaset' hayaline ulaşmayı hayatının son demlerinde yeniden denemiş olması onu 27 Nisan'ın
doğal mağlubu saymıştır. 30 yıllık aşkı yine karşılıksız kalmıştır.
Süheyl Batum; genç, yakışıklık, profesör, anayasacı, rektör, demokrat, AB'ci.. Tabii bu özelliklerinin bir kısmını kaybetti; Türk insanının 'önce görüntüye sonra da öz'e bakan hasleti, hocanın 'halka rağmen halk için" ekolünden olduğunu geç de olsa fark etmesine yol açtı.
AKSİYON