Dindarlara inanılmaz sıkıntılar yaşatmasıyla ünlü,
İstanbul Sıkıyönetim, Doğu Menzil ve 7.
Kolordu Komutanlıkları yapmış ve 1969 yılında kadrosuzluktan
emekli olmasını “Beni
Amerika emekli etti” şeklinde yorumlamış Kor
general Faruk
Güventürk’ün, Orta,
Kuzey ve Doğu
Anadolu bölgelerini dolaşarak din konusunda bir
rapor hazırladığı ortaya çıktı. Güventürk’ten beklenmeyen tespitlerin yer aldığı rapor, “Bana
Türkiye’de Müslümanlara
baskı yapılmıştır dedirtemezsiniz” diyenleri de yalanlıyor.
Aksiyon'un haberine göre, tabii Güventürk’ün bu raporu hazırlama amacı farklıydı. Zamanın
Ankara Valisi
Nevzat Tandoğan’ın komünizm konusunda söylediği gibi “Bu ülkede din öğretilecekse onu da biz öğretiriz” idi onun maksadı.
İmzasını da bizzat attığı 12 sayfalık etüde, Güventürk’ün, “Cumhuriyeti müteakip, cahil din adamlarının ve bunları yetiştiren fonksiyonunu tamamlamış dinî müesseselerin bertaraf edilmesi, fakat yerine ihtiyaca uygun müesseselerin kurulmasında geç kalınmış olunması” notu bile Müslümanlara yapılanların bir itirafı. 27
Mayıs’ın mimarlarından ve öncesinde 9 Subay olayının da başı olan Güventürk, raporun sonunda, tuğgeneral rütbesine rağmen “…derhal bir din şûrası kurulması icap eder.” diyerek önemli bir gerçeğe işaret ediyor, ta o yıllarda.
DİN İHMALE GELMEZ, MASONLAR CANAVAR
20’den fazla kitap kaleme alan, etütteki görüşlerinin bir kısmını kitaplarına da konu edinen Güventürk, masonlara yönelik de sert ifadeler kullanıyor. Çalışmasının bir nüshasını Diyanetten sorumlu
Devlet Bakanı Ali Şakir Ağanoğlu’na ulaştıran Güventürk, “bir din şûrası kurulmak suretiyle hurafelerden temizlenmedikçe ve müsbet ilimle el ele vermedikçe dinin, milleti geriye götüren daha büyük bir problem hâlini alacağına” vurgu yapıyor.
Güventürk, “Din yobazları ile dinsizlik namı altındaki telkinlerin vatandaşı şaşkına çevirmiş olması ile ilgili amillerini” Heybeliada Ruhban
Okulu gibi bir okul isteyerek şöyle sıralıyor: “Dinsiz millet olamayacağı, hakiki dinin cemiyetin saadetine matuf olduğu bilinmedikçe, din alimi yetiştirecek müesseselere kıymet verilmez. (…) Maarif Vekaleti’nin din alimi yetiştiren müesseselere el basması ve bizde de Heybeliada
Ruhban Okulu gibi din hocası yetiştiren müsbet kaynaklar vücuda getirmesi lazımdır.”
Dinler tarihinin, iman etmek ve inanma duygusunun tabii bir ihtiyaç olduğunu açıkça gösterdiğini belirten Güventürk, dil ve dinin hiçbir zaman ihmale gelmeyeceğini, buralarda gösterilecek laubaliliğin cemiyeti karmakarışık hâle getireceğini de ifade ediyor. Ona göre böyle olunca kuşaklar birbirine yan bakar ve birbirini anlamaz. Bu da cemiyeti imansız, inansız ve mesnetsiz bırakarak dağılmaya mahkum eder. Güventürk, “Siyonizmin ana problemlerinden birisi de esasen budur.
Milletleri inançsız ve dayanaksız bırakıp iman ve ahlak yoksunu hale getirmek ve iktisadi satırlarla parçalayıp bozmaktır.” diyor.
Kitaplarında pek rastlanılmayan bir üslupla masonları da yerden yere vuruyor: “Bu siyonistlerin dünyanın her tarafında öncü ve akıncı kuvvetleri, türlü riyakar maskelere bürünen ve edebi insani tüllerle örtünüp aslında birer yırtıcı canavar olmalarına mukabil
kuzu postuna sarılmış melayike pozundaki masonlardır.”
Güventürk’ün şu ikazı da aslında her devirde geçerli: “Din merkezlerinin tahribi ve dinî nizamlara, dinî kültüre kıymet vermeyiş derhal içtimai anarşiyi
doğurur.”
Bu da başka bir ifadesi: “Maarif Vekaleti’nde yukarıda arz edilen tamamen dinsizlik tezini müdafaa edenlerin daima ileri sürdükleri bir keyfiyet, dinin yükselmeye ve ilme mani oluş iddiasıdır. Halbuki bu iddianın sahipleri tarihi bilmedikleri gibi
İslam dinini de asla tetkik etmemişler, okumak zahmetine katlanmamışlardır.”
Bütün bu olanlara rağmen İslam hakkında, raporunda şüphe götürmez doğrulara da yer veriyordu Güventürk: “1- Ruhun daima yükselmek ve
ilahi varlıkla birleşmek arzusunu din tatmin eder. 2-
Hayatta en büyük istinatgah dindir. 3- Kalbe en büyük kuvvet veren dindir. 4- Ahlaki fazilet ancak
diyanet hissi ile kaimdir. 5- Dinsizlik ebedi bir hüsrandır. 6- Din cemiyetleri ve insanları felah ve saadete ulaştırır. 7. Din, hak ve vazifenin kutsiyetini
tayin eder. 8- Din ahlak ve faziletleri tayin ve emreder. 9- Din hayır ve şer’i tayin eder.”
BEYİNSİZ HÜKÜMDARLARIN SEFAHAT MAŞALARI
Raporunda, İslam’ın yegane cihanşümul din olduğunu ve tebliğinden beri bir harfi dahi tahrife uğramamış Kur’an’ın da diğer kutsal kitaplara karşı muhafaza edildiğini hatırlatan Güventürk,
Fransız müelliflerinden Charles Mismer’in, 1870’de, Soire de Constantinopol adındaki eserine atıfta bulunarak şu sözünü naklediyor: “Hıristiyanlar alim olunca Hıristiyanlıktan, Müslümanlar da cahil kalınca Müslümanlıktan çıkarlar.”
Hazırladığı raporun ilerleyen bölümlerinde belki de gerçek amacını ortaya koyan Güventürk, orijinaline dokunmadığımız şu satırlara
imza atarak, bu alanda yürüyenlerin bir nevi ‘atası’ olduğunu ortaya koyuyor: “(…) saltanat sürme ve fuhşa meydan verme duygularıyla dolu emirler ve halifeler iş başına gelince ilim ve alim bir kenara çekilmiş, riyakar ve dalkavuk, cahil ve cehalet, safsata ile taassup meydan bulmuş (…). Kallavi sarıklı içi boş kafalar, kalın enseli şişkin işkembeli, kara cübbeli şeyhülislamlar, kadılar vs. hocalar, hilafetin ve düşük ruhlu karaktersiz, milliyet duygularından mahrum cariye kucaklarında dejenere olmuş beyinsiz hükümdarların saltanat ve zevk-ü sefahat maşaları olmuşlar (…)”
İMAM HATİP SAYISI AZALTILMALI
Türk milletinin kalkınmasını sadece iktisadi, sanayi ve mali-
teknik işlerde aramamak gerektiğini; maneviyata, inançlara kıymet vermemenin bizi müspet neticelere ulaştırmayacağını da söyleyen Güventürk, dini inkarın da hiçbir zaman fayda sağlamadığı gibi cemiyeti tahrip ve milleti manevi mesnetsiz bırakmak gibi büyük ve telafisi mümkün olmayan zararlar doğurabileceğine işaret ediyor. Buna rağmen, başta da belirttiğimiz gibi
Ankara Valisi Nevzat Tandoğan mantığıyla hareket etmiş olsa gerek Güventürk, memlekette mevcut 19 imam hatip okulu yerine 5 veya 6 bölge esasına göre bunların sayısının azaltılmasıyla işe başlanabileceğini ileri sürüyor.
Tarihte ne zaman ilim ve iman el ele verip de
işbirliği yapmışsa toplumların, orduların huzura kavuştuğu gerçeğini anlatan Doğu Menzil Komutanı Güventürk’ün, ‘imanı cemiyetin gerçek değerleri arasına sokmak lazım’ tespitine yer verdiği raporunun en ilginç kısmı da neticeler adını verdiği bölüm. Güventürk’ün, toplumdaki bütün alimleri kastederek “Memleketimiz bugün hakiki dini liderlerden mahrumdur” ifadesi en hafif ifadeyle ancak ‘ilginç’ diye izah edilebilir. Kusuru bakmayın ama sormazlar mı, “
Ezan neden bu raporu hazırladığınız tarihten 12 yıl evvel ancak aslına rücu edilebilmiş, 1950’lere kadar insanlar Kur’an öğrenmek için bile köşe
bucak gizlenmek ihtiyacını neden hissetmişti?
Bediüzzaman namıyla matuf Said
Nursi’ye neden
sürgün ve çilekeş bir hayat uygun görülmüştü?” diye.
İKİ AŞAMALI DİN ŞÛRASI
Güventürk’ün amacının tam olarak ne olduğunu anlamak zordur. Zira, Anadolu’da geniş bir coğrafyayı dolaşarak raporunda bunları yazdığı bir dönemde Türkiye’de yüksek İslam enstitüleri eğitime başlamıştı. Fakat bu kurumlarda öyle öğretmenler görevlendiriliyordu ki, bazılarının, dinle mücadele etmek için sırf buralara tayin edildiklerini söylemek yanlış olmazdı.
Her şeye rağmen Güventürk’ün raporunda çözüme dair ilginç teklifler de mevcut.
Tuğgeneral Güventürk’ün “Henüz memleketimizde sağ bulunan dini ilim otoritelerimizle komşu ve uzak ülkelerdeki büyük din alimlerinin, profesörlerimizin iştiraki ile derhal bir din şûrası kurulması icap eder.” tespiti, şaşırtıcı tekliflerin başında geliyor. Güventürk, din şûrasının iki safhada yapılabileceğini ifade ediyor. Birincisi,
hazırlık çalışması aşaması. Ona göre ‘konulara ait bibliyografyalar tespit edilmeli, her konuda birçok din ve ilim adamlarımız hazırlanmış olmalı.’ Bu çalışmayı yapacak olanlar aynı zamanda din şûrasını teşkil edecek
heyet üyelerinden oluşmalı. İkinci aşamada da lüzumlu görülen ve tartışmaya açılan konularda bir sonuca varıp bunu da hükümete sunmak yer alıyor.
MUHTAR BİR DİNÎ CEMAAT KURULMALI
Güventürk, ilginç tespitlerine “Bugünkü dini durumumuz nedir? Ve nasıl olmalıdır?” sorusuyla devam ettikten sonra bombayı patlatıyor: “Veya
muhtar bir dini cemaat kurulmalı mıdır? O halde dini cemaatin idari merciinin sosyal ve siyasi yeri, durumu ve fonksiyonu nasıl olmalıdır?” Evet, Güventürk kafasındaki projeyi gerçekleştirmek için yapay bir dinî cemaat kurulması sorusunu da ortaya atabiliyor çalışmasında.
Güventürk’ün araştırılmasını öngördüğü şu tespitleri kısmen de olsa güncelliğini koruyor: “Bugünkü din adamlarımızın durumu nedir, nasıl olmalıdır? a) Milli duygu, dini muhteva ve bilgi bakımından, b)
Mali durumları bakımından, c) Bağlı bulundukları ve sorumlu oldukları merci bakımından, d) Cemiyetteki yeri bakımından.”
MASONLAR ATATÜRK’Ü İLAHLAŞTIRIYOR
Faruk Güventürk, hazırladığı bu raporu, dördüncü
İnönü Hükümeti olan
CHP-YTP-CKMP koalisyonunda devlet
bakanlığı yapmış Ali Şakir Ağanoğlu’na da iletmiş. Bakan’a yazdığı ön yazıda, konu üzerinde senelerden beri çalıştığını vurgulayan Güventürk, burada ilginç bir değerlendirmede bulunuyor. Masonların
Atatürk’le ilgi eylemleri hakkında aynen şunları anlatıyor: “Masonun usulü şudur; yazılarında, şiirlerinde onu ilahlaştırmak, peygamberden üstün bir vaziyete getirmek, ona Türk peygamberi adını vermek gibi müfrit ve büyük Atatürk’ümüzün sağlığında şiddetle reddettiği sıfatlarla vasıflandırmak ve aslında müteassıb halkın gözünde onu
Allah’la
yarış yapan (Haşa)
Mısır firavunları gibi gösterip ona olan sevgiyi kırmak…” Ağanoğlu da 10
Aralık 1962 tarihli cevabi yazısında
Diyanet İşleri Başkanlığı
teşkilat kanunu üzerinde çalışma halinde olduklarını bildiriyor ona.
Din şûrası ise Güventürk’ün bu teklifinden seneler sonra, 1993 senesinde ancak oluşturulabiliyor.
Bakanlar Kurulu Kararıyla 16
Şubat 1993’te kabul edilen Din Şûrası Tüzüğü, dayanağını da Ağanoğlu’nun bahsettiği ve 22 Haziran 1965 tarihinde düzenlenen
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’daki değişikliklerden alıyor.
Orta, Kuzey ve Doğu Anadolu bölgelerinden
döner dönmez kaleme aldığı izlenimini veren çalışmanın sonunda Güventürk, ‘Nasıl bir din adamı istiyoruz?’ sorusunu sorarak, bunun bütün cepheleriyle cevaplanmasını da istiyor din şûrasından. Ona göre, böylece Türkiye’de din problemi halledilecek ve günün ihtiyaçlarını karşılayacak, sosyal düzen, cemiyet ahlakı düzelecek, İslam dininin yayılmasını, batıl itikat ve hurafelerden kurtulmasını sağlayacak din adamı da böylece yetişmiş olacak. Doğu Menzil Komutanı iken böyle bir rapora imza atan Güventürk’ün bu kadar sorusuna bir soru da biz ilave edelim: “Olacak da ne olacak?” Ülkenin önde gelen saygın din adamları ve Diyanet İşleri Başkanlığı başörtüsü İslam’ın, inancın bir gereğidir diyor; ama da kimin umurunda!
‘DARBENİN ELEBAŞI’
1912’de doğan ve 1933 yılında harp okulundan
subay çıkan Faruk Güventürk, 1952’de binbaşı olup
Kore muharebesine katılmış birisidir. 1957’de Kara
Harp Akademisi’ni bitiren Güventürk, 1958’de
darbe hazırlığı yapan 9 subay arasında yer aldığı için tutuklanır ve hapse atılır. Bunun üzerine eşi Nezahat Güventürk, 2006’da bir dergiye yaptığı açıklamada, Adnan
Menderes’le konuşarak ‘Subayları içeri tıkayarak ihtilali önleyemeyeceklerini’ söyler. Fakat Güventürk’ü yargılayan mahkemenin başkanı ise aynı cunta içinde yer aldıkları
Cemal Tural’dır. Bu olayı haber veren subay Samet Kuşçu ise mahkum olup Silahlı
Kuvvetler’den atılır. Güventürk, çok değil iki sene sonra
27 Mayıs 1960’ta, kızı Sevda Güventürk Kaynar’ın Açık Gazete’deki yazısında (9
Kasım 2006) ifade ettiği gibi darbenin “Legal bir dille başı, il
legal bir ifadeyle de
elebaşı.” olarak bu emelinden vazgeçmediğini ortaya koyar. Sonrasında ne mi olur? Herhalde acele davranamayıp Millî Birlik Komitesi’nin 38 kişilik listesine giremediği için
Bolu Valisi olarak görevlendirilir. Ardından
Kayseri’deki Doğu Menzil Komutanlığı’na gelir.
Unutmadan, Faruk Güventürk, 1961’deki cumhurbaşkanlığı seçimine adaylığını koyan Ali Fuat Başgil’e karşı, generallerin 21
Ekim’deki bildirisine imza atanlar arasında da vardır. Kaynaklar, bu olayı tarihe şöyle not düşer: “Ali Fuat Başgil yanlısı Adalet Partililer,
cumhurbaşkanı adaylarını büyük bir törenle karşılamaya kalkışınca, ordunun sert tepkisiyle karşı karşıya kaldılar. General Faruk Güventürk o günün AP İl Başkanı Muhittin Güven’i şöyle uyardı: Başgil’i, 30 bin kişi ile karşılayacağınızı duydum. Havaalanına bir tabur gönderiyorum. Üç kişiden fazla karşılama heyeti bulunursa, ateş açtırırım. Haberiniz olsun...”
20’den fazla kitabı bulunan, emekliliğinin ilk yıllarında Fuat Süren’e ait Transtürk Holding’in kurucuları arasında yer alan Güventürk, Cumhuriyetçi Güven Partisi’nden İstanbul Senatör adayı da olur. Ama kazanamaz.
AKSİYON