İşkence odalarındaki çığlık seslerinin bir an olsun kulaklarından gitmediğini söyleyen Öztaş, "
Allah bir daha bu millete 12
Eylül'ü yaşatmasın." temennisinde bulundu. Şahitlik ettiği insanlık dışı işkencelerin bir an olsun gözlerinin önünden gitmediğini, o günleri unutamadığını gözleri dolarak Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) anlatan Öztaş, işkencecilere inat
Anayasa değişiklik paketine Evet denilmesi çağrısında bulundu.
Üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen
Diyarbakır'da yapılan işkenceler hiç unutulmadı. Sadece işkenceye maruz kalanlar değil, işkence odalarında görevli askerler de yaşananlardan çok etkilendi. Terhis olduktan yıllar sonra bile işkence sahneleri gözlerinin önünden bir an olsun gitmedi. Çevrelerindeki insanlara her anlatışlarında tekrar tekrar 'o anı' yaşadı.
"Suç bildirisini imzalamayan kişilerin cinsel organına bir
kablo bağlıyorlar ve çekiyorlardı. Adamın çığlıkları kilometrelerce öteden duyulabiliyordu. Yaşananlar korku filmleri gibiydi.
Hani film olmasına rağmen insan korkar ya orada yaşananlar inanın daha da kötüydü. İnsan olduğumuzdan utanıyorduk. İnsana böyle bir şey yapılmaz ama askersin 'robotsun' bir şey diyemiyorsun. Kahrediyorsun, Allah kurtarsın diyorsun, yapanı lanetliyorsun. Fakat müdahale edemiyorsun." sözleriyle yaşadığı çaresizliği anlatan
Beşir Öztaş, buna benzer bir çok yöntemle insanlara yaşatılan derin ızdıraplara tanıklık etmenin acısını yüreğinde taşıyor.
DARBEYİ RADYODAN ÖĞRENDİK
Bir gece sirenle birlikte içtimaya çıktıklarını ifade eden Beşir Öztaş, farklı bir hava olduğunu sezdiklerini fakat ne olduğunu anlamadıklarını söyledi. Darbe olduğunu nöbette dinledikleri radyodan öğrendiklerini belirten Öztaş, bir süre sonra
gözaltıların başladığını kadın erkek demeden kişilerin gece kıyafetleriyle gözaltına alındığını aktardı.
Beşir Öztaş sonrasında yaşananları şöyle dile getirdi: "Gözaltına alınanları gözleri
siyah şeritlerle bağlanıyor ve
Kolordu Kumutanlığı'nın arka tarafındaki bir binaya getiriliyordu. Ayakları kokmasın diye çorapları çıkartılıyor,
soğuk olmasına rağmen çıplak ayakla bır
akılıyordu. Getirilenler nereye geldiklerini bilmiyor. Sorgu süreci boyunca gözleri bağlı kalıyor. Bu da 90 günü bulabiliyordu. Komutanların ellerinde önceden yazılmış suç bildirileri vardı. Herkese aynı
suçlama yapılıyordu. Bu bildiriler yüzlerine okunuyor ve imzalamaları isteniyordu. Gözaltına alınan kişinin hiçbir şeyden haberi yok. 'Ya imzalarsın ya da seni işkenceden geçiririz.' diyorlardı. Büyük suçlar okunuyordu, insanı idama götürebilirdi. İmzalamayacağını söyleyince birer birer işkence odasına alırlardı."
Üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen yaşadıklarını unutamadığını söyleyen Öztaş, bir gün 60 yaşlarında birisini getirdiklerini, komutanların aynı suçları yüzüne okuduklarını anlattı. Suçlamaları kabul etmemesi üzerine
yaşlı adamın ellerine 200 jop vurdukların, adamın ellerinde jopun oyuklar oluşturduğunu ifade etti.
Bunu yapanların insanlıktan çıkmış durumda olduklarına değinen Beşir Öztaş, "Bir insana böyle işkenceler yapılmaz, yapılamaz. Hala suçlamayı kabul etmezse, 'Asma işkencesi' (askı) denilen bir yöntem deneniyordu. Haç şeklinde bir
demir hazırlanmış, işkence yapacakları kişiyi sandalyeye çıkarıyorlardı. Kollarından demire bağlıyorlar, daha sonra sandalyeye
tekme vuruyorlardı. Saatlerce orada asılı kalıyordu. 'İmzala kurtul' diye
baskı yapıyorlar, olumsuz
yanıt alınırsa daha da bekletiyorlardı. Adam artık dayanamıyor bayılıyordu. Kollarını çözüyor bir masaya oturtuyorlar, hafiften kendine gelince bu sefer başka bir işkence yöntemini deniyorlardı. Jop sokmalar oluyordu. Anlatmaya bile utandığım daha çok şeyler var. İnsanlara dışkılarını yediriyorlar, idrarlarını içiriyorlardı. Bunları yaparken, kadın erkek ayırt etmiyorlardı.
Kadınlara yapılanlar o kadar utanç verici ki anlatamam. İşkenceler insanlık dışıydı." diye konuştu.
Öztaş, her
Cuma günü bando eşliğinde
bayrak merasimi olduğunda 150-200 Diyarbakırlının bayrak çekilirken 'hazır ol'da durmadığı için gözaltına alındığını hatırlattı. Sokaktan kamyon dolusu adam toplanarak sinema salonlarına getirildiğini söyleyen Beşir Öztaş, "Onları dayaktan geçirmeye başlıyorlardı. Öldüresiye dövüyorlardı. Suçlarını bilmiyorlar ama sürekli dayak yiyorlardı. Her bayrak merasiminde aynı tablo yaşanırdı. Tek suçları
İstiklal Marşı'nda durmamalarıydı. Tuvalete çıkarılmıyorlardı. İdrarım var dese dayaktan öldürüyorlar, yok dese altına yapsa daha fena yapıyorlardı. Ne yapacağını bilemez halde kıvranıyorlardı. Gözleri bağlı 10 kişiyi aynı anda tuvalete götürüyorlardı." ifadesini kullandı.
İşkenceyi, komutanların ve
sivil giyimli kişilerin yaptığını aktaran Öztaş, yapılan muamelenin düşmana bile gösterilmeyeceğini, sanki intikam alırcasına işkence yaptıklarını vurguladı.
İÇİMDEN MÜHRÜ EVET KAĞIDINA 100 KERE VURMAK GEÇİYOR
Yaşadığı ve gözlerinin önünden hiç gitmeyen o manzaralardan,
12 Eylül'ün yıldönümünde yapılacak Referandumda 'Evet' oyu vererek
hesap soracağını belirten Öztaş ,kendisinin
görgü tanığı olduğu olayları Diyarbakırlıların bizzat yaşamasına rağmen kararsız kalınmasına anlam veremediğini söyledi.
Yaşanan olayların Diyarbakırlılar tarafından bilinmemesinin mümkün olmadığını ifade eden Öztaş, "Her hafta 150-200 kişinin suçsuz yere götürüldüğünü çok iyi biliyorlar. Nasıl
Hayır diyecekler. Ben Diyarbakarılı değilim ama unutamıyorum o günleri. İnsanlık dışı demek bile
küçük kalıyor. Ben gördüm, o insanlar yaşadı. Yapılanları ancak yaşayanlar bilir. Şimdi elimize bir fırsat geçmiş. O işkenceyi bu millete layık görenlere inat Evet diyeceğim." dedi.
Diyarbakırlıların sırf o işkence ve baskıdan dolayı Evet oyu kullanmaları gerektiğini söyleyen Beşir Öztaş sözlerini şöyle tamamladı: "Bütün sermayemi Evet için kullanırım. Çünkü vicdan azabı çekiyorum. Rahmetli Mehmet Akif
Ersoy, 'Allah bu millete bir daha
İstiklal Marşı yazdırmasın' demişti. Bende 'Allah bir daha bu vatana 12 Eylül'ü yaşatmasın' diyorum. Bunları ancak gören bilir, dinlemekle, anlatmakla olmaz. Elimden gelse gece gündüz çalışır milletin
evet oyu kullanması için yardımcı olurum. O mührü Evet'in üzerine yüz sefer basmak istiyorum. O zaman belki biraz vicdanım rahat eder."