Sezer'i sevdiniz mi?
Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer, Ankara'daki dairesini kiraya verecek. Eve müşteri bulacak olan emlakçı, " Türbanlıya vermeyeceğiz " diyor.
Mal yani daire, ev sahibinin. İstediğine kiraya verir, istemediğine vermez. Ancak diğerlerinin yanı sıra böyle bir ölçüt daha konulduğuna ve apaçık söylendiğine göre, biz de birkaç kelime edebiliriz.
Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Sezer " kamusal alan " kavramını ortaya atarak, daha doğrusu
siyaset biliminin bu kavramını kendince tanımlayarak, mesela eşi
türbanlı olan milletvekillerini Köşk'e ' damsız' olarak çağırdı.
Niye? Çünkü türban 'kamusal alana' giremezmiş.
Sezer 2000 yılının
Mayıs ayında Cumhurbaşkanı seçilmişti. O tarihten 2002'ye kadar eşi türbanlı olan milletvekilleri Köşk'teki resepsiyonlara karılarıyla birlikte katılmışlardı.
Ama
Kasım 2002'de seçimleri AKP kazanınca tavrını değiştirdi. 'Kamusal alan' kavramını ortaya attı. Ardından da yukarıda sözünü ettiğim uygulamaya başladı.
Özetle: 'Kamusal alan' Sezer'in baştan beri savunduğu değil, değişen şartlara göre, davranışlarını meşru kılmak amacıyla sonradan ortaya attığı bir kavramdı.
Aynı Sezer, kamusal alan kavramını konuşmalarında kullanırken, inançların (yani dinin) ' özel alana' ait olduğunu da ifade ediyordu. Özetle, " Özel alanınızda ne giyerseniz giyin ama kamusal alanda başınızı örtmeyin " diyordu.
Sezer'in kurduğu ve uyguladığı bu sistemin çelişkili, hatta saçma olduğunu defalarca yazdım:
'Kamusal alan' derken ' mülki' alanı, yani 'devlet' alanını mı kastediyordu? Eğer işaret ettiği mülki alansa, o zaman türban takmak, mesela özel üniversitelerde niye yasaktı? Buna karşılık devlet hastanesine başvurmuş bir türbanlı nasıl oluyordu da
tedavi edilebiliyordu?
Yoksa Sezer, 'kamusal alan' derken özel alan ' haricindeki' tüm alanı mı kastediyordu? Eğer öyleyse, mesela camilerin konumu neydi? Özel alan olmadığı apaçık olan camiler, nasıl oluyordu da kamusal alanda 'faaliyet' gösteriyordu?
Dedim ya... Sezer'in kullandığı kamusal alan kavramının iler tutar bir yanı yoktu. Sadece
Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığına dayanarak bunu dayatıyordu.
Şimdi, bu ev kiralama vesilesiyle, şunu da görüyoruz: Aslında Sezer, türbana özel alanda da karşıymış. Yani " dini ve vicdani tercihler, özel alana aittir " diye konuşurken doğruyu söylemiyormuş.
Belli ki Sezer'in zihninde olayın, "kamusal alan-özel alan" karşıtlığının ötesinde anlamları var.
Ben burada işleyen mekanizmanın " cemaatçilik " olduğunu düşünüyorum... Cemaatçilikten kastım şu:
Hani bazı anketlerde şu tip sorular vardır: "Komşunuzun...
Alevi ... Çingene ...
Kürt ... Eşcinsel ...
Yunan ...
Alman olmasını ister misiniz?"
Cemaatçi zihniyet bu tip anketlerde gayet güzel ortaya çıkar: Birçok kişi " öteki " olarak gördüğü gruplara dahil insanların komşusu olmasını istemez.
İşte Sezer'inki de böyle bir cemaatçi anlayış: " Bizim cemaatten olmayan uzak dursun! "
Daireyi kiralayacak adamın, türbanlı eşiyle birlikte kontrat yapmaya Sezerlerin evine geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Medyanın bu kişiyle
röportaj yaptığını, görüntü aldığını hayal edebiliyor musunuz?
Siz etmemiş olabilirsiniz ama Sezer ailesinin bütün bunları da aklından geçirdiğine ben adım gibi eminim. Kiracılar kapıdan içeri adım attığı anda evlerinin kirlendiğini, kutsallığının yara aldığını düşünürler. Buna asla tahammül edemezler.
Hani poposunu kaşıyan cinsten bazı köşe yazarları "
Abdullah Gül benim
cumhurbaşkanım olmayacak " diyor ya...
Ne yalan söyleyeyim Sezer de 'benim' cumhurbaşkanım olmadı. Bir yerde görsem, konuşsam; saygıda, nezakette kusur etmezdim elbette. Ama o saygı ' kişiye' değil, ' makama' gösterilen saygı olurdu.
'
Sevgi' derseniz.
O hiç yok. Hiç de olmadı.
Halkına karşı sevgi, ilgi, anlayış göstermediğini düşündüğüm bir insanı nasıl seveyim?
EMRE AKÖZ/
Sabah