Uygar ve
sivil demokrasi konusunda sıkıntısı olmayan ülkelerde,
seçim kaybeden siyasi liderler genellikle
istifa ederler. İstifa etmiyorlarsa, belirli bir suskunluk dönemine girerler. Başları öne eğiktir. Seçim yenilgileri üzerinde düşünmeleri, bunda kendi paylarına düşenin ne olduğunu araştırmaları gerekir.
Bu “uygarlık” kuralına, 22 Temmuz’dan sonra sadece
Mehmet Ağar uydu. Seçim sonuçlarının açıklanmaya başladığı ilk saat içinde istifasını ilan etti. Önceki gün, kendisini polemiğe davet eden
Erkan Mumcu’yu “susmaya” davet etti. Seçim sonrasının ilk günlerinde, dönemin “önemli dersi”ni de açık yüreklilikle dile getirdi ve “27
Nisan günü
Meclis’e girme kararının tahribatını tüm seçim kampanyası boyunca gideremediklerini” söyledi.
Seçim kaybeden her siyasi lider Mehmet Ağar gibi davranamadı.
Devlet Bahçeli’nin seçim kaybettiği söylenemez. O, kazanamadı. Kaybetmedi de. Onun için söylenecek bir şey yok.
Deniz
Baykal’ın seçimin en büyük mağlubu olduğu konusunda ise hemen herkes hemfikir.
Deniz Baykal, 22 Temmuz’dan sonraki 48 saat kayıplara karıştı. Süngüsü düşmüştü besbelli. Sonra alışageldiğimiz hüviyetiyli ortaya çıkmaya başladı. İstifa etmeyecekti. Bu, zaten kendisinden beklenen bir şey değildi. Yine de, alışılagelen “
kriz üreticisi” uslubu bir nebze törpülenmişe benziyordu. Seçim öncesi Baykal ile seçim sonrası Baykal ile fark gözleniyor.
Seçim öncesinin
saldırgan, sivri dilli Baykal’ı yerine, sıkılı yumruğunu
eldiven içinde gizlemeye gayret eden bir Baykal profili dikkat çekiyor. Eldiven içinde gizlemeye ne kadar gayret etse de sıkılı yumruğu farkediliyor.
*** *** ***
Konu, yine
cumhurbaşkanlığı seçimi. Baykal, seçim öncesi tehdiktar haykırışlarının yerine bu kez aba altından
sopa gösterme uslubunu benimsemiş gibi.
CHP Parti Meclisi’nin dünkü toplantısından sonra “uzlaşma” nakaratına yine başvurdu. Cumhurbaşkanı’nın “uzlaşı” ile seçilememesi durumunda
Türkiye’de “yeni bir kriz”in yaşanacağını ileri sürdü.
Tayyip Erdoğan’ın “uzlaşı” niyetini hayata geçirmesini beklediğini söyledi.
Deniz Baykal, bu yaklaşımıyla sanki 22 Temmuz’da seçim olmamış, kendisi ağır bir yenilgiye uğramamış, 22 Temmuz sonuçları bir anlam taşımıyormuş gibi davranıyor ve
27 Nisan’da Türkiye’yi gereksiz, yorucu bir krize sürükleyen tutumunu tekrar canlandırmaya çabalıyor.
“Uzlaşma” gerçekleşti. 22 Temmuz’da
halk,
Abdullah Gül isminde uzlaştığını ilan etti. Gelinen noktada, Abdullah Gül, ne Tayyip Erdoğan’ın
adayıdır, ne de Ak Parti’nin. “22 Temmuz uzlaşması”nın Cumhurbaşkanı ismidir. Şimdi, iş, siyasi liderlerin kendi aralarındaki “pazarlıklar”ın sonucunda “uzlaşma”da değil, “halkın tercihi”yle “uzlaşma”dadır.
Cumhurbaşkanlığı seçim turları,
Anayasa Mahkemesi kararı gereği 367 toplantı yeter sayısı ile başlarsa, Abdullah Gül’ün adaylığı halinde, en geç üçüncü turda sona erer. Bugünden bir ay sonra, Türkiye, 11.Cumhurbaşkanı’nı bulmuş olur.
Seçimlerin gerçek sonuçlarını simgeleyecek olan, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı olacaktır.
*** *** ***
Baykal da bunun ve 22 Temmuz öncesi “kozları”nı yitirdiğinin farkında olarak konuşuyor. Yine “kriz”, “uzlaşma” sözcüklerini telaffuz ederek, Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında
çatlak yaratmaya uğraşarak ve “korku” üzerinden
politika yapmayı deniyor.
Abdullah Gül’ün 22 Temmuz sonrası cumhurbaşkanlığını önleyecek tek şey, görünürde, kendisidir. Kendisi aday olmadığını söylerse, başka isimler üzerinde araştırma başlayabilir. Ama, daha önce de söylediği gibi “halkın gösterdiği yönde” davranmayı seçerse, onun cumhurbaşkanlığının önlemenin hiçbir “moral” ve “
legal” dayanağı yoktur.
Eşinin başörtüsü gerekçesinin altına da hiç kimse sığınamaz.
Abdüllatif Şener ismi ortaya atılsa, destekleyebileceklerini Baykal açıklamamış mıydı? Şener’in eşi de başörtülü. Dolayısıyla, bu, CHP açısından “olmazsa olmaz” bir karşı çıkış gerekçesi değil.
Kalıyor geriye, “uzlaşma” sözcüğünü “dayatarak”, CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde söz sahibi olma iddiası. Ama, seçimi kaybedince, bu iddiayı da kaybettiler. Halkın size vermediği yetkiyi, yenik Deniz Baykal’ın siyasi manevrasıyla geri alamazsınız.
Bu nedenle, Abdullah Gül ismine
itiraz, aslında CHP’nin seçim sonuçlarını kendiliğinden iptal girişimi anlamına gelir. Bunu, ne Tayyip Erdoğan’ın ne de bir başkasının kabul etmesine imkan olamaz.
Deniz Baykal, son çıkışıyla, bir anlamda, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı yolunun döşenmesine katkıda bulunmuştur.
Türkiye’yi “kriz”e sürüklemek istemeyenler, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına şimdiden kendilerini alıştırmaya başlamalılar.
CENGİZ ÇANDAR/ REFERANS