Ah savcı bey, çok yazık oldu.
Yazık ettin umutlara, hukuka, vicdana ve insanlığa.
Kendini de soldurdun, haklı bir umutla senden her günkü görevini bekleyen binlerce insanı da.
Oysa iyi bir insandın.
Hassas ve duyarlıydın.
Oysa gün boyu saatlerce konuştuk seninle.
Vicdan azabıyla kıvranıyordun.
Çünkü sızlayan bir yüreğin vardı.
Çünkü vicdanın taşlaşmamıştı ötekiler gibi.
Çünkü yapman gerekenin ne olduğunu çok iyi biliyordun.
İki mahkeme kararı var demiştin başta.
Bense sana iki mahkeme değil bir tane görevsiz ve yetkisiz bir hâkimlik kararı bir de üst dereceli Asliye Ceza Mahkemesi kararı var demiştim.
Düşünmüş ve kabul etmiştin.
Mahkeme kararını takdir yetkinin olmadığını da kabul etmiştin.
Tek nokta vardı tereddüt ettiğin.
Kanunda (CMK) “Sulh Ceza Mahkemeleri” yazıyordu. Oysa şimdi Sulh Ceza Mahkemeleri yoktu.
Acaba hâkimlerin reddi hükümleri, bu zamana kadar Sulh Ceza Mahkemeleri hakkında uygulanırken, şimdi mevcut olmayan bu mahkemelerin yerine kurulan Sulh Ceza Hâkimlikleri hakkında da geçerli olur muydu?
Vicdanlardaki yara gözlerini yakıyordu
Haklı bir tereddüttü bu, kabul ettim.
Lakin kanunda mevcut olduğunu söylediğin o boşluğu, Asliye Ceza Mahkemesi’ni görevlendiren 9. Ağır Ceza Mahkemesi doldurmuş görev ve yetki yorumunu yapmıştı.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin Asliye Ceza’yı görevlendiren gerekçesi senin görevinin gereğini yapman için de en üst dereceli mahkeme gerekçesi sayılmaz mı diye sordum sana?
Dalgın dalgın “Evet sayılır” dedin.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı yanında 10. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı dikkate alınabilir miydi?
Alınamaz dedin.
Sen hiç hayatında bir hâkimliğin (10. SCH) kendisinden üst dereceli bir mahkemenin (32. Asl.C.M) kararına yorum çektiğini ve yok sayabildiğini gördün mü, diye sordum sana.
Görmedim dedin.
29 ve 32. Asliye Ceza Mahkemeleri kendiliğinden mi karar verdiler, durumdan vazife mi çıkardılar diye sordum.
Hayır dedin haklı olarak.
Çünkü Asliye Ceza Mahkemeleri’ni ortak görevli ve yetkili üst mahkeme olan Ağır Ceza Mahkemesi görevlendirmişti kabul ettin.
Görevinin gereğini yapamayacağını söylerken gözlerin doluyordu.
Vicdanındaki yara gözlerini yakıyordu.
Nitekim merhum savcıya yönelik DHKP-C eyleminin bilmediğin yönlerini sana anlatırken de ağladın haklı olarak.
Bunları senin onurunu kırmak için değil, onca duyarlılığına rağmen nasıl da doğrudan sapabildiğini ifade etmek için anlattım.
Asliye Ceza Mahkemesi’nin tahliye kararını neden uygulamayacağını belirten tutanak saatlerce masanda kaldı.
Bir türlü imzalayamadın.
Vicdanındaki sızının şiddetinden sigarayı tutan ellerin titriyordu.
Belki hayal kırıklığına uğradın benim hakkımda.
İçeride bu kadar sıcakkanlı konuşan Gültekin Avcı, dışarıda bana neden ateş püskürdü diye.
Ama demedim mi ben sana?
“Bugün senin hayatında gün dönümü” diye.
İnsanların hayatında böyle tarihi ve devasa sınavlar belki bir kez olur.
Hayatının hatasını yaptı
İşte sen o gündesin diye.
Ya her gün yaptığın gibi görevinin gereğini yapacaksın ve zor zamanda görevini yapan bir asalet abidesi olarak anılacaksın.
Veya vicdanın sızlasa bile görevinin gereğini yapmadığın için bir çetenin safında yer alacaksın.
Yazık ki “bir gün bunlar soruşturulur ve yargılanır” dediğin suç örgütünün yanında yer aldın.
“Beni meslekten ihraç eder bunlar” korkusuyla.
Değer miydi savcım?
“İyi bir insan olabilirsin ama iyilikler hariçten görünmek ister, yanlışa bel vermek iyilerin harcı değil” demiştim sana.
Hani eşin olan hâkime hanım, “Gerekirse evimizi satarız, görevinin gereğini yapmaktan çekinme” demişti?
Hayatının sınavını kaybettin savcı bey.
Son görüşmemizde sesin titreyerek maalesef olumsuz kararı imzaladım dediğinde şöyle dedim sana:
— Bundan sonra vicdan azabıyla yaşayacaksın. Size kolaylıklar dilerim.
Sen ise “Zor günler yaşayacağımı biliyorum” demiştin hüzünle.
Saatlerce süren onca ıstırap içinde yanlışta karar kıldın.
Hayat böyledir işte.
Silgi kullanmadan resimler çizer geçersin.
Yanlış fırça darbeleri tabloda her daim kalır.
Hem seni yaralar yıllarca hem de seyredenleri.