Samanyoluhaber yazarlarından Cuma Karaman’ın köşesinde 30 Aralıkta, M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, günümüzün aktüel gündemlerinden olan Suriye meselesine dair değerlendirmelerini ele alan bir makalesi yayınlandı. Hocaefendi’nin bu konuya ilişkin açıklamaları, “siyasi bir analiz olarak değil, alim, mütefekkir ve bilge bir insanın, vicdani ve ahlaki bir bakış açısıyla” verildi. Hocaefendi’nin, “Suriye meselesi, küresel ve bölgesel güçlerin etkileri, insanlık dramına yönelik hassasiyetler ve geleceğe dair uyarılar ışığında” ele alınan yazıda ayrıca, onun “adalet, hak ve vicdan” temelli yaklaşımı, yalnızca Suriye değil, İslam dünyasındaki diğer krizler için de önemli bir rehber niteliğinde anlatıldı.
Bu yazıda ise konunun günümüzdeki ehemmiyetine binaen, o makalenin devamı gibi, Orta Doğu, Suriye, Türkiye’nin Güney doğusu ve Kürtler üzerine, 2 Kasım 2016’da ve 31 Ocak 2019’da farklı Rus uzman ve gazetecilerin Hocaefendi ile yaptığı röportajlarlardan değerlendirilmeleri buraya aktarmak istedim. Rus medyasında yayınlanan bu röportajlarda, Suriye meselesine dair vicdani sorumluluğunu her fırsatta dile getiren Hocaefendi’nin tespitleri, bölgede etkin güçlerden olan Rusya perspektifinden, bugün için de hala tazeliğini korumakta ve yol gösterici olmaktadır.
“Türkiye, Suriye ve Irak Kürtlerinin kültürel değerlerini tanımalı”
REGNUM Haber Ajansı tarafından yayınlanan ve Rusya-Türkiye ilişkileri uzmanı ve Türkolog Stanislav Tarasov tarafından 2 Kasım 2016’da, email yazışmaları üzerinden yapılan röportajın ilk sorusu “Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikasını nasıl görüyorsunuz ve Rusya Türkiye ilişkileri perspektifinden bölgenin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?” şeklindeydi.
Hocaefendi cevabında, “Ortadoğu’da ve Türkiye’de ki gelişmelere bakınca 3. Dünya Savaşı endişesi taşıyorum. Çünkü her şeyin menfaat üzerine döndüğü ve o menfaatlerin paylaşılamadığı bir dünyada bir ortak nokta, bir fasl-ı müşterek üzerinde anlaşmak çok zordur. Suriye’de başlangıç itibariyle esasen bir demokrasi, temel insan hak ve hürriyetleri arayışı olarak bir hareket başladı ancak Suriye gerçeklerini ve uluslararası ittifakları görmezden gelerek yapılan dış müdahalelerle maalesef bir çıkmaza girildi. Problemi yerinde çözmeyince, iş büyüdü ve kangren oldu ve yirmi milyonluk ülkedeki problem bugün bir dünya problemi haline geldi. O kadını ve çoluk çocuğuyla mültecilerin, o zayıf naif insanların maruz kaldıkları şeyleri, yollardaki durumları ve Avrupa kapılarındaki halini görüyorsunuz!..” İfadelerini kullanıyor.
Büyük mütefekkir Seyyid Ramazan El Buti’ye atıfta bulunan Hocaefendi şöyle devam ediyor: Zaman, merhum şehit Seyyid Ramazan El Buti'yi haklı çıkardı. Merhum Buti temkinli bir Sünni alim olarak Suriye’de demokrasiye geçişin zamana yayılarak yapılmasına taraftardı. İdareyi birden değiştirme adına yapılacak müdahalelerin ülkeyi bir iç savaşa sokma riskinden endişe ediyordu. Naçizane ben de yanıma gelen Türk hükümeti yetkililerine aynı çizgide bazı tavsiyelerde bulundum. Hatta merhum el Buti’nin de bu kanaatte olduğunu kendilerine aktardım. Hatta bizzat gönderdiği mektubun bir kopyasını idarecilere gönderttim. Bir donem Türkiye’nin başındakiler Esat’la iyi ilişkiler kurdular. Bu krediyi kullanarak Esat teşvik edilebilir, zamana yayılarak, gerekirse Esat’ın demokratik yollarla seçilmesine destek olarak kademeli bir geçiş surecine girilebilirdi. Suriye, Türkiye ile olan çok ciddi ticari, siyasi ve sosyal ilis¸kileri ile orta ve uzun vadede ister istemez daha müreffeh ve demokratik bir ülkeye dogˆru sakince ve barıs¸çıl bir s¸ekilde muhtemelen evrilecekti. Ama ‘’biz bir vaizden mi dış politikayı öğreneceğiz’’ diyerek bu tavsiyeleri dikkate almadılar.
O problemler, zamanında, meseleleri objektif olarak ele alan insanlarla meşveret edilerek çözülebilirdi. Fakat acemice, basiretsiz ve firasetsiz bir şekilde mudahale ettiklerinden dolayı üstesinden gelinmez değişik komplikasyonlara sebebiyet verdiler. Muhalif gruplara silah ve başka türlü destekler verilince mesele kangrene dönüştü ve asıl darbe, makul ve zamana yayılarak gerçekleşmesi mümkün olan bir demokratik gelis¸ime vurulmus¸ oldu. Bunun faturasını da göçmen kamplarında hayatlarını geçirmek zorunda kalan, Avrupa kapılarında perişan olan masum Suriye halkı ödüyor.
S¸u as¸amadan sonra kısa vadede yapılması gereken, fazla mükemmeliyetçi davranmaksızın, akan kanı durduracak ve zarar gören milyonlarca masum insanı bir nebze olsun ferahlatacak siyasi formüller bulmaya çalıs¸mak. Bunun için de insani ve vicdani temayüllerin harekete geçirilmesi ve uluslararası camianın yogˆun bir diplomatik gayret göstermesi s¸art. Burada ABD bir rol oynadığı gibi Rusya da bir denge unsuru olarak rol oynayacaktır. Bu ülkelerin bu mevzuda bir masa etrafına oturarak diyalog kurmaları cok mühimdir. Aksini düşünmek bile beni derin endişelere sevkediyor. Geçmişte kullanılan silahlar o güne göreydi; fakat şimdi öyle değil. Bir 3. dunya savaşına sebebiyet verilirse, dünyanın yarısı gider, hafizanallah. Bertrand Russell diyor ki: “1. Cihan Harbi’nde şu oldu, 2. Cihan Harbi’nde bu oldu… Şayet bir 3. Cihan Savaşı olursa, maktûl mezara gider kâtil de yoğun bakıma!..” O yüzden, diplomasiden sonuna kadar istifade etmek lazım.
Kürt vatandaşlara ana dilde eğitim de dahil olmak üzere kültürel hakları verilmeliydi
Stanislav Tarasov devamında şu soruyu soruyor: Türkiye siyasetinde bir eksen kaymasından bahsediliyor. Binlerce insan politikacıların kaygılarından dolayı hapse alınıyor, Kürt vatandaşlar haksız baskıya maruz kalıyor. Bütün bu gelişmeler hakkında ne dersiniz? Kürt bölgelerinin çözümü sizce nasıl olmalı?
Hocaefendi bu soruya verdiği cevapta tarihi bir gerçeği ortaya çıkartıyor: Türkiye’deki Kürt vatandaşlar için yapılabilecek önerilerle alakalı bir teklifler listesini 2006 yılında idaredekilere iletmiştim ama maalesef itibar edilmedi. Bu vatandaşlara ana dilde eğitim de dahil olmak üzere kültürel hakları verilseydi, meşru dairede onların istekleri yerine getirilseydi, bölge ekonomisi istihdam imkânlarıyla güçlendirilebilseydi, o bölgede herkesi şefkat ile kucaklayan öğretmenler, doktorlar, hakim ve savcılar ve devlet memurları istihdam edilseydi herhalde o bölgeden gençlerin terörist örgütlerin ağına düşmesinin önüne geçilebilirdi ve mesele içinden çıkılmaz hale gelmezdi. Bunlar yapılmadığı gibi adına barış sureci denen ama mahiyeti belli olmayan bir sürece girildi, bu arada kasabaların birer silah deposu haline getirilmesine göz yumuldu. Sonra süreç siyasi sebeplerle bozuldu ve bu sefer silahların temizlenmesi adına emniyet güçleri ağır silahlarla oralara girdiler, sokaklar bir yönüyle harp meydanı gibi oldu, nice sivil vatandaş mağdur edildi.
Gülen devamında şu tespitleri yapıyor: Suriye ve Irak’da da gerek Kürt gerekse diğer etnik ve dini gruplar için kültürel haklarının tanınması, yatırımlarla istihdam imkânlarının sunulması ve devletin vatandaşlarını oldukları gibi kabullenmesi, onlara temsil hakkı vermesi, meşru dairede isteklerini yerine getirmesi en makul çözüm yoludur.
Radikal grupları kökten ve bütün boyutlarıyla ele almak icap ediyor
Stanislav Tarasov kısa röportajında son olarak şu soruyu yöneltiyor: Bölge istikrarına zarar veren birde İŞİD ve radikal gruplar var. Bu konuda ne dersiniz? Bu radikal gruplardan kurtuluş ve mücadele nasıl olmalı?
M. Fethullah Gülen Hocaefendi verdiği cevabında günümüzdeki çok sayıda problemin reçetesini veriyor: İŞİD ve benzer radikallerin yaptıkları ile mücadele için meseleyi kökten ve bütün boyutlarıyla ele almak icap ediyor. Meselenin bir dini boyutu var, bir de dini olmayan siyasi, iktisadi, sosyo-psikolojik boyutları var. Meseleyi sadece dine indirgeyip diğer buutlarına göz yumulursa çözüm mevzuunda devamlı patinaj yapılır ve bir mesafe kat edilemez. Bunların çözümü adına Müslümanlara düşen mesuliyetler olduğu gibi devletlere ve milletlerarası organizasyonlara düşen mesuliyetler de var. Bir yanda işte ISiD gibi, El-kaide gibi teror örgütleri var öte yanda da vatandaslarına baskı yapan, hürriyetlerini elinden alan, adaletle davranmayan, kanunları işletmeyen devletler var. Insanları ümitsizliğe iterek terörist örgütlerin ağına düşmelerini kolaylastıran bu devlet uygulamalarını da gözardı edemeyiz. IŞİD denilen örgut bir şer şebekesi, bir eşkıya güruhu ama bunlara silahlar gidiyor, gençleri ağlarına çekmelerine mudahele edilmiyor, internette reklam yapabiliyorlar, hastaları tedavi edilip soruşturmaya tabi tutulmadan serbest bırakılıyor, liderleri bir içeriye alınıp bir salınıyor. Bir tarafta Türkiye’de hayatta karıncayı bilerek ezmemiş Hizmet camiasının fertlerine haşhaşi, terörist deniyor evleri basılıyor ama IŞİD denilen bu şer şebekesi hakkında aynı şeyler söylenmiyor, onlara aynı muamele yapılmıyor.
Müslümanların azınlıkta olduğu, hususiyle batılı devletler terörle mücadele ederken Müslüman vatandaşları rencide edebilecek beyan ve muamelelerden sakınmalıdır. Müslümanların çoğunluğunun desteği olmadan bu terörizm belasından kurtulmak mümkün değildir. Nitekim terör örgütlerinin kurbanlarının çoğu da Müslümanlar. IŞİD güya Suriye ve Irak’ta sunni Müslümanların haklarını temsil ettiğini iddia ediyor ama kurbanlarının çoğu Kuzey Irak Kürtleri de dahil olma üzere Sunni Müslümanlar. Umumi olarak meseleye bakılacak olursa ISiD’in en büyük zararı Sunni Müslüman dunyasına verdiği söylenebilir. Meseleyi kökten ele almayınca biri bitip biri başlıyor. Birinin başını ezseniz, bir başkası hemen hortlayacak orada. Alternatif fitne ve fesat ocakları var. Dün el-Kaide falan diyorlardı, tam onun başı ezildi denirken şimdi birden İŞİD ortaya çıktı. Öte yanda bir Boko Haram var, her birisi kan döküyor her birisi ayrı bir cellat. Insan öldürerek cennete gitme gibi korkunçbir yalanla gençleri kandırıyorlar. Öyle bir kandırma ki bu -hafizanallah- ona inananları canileştirdiği gibi dünyada Islam’ın drahşan çehresine bir zift atıp insanları Müslümanlardan korkar hale getiriyorlar. Biz Müslümanlar olarak bu meseleyi sadece dış güçlerin, bazı istihbarat şebekelerinin oyunudur diyerek bir tarafa itemeyiz. Çünkü bu şer şebekeleri bizim gençlerimize vaadlerde bulunarak kendine celbediyor. Nasıl oluyor da bu gençleri kandırabiliyorlar? Acaba biz gençlerimize yeterince sağlıklı bir eğitim veremedik mi? Onları iyi yetiştiremedik mi? Kur'an-ı Kerim'de tek bir masumun öldürülmesi bütün insanlığı öldürmeye denk tutuluyor. Efendimiz (s.a.v) savunma maksatlı meşru bir savaşta dahi savaşcı olmayan insanlara, bilhassa kadınlar, çocuklar ve din adamlarına karşı şiddeti kesin bir dille yasaklıyor. Cenab-ı Hakk (cc) Kur’ani Kerim’de “Biz Ademogullarını kerim kıldık” diyor. Her insana insan olduğu için bir değer veriyor. Birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı farklı yarattık diyor. Farklılıkları bir zenginlik olarak gösteriyor. Acaba bunları gençlerimize anlatamadık mı?
Terörist gruplara karşı, Amerika ve Rusya’nın ittifakı bunların hakkından gelebilir
ISID gibi terör orgutlerinin dini iddiaları adına ne kadar samimi olduklarını bilmiyoruz. Ama en azından içlerinde kandırılmıs samimi gençler olduğunu farzederek meseleye yaklaşacak olursak, onların yanlışlarını dinen de ortaya koymamız icab eder. Belki bazi gençler çevrelerinde hakiki Müslümanlık adına bir misal göremediklerinden bir arayış içine giriyorlar. Bu örgütlerin vaadlerine kanıyorlar ve gidip iltihak ediyorlar, ve hiç farkına varmadan esasen müslümanlığa en büyük ihaneti yapıyorlar. Medyaya intikal ettiği kadarıyla dini argumanlarındaki temel yanlışlık dini kaynaklara siyak ve sibak münasebetine dikkat etmeyerek, bütüncül bir anlayıştan yoksun bir sekilde yaklaşmalarıdır.
Hocaefendi şu altın tespitleri yaparak röportajına son veriyor: Kur’an ayetlerinin esbab-i nüzulü yanında hangi zamanda ve sosyopolitik şartlar altında nazil olduğu gözardi edilemez. Hadis-i serifler için de ayni mülahaza geçerlidir. Kur’anın ve Sünnetin ruhunu anlamaya calışmak mühimdir. O devirlerde Islamın tedricen kaldırma yoluna gittiği, geçici bir süre için tolere ettiği ama tasvib etmediği kölelik gibi uygulamaları bugün yeniden hortlatmak dinin ruhunu anlamamak demektir. Abdurrahman Azzam’ın (Arap Birliği kurucusu, 1873-1976) Ebedi Risalet kitabında ifade ettiği üzere Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) ve ilk müslümanların savaşları birer birer incelenirse hepsinin müdafaa savaşı olduğu görülecektir. Bu anlaşılmadığı zaman Kur’an ve Sünnet’deki savaşla ilgili ifadeler cok rahatlıkla suiistimal edilebilir. Kur’anın, siyerin, dinin ruhunu gençlere verebilmenin yolu da eğitimden geçiyor. Egitimle her mesele uzun vadede halledilebilir. Demokratik değerler, insana saygı, hayata saygı, her insanı aziz tutma gibi değerler okul müfredatlarında işlenebilir. Uzun vadede çözüm adına bunlar yapılırken kısa vadede terörist gruplara karşı bir ittifak sağlanabilse Amerika ve Rusya’nın da dahil olduğu bir ittifakla bunların hakkından gelinebilinir. En azından daha fazla insanı saflarına çekmelerinin ve bu kanserin metastaz olmasının önüne geçilebilinir.
(Devam edecek: Bir sonraki röportajda Rus Gazeteci ve Yazar Modest Kolerov’un 31 Ocak 2019 tarihli sorularına verilen cevaplar yer alıyor)