GÖRMEZLİKTEN GELDİKÇE ACILAŞAN DÜNYA veya İDLİB
Dostlarımla kahvaltı yaptığımız bir sırada yanımıza gelen, Afrika'daki bir Türk kolejinden mezun bir arkadaşımız, sofraya davet etmemize rağmen isteksiz olduğunu söyledi. Zira biraz önce bazı Türk gençleriyle yaşadığı diyalog onu epey bir sarsmıştı.
Onların “dünya dönüyormuş veya dünyada neler dönüyormuş” formatında bir hayat yaşamalarından dolayı bizlere dert yandı.
Evrensel insani değerler bir yana kendi kültürel kodlarından bile habersiz ve ilgisiz olmalarına siyahî dostumuz epey bir üzülmüş. Hiçbirinin ana dillerini iyi konuşamamasını hatta aralarında hiç Türkçe bilmeyenlerin dahi olmasının şaşkınlığını da üzerinden atamamıştı.
Bu eğitimci dostumuz, haz peşinde bencilleşen zamanın gençlerinin, dünyanın sorunlarına, insanî dramlara karşı dertsizliklerini, takdir edilesi bir şekilde dert edinmişti. Bu nedenle o gençlere, başkalarının acılarını hissedebilecekleri asil duyguları nasıl kazandırılabileceği konusunda bizlere düşüncelerimizi sordu.
"Bir elinde cımbız, diğer elinde ayna. Umurunda mı dünya?'' duygusuna sahip nesillerin yetiştiği bencilleşen bir dünyada yaşıyoruz. Bu durumun yol açtığı bireysel, ailevi ve toplumsal problemler nedeniyle çokça şey söyleniyor, yazılıyor, çiziliyor. Hayatın içinden, birebir hikayelerle uyuşan, birbirinden doğru tespitler, teşhisler yapılıyor..
Kamu ve sivil toplum kuruluşları tarafından görsel, yazılı, sosyal medya desteği ile gençleri ve çocukları bilinçlendirme amaçlı ne kadar faaliyet yapılsa da amaçsız, etrafı ve efkârı umursamaz bir neslin önü alınamıyor.
Ciddi, sistemli ve devamlılığı olan bir irade yok gibi. Böyle büyük bir sorunu dert edinen ve çözüm adına plan ve proje ortaya koymuş olanların çabalarının da dünyalık heveslere, çürük hülyalara ve hamasî gürültülere kurban edildiği bir dönemdeyiz.
Velhasıl; bu dertli arkadaşıma hayatın içinden, yaşanmış dramlara ve bu dramların kurbanlarına şahit olmanın, bir farkındalık oluşturabileceğinden dem vurdum. Mümkünse gençlerin hastanelere, hapishanelere, mülteci kamplarına, felaket görmüş beldelere, dar'ul acezelere, bakım evlerine vs. götürülmesinin faydalı olabileceğinden konuştuk.
Görmenin ve yaşamanın, sözlü nasihate nazaran insanlara tesiri ortada...
İdlib’te Kimyasal Silahlarla Katledilen Yüzlerce Çocuk
Bu hasbihalden bir kaç saat sonra, haber kanallarına Suriye İdlip'te, rejim uçakları tarafından atılan kimyasal bombalarla çırpına çırpına ölen çocukların görüntüleri düşmeye başladı.
Fransa medyasının flaş haber olarak verdiği görüntüler çok korkunçtu. Yine lanet olası kısacık dünyevi iktidarın rağmına binlerce can ve kuzular kurban ediliyordu.
Olayların başladığı ilk yıllarda yerel amatör çekimlerde izlediğim Suriye Devletine ait uçakların sivil yerleşim yerlerine gaz ve varil bombaları atmasından 6 yıl geçmesine rağmen Suriye'de kimyasal ve kitle imha silahlarının sivillere karşı kullanılması bir türlü engelle(ne)medi.
Şam, Humus, Hama, Halep derken katliam sırası İdlip'te idi. Tabi bu Dünya gündemine girmesi yönüyle. Yoksa irili ufaklı acılar aralıksız yaşanıyor bu hazin ülkede.
İdlib’in Acılı Tarihi
Kırk seferden fazla gittiğim Suriye'nin bu şirin ve tarihi şehri, bahtsızlıkla birlikte anılan her güzellik gibi Haçlı Seferleri'nde de çok acılar yaşamıştı.
1. Haçlı Seferi'ne katılan bir Ortaçağ yazarının kendi kaleminden çıkan; Avrupa'nın o dönem barbar insanlarının Kudüs yolu üzerinde bulunan İdlip’teki vahşetlerini okumuştum.
Bir strateji olarak İdlipliler şehrin surları dışındaki zeytinliklerini ve diğer ekinlikleri yakmışlarsa da bu Haçlıların çekilmesini sağlamamış.
Uzun kuşatma nedeniyle şehirde yiyecek bitmesiyle birlikte şehir de düşmüş.
Yazar, İşgal sonrası çoluk çocuk tüm İdlibliler katledildikten sonra haçlılardan kimisinin açlıktan dolayı cesetleri yediklerinden bahseder.
Geçmişteki bu korkunç hatıranın yaşandığı bu beldeye bugün suçlu suçsuz ayırt etmeden insanları yok eden serin gazlarının atıldığı haberi beni derinden sarstı. Defalarca gittiğim ve insanlarıyla kaynaştığım şehrin çocuklarının cansız görüntülerine bakmaya cesaret edemedim. Aklımda, hayalimde halen taptaze duran İdlib'in caddeleri, sokakları, camileri, türbeleri, bahçeleri..
İDLİPLİ KÜÇÜK BİR KIZIN HİKAYESİ
Ben de o Ortaçağ yazarı gibi İdlib’de gördüklerimi ve yaşadıklarımı kaleme almıştım. Bu hatıraların bir kısmını İdlib’li bir küçük kızın ağzından yazıya dökmüştüm . Henüz yayınlayamadığım Suriye’deki son dönem olayların kimi arka planlarını da içeren bu gerçekleri ihtiva eden hikaye şöyle başlıyordu:
“Benim adım Sara. Bir zamanlar Suriye’nin Türkiye’ye yakın bir şehri olan İdlip’te yaşardık.
Bizim İdlib’teki kasabamız, her mevsimi birbirinden güzel, dünya cenneti bir beldedir. Hele bahar oldu mu, buraların ovalarını obalarını sarmış zeytin ağaçlarından her çeşit meyve ağaçlarına kadar rengarenk çiçekler açar.
Ağaçların yanı sıra kır çiçeklerinin ve özellikle pek yüksek olmayan eğimli arazilerimizi yemyeşil yoncalar ve yeşilliğin arasındaki papatyalarla bir görseniz, eminim ki buraları cennetten bir köşe sanırsınız.
İdlib’te kardeşlerin aileleri genelde bir arada yaşarlar. Evimiz kuzenlerimizin evleri ile iç içe ya da bir birlerine çok yakındır. Yani Dedem ve büyük annemin yanı sıra onların çocukları olan amcam ve halamlar ile birlikte yaşıyorduk.
Tam 23 kuzen olarak çocuk, genç her birimizin yaşıtının bulunduğu geniş ve neşeli bir hayatımız vardı.
Okula beşer, onar şeklinde gider, birlikte dönerdik. ..
Çoğu zaman her birimizin evinde sık sık bir araya gelir keyifli eğlenceler tertip eder, oyunlar oynardık.
Hele ki dedemin soba etrafında anlattığı bizim “nasihâ” dediğimiz öğütler içeren kıssaları anlatması ne büyük bir zevkti.
Ayrıca en büyük zevklerimizden biri de kırlarda koyun ve kuzuları otlatmamızdı. Davarların başında çobanlık yapmanın yanı sıra orada da oyundan geri durmazdık. Kırlarda genelde oğlanlar top oynar, biz kızlar da kendi aramızda ip atlar...”
Önceki acı hikayeden sonra ben Hikayemin sadece güzel kısmını aktarmış olayım...
Oraları görmüş ve yaşamış olmam, böyle bir tecrübesi olmayandan daha fazla beni etkiliyor haliyle. Bu nedenle bir türlü Suriye'de bitmeyen/bitirilmeyen dramların haberlerine umursamazlık edemiyorum. Ve İnsani trajedilerin yanı sıra yok edilen tarih ve sanat mirası da hüznümün ayrı bir nedeni.
Suriye’deki yaşananlara kendi ülkemdeki siyasi ve sosyal boğuşmalar penceresinden asla yanaşmıyorum.
Yaşanan acılar derinden etkiliyor beni. Zira gittim, gezdim ve gördüm oraları..
Evet çocuklarımızın ulvi gayeler edinmesi, etrafta neler oluyor ve dönüyor meselesine ilgi duymalarından geçiyor. Dünya'daki acılara ve diğer sorunlara kayıtsız kalmayıp çözüme katkı sağlayabilmeleri için öncelikle trajik hayatları bilmeleri, görmeleri ve tanımaları gerekiyor.
Böylece tatminsizliklerine ve belki de huysuzlanmalarına neden olan ellerindeki imkanların kıymetlerini bilmelerine de çözüm olabilir. İnsan başkalarının sorunlarıyla ilgilendikçe iç ve dış dünyasıyla barışır, Hakk’ın ve halkın nazarında bir kıymet kazanır
Öğretim üyesi Eyüp Ensar Uğur'un kişisel blogundan alınmıştır