M. ERTUĞRUL İNCEKUL
“İlme evet ama sanatla, akla evet ama kalble”
Aliya Begoviç
Fatih Koleji metaforu bir manâ bir ruh, bir düşüncedir. Aklın kalble buluşma serüvenidir. Bir neslin varolma hikayesidir. Türkiye'nin ve demokrasiye inanan muhafazakârların önce vatanda sonra yurtdışındaki başarı serencamesidir. Bilime, akla, kalbe dayalı Yamanlar, Samanyolu, Aziziye, Nilüfer Kolejleri ve emsallerinin dünyaya açılan pencereleridir. Bu aziz düşünce bir medeniyet inşâ ve ibda projesidir.
1980’lerde askeri darbe sonrası sağ sol çatışmalarının sıcaklığını koruduğu, Türkiye’nin demokrasi mücadelesi verdiği yıllarda Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ısrarlı tavsiyeleri ile Ali Rıza Tanrısever, Hacı Kemal Erimez gibi Anadolu’nun bağrında yetişmiş, nesle sahip çıkma ufkuna ulaşabilmiş, günübirlik polemiklere ve ucuz gündemlere takılmadan çağını iyi okuyabilmiş iş adamları tarafından olağanüstü gayretleri ile kurulmuştur. 1961 yılında eğitim ve öğretime başlayan Özel Fatih Lisesi, 1982 yılında Çağ Öğretim İşletmeleri A.Ş. tarafından satın alındı. 1982 yılında Özel Fatih Erkek Lisesi adıyla eğitime başladıktan kısa bir süre sonra, 1984 yılında Anadolu Lisesi ve 1988 yılında Fen
Lisesi statüsünde eğitim ve öğretim vermeye başlamıştır.
Fatih ekolü ve emsali kolejler onlarca kez üniversite sınavlarında birinciler çıkarmıştır. Bilim, Ekoloji Olimpiyatlarında uluslararası başarılara ilk imza atan özel okullardandır. Türkiye gibi ülkelerde bilimsel başarılar biraz fazla ön plana çıkarılır. Aslında sosyal alanlarda da Fatih ekolü önemli gelişmelere önderlik yapmıştır. Zamanla edebiyat, spor, sanat, kültür alanlarında çok başarılı mezunlar vermiştir. Ama benim asıl değinmek istediğim bu ekolün Türkiye ve dünyaya kattığı ruhtur, mânâdır.
Fatih Koleji bir kaç dertlinin hayali ile başlamıştı. Sonrası bu hayal adetâ ruh ikizlerini bulmuşçasına Anadolu’nun dinamizmi, ilme olan açlığı, ilim yolundakilere sahip çıkma motivasyonu ve geleneği ile buluşarak bütün ülke çapına hızla yayıldı. Modernizmin enstrümanlarını yanına alarak önce yurtiçinde sonra da dünyanın 170 ülkesinde bir senfoniye dönüştü. Avrupa, Amerika gibi ülkelerde biraz gerilerden gelse de, dünyanın diğer ülkelerinde ciddi başarılar aldı, kültürel katkılar sağladı. Kolejlerin açıldığı ülkelerin ileri gelenleri çocuklarını Hizmet okullarına vermek için araya iltimaslar buldular, okullar cazibe merkezlerine dönüştü. Türkiye’de de 15 Temmuz darbe muammasına kadar okullara olan ilgi artarak devam etti. Birçok kamuoyuna mal olmuş isimler çocuklarını bu okullarda okutmak için adeta yarıştı.
Ben de Fatih Koleji Anadolu Lisesi 92 mezunu olarak Draman'daki mütevazi binasında eğitim gördüm. Rahmetli babam Haydarpaşa Lisesi mezunu, İstanbul Hukuk’u kazanmış, belediye başkan vekilliği yapmış, siyasete mesafeli duran, sosyal demokrat görüşe sahipti.
Fatih Koleji’ni, ilkokul müdürümüz ve şehrimizin ileri gelen bir kaç işadamı tavsiye etmişti. JGK’da Binbaşı olan dayım bu okulun geleceği yok demesine rağmen, rahmetli babam beni ilkokuldan sonra daimi yatılı olarak Özel Fatih Koleji'ne yazdırmıştı ve 7 sene boyunca hiç burs almadan eğitim ücretimi ödemişti. O yıllarda özel okul sektörü pahalıydı ve hızlı gelişiyordu.
Satırların aciz kalacağı, duygularımı ifade etmede zorlanacağım yıllar yaşadım Fatih Kolej’inde. Başta hiç kolay olmadı, ilkokuldan yeni çıkmış bir çocuğun yatılı okula alışması zor iştir. Yatılı okulda okuyanlar bilirler, ışıklar sönünce ilk zamanlar yorganın altında gizli gizli ağlarsınız. Üç haftada bir Kartal’da olan teyzeme yaptığım ziyaretler ise ilaç gibi gelirdi. Sonraları okulu, faaliyetleri, arkadaşları, mentörleri, bazı öğretmenleri öyle sevdim ki, haftalar, aylar bana yepyeni heyecanların, keşiflerin ve yepyeni manâların kapısını araladı.
İstanbul ise şairin dediği gibi; yedi tepe üstünde zaman bir gergef işleyen, yedi renk, yedi sesten sayısız belirişlerle, Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar… Gecesi sümbül kokan, Türkçesi bülbül kokan şehir İstanbul’a alışması zor olmadı ve sonrası öyle sevdim ki... Hâlâ ben o tanıdığım İstanbul'a aşığım.
Hz. Mevlâna; Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim, çünkü kalb durur, akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim, der. Ruhumla sevdiğim insanlar oldu Fatih Koleji’nde. Onlarca gönül rahatlığıyla yâd edeceğim isimden sadece ikisi bile ufkumu dolduruyor. Abdurrahman Baş ve Mehmet Ali Şeref. İkisi de ruhunun ufkuna yürüdü. Abdurrahman Baş makine mühendisi, eğitim sevdalısı, samimiyet abidesi, fedakârlık sembolü, modern bir eğitimci idi. Mehmet Ali Şeref de edebiyat duayeni, naif, öğrencilerine adanmış, has Anadolu evladıydı. Bu iki isim bile Fatih Koleji’nin tarihe ve mânâ alemine düşeceği izdüşüm için yeterli olsa gerek.
Kolejin o yıllardaki mentörleri iyi üniversitelerde okuyan Türkiye’nin değişik illerinden gelmiş gencecik fidanlardı. Pansiyon müdürlerimiz, yardımcıları o zamanlar bize yaşça büyük görünseler de yirmi sekiz veya otuzlu yaşlarda idiler. Gençlik damarlarında hizmet diye akıyordu. Geceleri öğrencileri ile etütler, çay saatleri ile geçiren bu fedakâr insanlar, gündüz de üniversitelerini bitirmek için uğraşırlardı. Genelde branşlarında, hukuk, siyasal bilgiler, edebiyat, tarih, coğrafya ve ilahiyat fakülteleri öne çıkıyordu. Öğrencileri için dua dua yalvaran, gözleri ağlamaktan şişen insanları ilk kez orada gördüm. Bu tabloyu dava ve mânâ nedir bilmeyen, dar kalıplara sıkışanlar anlamazlar.
O günlerde sanki yeryüzüne yayılan Hizmet, Fatih Koleji’nde serada gibiydi. Her sınıf bir ülke, her oda bir şehir gibiydi. Lojistik konumu ise ilginçti, üst tarafı İstanbul’da suç oranı ile meşhur Karagümrük, alt tarafı İsmail Ağa Cemaati’nin merkezi Çarşamba idi. Üst taraftan okula giriş yapınca bazen çeteler musallat olurdu. Alt bölge ise sarıklı, sakallı, siyah çarşaflı mahalle sakinleri ile başka bir dünya ve zamanı andırırdı.
İlk zamanlar aynı ruhu paylaşan, aynı duygu düşünceye sahip öğretmenler bulmada zorlanılıyordu. Başka illerinden haftada bir kaç gün ulaşım ücreti ödenerek getirilen öğretmenler oluyordu. Derslerin ve öğretim kalitesi oldukça yüksekti. Branşında dönemin ortalamasının üstünde çok donanımlı hocalarımız oldu. Laboratuvarların eksik malzemelerini, öğretmenlerin samimiyeti tamamlıyordu. Kütüphanemiz büyük bir malikanenin kütüphanesi gibiydi. Spor faaliyetleri ya okulun teneffüsüne çıktığımız iç bahçesinde, ya da pansiyon binasının bodrum katındaki kapalı salonda gerçekleşiyordu. Pansiyon binası ise zemin ve bodrum katları saymazsak dört kattan oluşuyordu. Her katta farklı sınıfların öğrencileri kalırdı. Alt katlar genelde liseliler, üst katlar da ortaokul öğrencilerine ayrılırdı. Her katta belletmen odaları bir de banyo ve lavabolar yer alırdı. Çatı katı diyeceğimiz dördüncü katın üstü ise hafta sonları film seyredilen, sosyal aktivite yapılan mekanımızdı. O zamanın şartlarına göre nerede ise binanın her yeri çok efektif planlanmış ve iyi kullanılıyordu. Okul binasının ise üst katları öğretmen lojmanları ve 5. kat niteliğinde planlanmış mekanlardı, hâlâ burnumda burcu burcu kokusu ile lahuti dünyaların limanları gibiydi…
Fatih Koleji düşüncesi ve projesi; aslında bir türlü Batılı olamamış Doğu'nun, bir türlü kendi olamamış Doğu'nun yarım kalmış hikayesidir. Gözyaşı medeniyetinin eksik kalan gözyaşlarıdır. Gönül Medeniyetinin tamamlanmayan sevgi tuğlalarıdır. Eğitimin özünün ahlâk olduğunun, madde ve materyalden çok önce geldiğinin ispatıdır. Varlığın ontolojik boyutunun taze bir epistemoloji ile yeniden keşfidir. Asırlardır içimizde birikmiş sükûtun çığlıklarının dünya dillerine tercümesidir.
Eğitim bizim milletin son bir kaç asırdır yitiği oldu. Batı'nın felsefe, bilim ve varlığı yorumlanmada gelmiş olduğu zirvelerden hep geride kaldık. Nesillerimize karakter eğitimi verecek gerekli ahlaki alt yapıyı da sağlamayadık. Kültür mirasımızdan gelen El-Kindi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, İbn-i Haldun, Farabi, Fahreddin Razi, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Mimar Sinan, Itri, Dede Efendi, Mevlâna, Yunus, Şeyh Galip, Ahmet Yesevi, Hoca-zade, Gaspıralı İsmail, Mehmet Akif, Bediüzzaman, Ahmet Naim, Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmail Hami Danişmend, Şemsettin Günaltay, Allâme Hamdi Yazır, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Cengiz Aytmatov , Bahtiyar Vahapzade gibi bir hayli kıymetli kültür mirasımızın münevverlerini hakkı ile tanıtamadık, muazzam bir mazi ve kültür birikimimizi sevdiremedik, zihin dünyalarından beslenip Batı'nın demokrasi kültürü ve medeniyeti ile buluşamadık. Hep başka şafaklara kaldı vuslatımız. İşte bu duygu, düşünceyle kurulan Fatih Koleji düşüncesinin ebetlere kadar var olmasını diliyorum.
Okuyucuya not: 2023 yılı gönlünüzde olan müjdeli haberlerin gerçekleştiği yıl olsun. Hayırlar, afiyetler, güzellikler, bereketler dilerim.