Gönül Dünyasının Kararması ve Manevi Güneşler

Gönlün çok değişik halleri vardır. O bazen gülen bazen ağlayan, bazen kış gibi soğuk, bazen yaz gibi sıcak, bazen bahar gibi onda eser bahar meltemleri, bazen sonbahar gibi hazan vurmuş en hüzünlü ve kederli tabloları sergiler.

SHABER3.COM

CUMA KARAMAN 

Gönül dünyası insanoğlunun tasavvurlarını aşan sırlı, zengin, rengin, engin ve derin bir dünyadır. Onun genişliğine ve büyüklüğüne nispeten semavat ve arz onda küçük bir noktadan ibarettir. Gönül yıkanlar ve kalp kıranlar Allah düşmanı ilan edilmişlerdir. Yunus Emre hazretleri de şöyle der: “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” çünkü gönlün sani-i Allah c.c Beytullah’ın sani-i ise Hz İbrahim’dir. (a.s) 

İnsan Allah’ın evini yıkınca artık ortada yıkmadığı bir şey kalmaz. Bizler gönül yıkanlar değil yıkılmış ve kırılmış gönülleri tamir edenlerden olalım. Unutmayalım ki gönüller güzel ahlak şefkat merhamet yardım ve muhabbetle tamir edilirler. Ve gönüllerin dilinden ancak gönül erbabı olanlar anlar. 

Gönlün çok değişik halleri vardır. O bazen gülen bazen ağlayan, bazen kış gibi soğuk, bazen yaz gibi sıcak, bazen bahar gibi onda eser bahar meltemleri, bazen sonbahar gibi hazan vurmuş en hüzünlü ve kederli tabloları sergiler. Yunus’un dediği gibi bazen nutku kesilir söz söyleyemez olur. Bazen dilinden inciler dökülür, bazen dertlilere derman olur ve bazen de kendisi dermana muhtaç olur. Bazen neşeden dolayı bağ ve bostan olur. Bazen de kurumuş ağaç misali kupkuru olur. O kimi zamanda yücelerde taht üstünde yüceden seyran, kimi zamanda da aşağılarda tahtın altına düşmüş eddal olur. Kah bir damla, kah bir damla iken deryaları ummanları mevceleriyle aşar durur. Bazen cehalette kalır nesneleri tanımaz olur. Bazen de lokmanı hekim gibi arif olur da dertli sinelere derman olur.

Gönül konusu hiç şüphesiz çok zengin bir konudur. Fakat bundan istifade ise yine herkesin gönlü nisbetindedir. Hak dostu Abdulhay hazretleri “Gönül Azamet-ı Halıkın hanesidir, Ona nisbeten arş-ı azam bir mercimek tanesi gibidir“ İbrahim Hakkı hazretleri de “Gönül Hakkın barınağıdır” der. Ve gönlü vasıf edememenin imkansızlığını şöyle ifade eder:
 
Vasf-ı lisan seninledir vasfedemem gönül seni
Nutk u beyân seninledir vasfedemem gönül seni...
 
Merhum Akif’te gönlü şu gelecek beyitle ne güzel ifade eder:

Haberdar olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,
Muhakkar bir vücûdum! dersin, ey insan, fakat bilsen…
Senin mâhiyetin, hattâ meleklerden ulvîdir:
Âvâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir...
Nasıl olmak gerektir şimdi efalin ki, hem-pâyen
Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken.

M. Akif son mısrada insanın meleklerden üstün olan bu yaratılış keyfiyetine dikkat çeker. Maalesef insanoğlu hayatını yaratılış gayesinin dışında yaşadığı zaman aziz bir varlık iken rezil duruma düşebiliyor.
 
Şeyh Galib de insanın yüce yaratılışını şu mısralarla ifade eder:
 
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.

Şimdi de gönül dünyasını ihmal edenler hakkında bazı hak dostların kısa ifadelerine geçelim. Bu hususla ilgili Mevlana hazretleri dışı mamur fakat içi virane ve harabe olanları şu temsille ifade eder: Genelde binaların ana caddelere bakan cepheleri süslü ve temiz fakat arka sokaklara bakan taraflar ise çoğu zaman çerçöple dolu mezbelelikler gibidir der. İşte gönül dünyası mamur olmayanların hali bu binaların arka sokaklarından çok daha kötü durumda olduğunu ifade eder. Mevlana bir başka mübarek beyanıyla gönül dünyasını şöyle ifade eder: İnsanın mahiyetinde güneşten daha parlak ve kıymetli bir cevherin var olduğunu fakat insanın sureti bu iç âlemindeki güneşe perde olduğunu söyler. Aslında bulut misali senin bu suretin kalksa o güneş meydana çıkacaktır der:
Aşkha-i ger peyi rengi buved,
Aşk nebved akıbet rengi buved

‘Daha ne zamana kadar suretin (rengin ve kokunun) bendesi (kölesi) seveni olacaksın. Tene, renge âşık olanlar âşık olamazlar, akibetleri yalan ve pişmanlık olur’ Devamla surete, renge, kalıba âşık olanları şu misale benzetir: “Güneşin ışığı bir duvara vurur ahmak kişi güneşin parıltısını görür görmez duvara âşık olur. Fakat bu güneşin ışığı o nesnede devam ettiğincedir, o parıltı gidince kişinin aşkı da bitmiş olur.”
Gönül ile ilgili hakikatı şu ayet ne güzel ifade eder: İbrahim a.s “Ben, batıp gidenleri sevmem buyurdu.” (Enam, 76) Bu ayet bize batan, sönen ve yok olmaya mahkum olanların gerçek manada gönüldeki sevgiye layık olmadıklarını ifade eder.

Muhammed ikbal de gönül hakikatını şu sözlerle dile getirir: Elim eteğim boş diye üzülme senin iki yanın arasında sadrında, sinende (göğsünde) bir dolunay gizlidir. Doğrusu bu dünyanın en kıymetli ve paha biçilemez cevheri olan gönül (kalb) den başkası değildir. İşte insanı değerli kılan da hiçbir varlığa verilmeyen bu gönüldür. Her asırda insanların gönül dünyası kararmaya başlayınca onları aydınlatacak manevi güneşler tulu etmeye başlamıştır. Geçmişte Mevlanalar, Yunuslar, Ahmet Yeseviler, Gazaliler, Bediüzzamanların zuhur ettiği gibi bugün de niceleri vardır ve yarın da olacaktır. Eğer bir insanın gözleri güneşi görmüyorsa bu güneşin yokluğunu göstermez. Fakat bu sadece o kişinin gözünün görmediğini gösterir.

Ağzımıza dilimize tat ve lezzetler, gözlerimize renkler veren gönlümüzdür. Kişinin gönül dünyası az bozulunca ne ağız tadı ne gözlerde renkler artık hiç bir şey ifade etmezler. Gönül ile her şey tatlı ve canlı. Onsuz her şey tatsız, cansız ve renksiz olur. Gönül olmazsa hiç bir şeyin değeri olmaz. Aslında her şey bu gönül sayesinde değer kazanır. Gönül dünyası enteresan bir diyardır. Bu ülkeye uçak, gemi ve araba seferleri yapılmıyor. Buraya sadece muhabbet sevgi aşk şefkat merhamet gibi yüce duygularla gidilir. Gönül insanoğlunun manevi yanını temsil eden en engin, derin ve rengin olan iç alemdir. Bu alem aynı zamanda bütün alemleri içine alan bir alemdir. Cenab-ı Allah yer ve gökleri canlı ve cansız bütün varlıkları bu alem için yaratmıştır ve bunu da sadece kendi için yaratmıştır. Bu nedenle varlıklar içinde gönül alemi, beyt-i Hüda ünvanına mazhar olmuş en yüce hakikat alemidir. 

Allah c.c bütün varlıklara Hz, Adem a.s secde etmelerini emir buyurması gönlün ”beyt-i hüda” olmasından dolayıdır. İşte bundan dolayıdır ki “dil şikesti” ler gönül yıkanlar ve kalb kıranlar hasmullah Allah düşmanı ilan edilmişlerdir. Yunus Emre hazretleri de şöyle der: “Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil” Çünkü gönlün sani-i Allah c.c Beytullahın sani-i ise Hz İbrahim a.s dir.  İnsan Allah’ın evini yıkınca artık ortada yıkmadığı bir şey kalmaz. Bizler gönül yıkanlar değil yıkılmış ve kırılmış gönülleri tamir edenlerden olalım. Unutmayalım ki gönüller güzel ahlak şefkat merhamet yardım ve muhabbetle tamir edilirler. Ve gönüllerin dilinden ancak gönül erbabı olanlar anlar. Eğer böyle bir gönle sahip değilsek her şeyden önce bir gönül dostuna acilen gitmemiz gerek.

Bazen en yakın mesafe ona uzaklardan daha uzak; bazen de en uzaklar bile Belkız’ın tahtı misali ona bir anlık mesafe, bazen mescide bir abid bazen de kilisede bir ruhban olur. Kimi zaman tek kitabı okuyamazken kimi zaman da dört kitabı birden okur. Kah manen ölmüşlere nefesi İsa Mesih kah da kibir evine girer Firavun ile Haman olur. Gönül aslında insanoğlunun sağında ve solunda hem cenneti hem cehennemi andıran esrarlı bir alemdir. Evet insanın bu gönül dünyasından bazen nur bazen de kir akar. Bazen gül ve menekşe kokulu rayihalar bazen de en kötü kokuları etrafa saçar. Bazen sevgi, muhabbet ve aşkla coşar; bazen de kin ve nefretle dolar taşar. Gerçekten onun çok ama çok acib ve garib halleri vardır...
<< Önceki Haber Gönül Dünyasının Kararması ve Manevi Güneşler Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER