Hüseyin Odabaşı | samanyoluhaber.com
Göç etmek zor da olsa yaşamın bir parçasıdır. Allah hicret izni vermeseydi(İsra, 80) Medine'ye gitmesi mümkün olmayan Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bile, doğmuş olduğu şehir dağların arasından kaybolmaya başladığında ihtimal büyük bir hüzün ve duygu seline kapılarak yoluna devam etmişti. Çünkü yola çıkmadan Kabe’nin yanına gelmiş ve içini beşer bir peygamber olarak açık bir şekilde şerh etmişti:
“Allah’ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni zorla çıkarmasaydı ben kendiliğimden çıkmazdım”(Heysemi, Mecmau’--Zevaid 3/283)
Aslında bizim ilticamız, göçümüz, hicretimiz Mevlâna Hazretlerine göre ta ruhlar alemine kadar gider dayanır. Mesnevi’sinin ilk mısraları böyle bir hicretin acısıyla, ayrılığın sancısıyla başlar:
“Dinle neyden hikâyet eder
Ayrılıktan şikayet eder.”
Olgun ruhların ruhlar aleminden veya elest bezminden ayrılmanın şikâyet ve ıstırabını da ancak bu ayrılık acısını bilenler, tadanlar, yudumlayanlar bilir:
“Sine hahem şerha şerha ez firak
Tabi biguyem şerhi derd-i iştiyak”
Ayrılıktan yanmış yakılmış bir yürek isterim, ayrılık derdini anlatabilmek için.
Ruhlar aleminden başlayan bu yolculuk kabir alemine kadar devam eder gider.
“Sebavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar, yolculuğu devam eder.” (Said Nursi, Mesnev-i Nuriye)
Çünkü insanın insanlığı göçle, yolculukla, tavırdan tavıra geçmekle halden hale evirilmekle kemale erer.
“Ve kad halakakum etvara”: "Oysa O, sizi çeşitli aşamalardan geçirerek yarattı."(Nuh, 14)
Doğduğu yerde ölen hemen hemen bir alim, bilim adamı, çilekeş ve fikir adamı yoktur.
Medeniyetlerin olgunlaşması ve kemali de insanın hayat serüveni gibi çilelere, göçlere ve yolculuklara bağlıdır.
Mekke'nin nurlu mağaralarında “oku” emrini alan Peygamberimiz (sav) davasını ancak Medine'ye hicret ettiğinde bayraklaştırabildi.
Oğuz Kağan, rüyasında doğudan batıya doğru uçuşan çok sayıda oklar gördü. Medeniyet haline gelmek uçuşan oklar gibi hicrete, göçe ve yer değiştirmeye bağlıdır.
Osmanlı’da bu uçuşan oklar yerini ve hedefini bulduğundan olsa gerek Osman Gazi, Şeyh Edebali’nin evinde göğsünden dalları doğudan batıya uzanan bir ağaç gördü.
Peygamber kaynaklı teşekkül eden medeniyetler de oluşumunu bidayetindeki hicretlere ve göçlere borçludur. Ve bu göçler uhrevî de olsa dünyevî menfaatten hali değildir.
Hz. Yusuf dövüldü, kovuldu kardeşleri tarafından kuyuya atıldı. Köle diye satıldı fakat Mısır’ı idare edenlerin sarayına fayda, menfaat ve yararı olur düşüncesine bağlı olarak yerleşti:
“Onu satın alan Mısırlı kişi, hanımına dedi ki: “Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” İşte böylece biz Yûsuf’u o yere (Mısır’a) yerleştirdik” (Yusuf, 21)
Hz. Musa’nın da Firavun sarayına yerleşmesi aynı gerekçeye dayanır; bize belki menfaati dokunur... Asiye’nin Nil’in bağrında nazlı nazlı süzülüp gelen kundaktaki çocuğu saraya almak için Firavuna karşı ileri sürdüğü gerekçe aynıydı. “Belki bize faydası dokunur.”
“Firavun’un karısı şöyle dedi: “Bana da sana da göz aydınlığı (bir çocuk)! Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz.” Oysaki onlar (olacak şeylerin) farkında değillerdi.”(Kasas, 9)
Biraz farklı da olsa Peygamberimizi Medine'ye davet eden Evs ve Hazreçliler’in de bir beklentisi ve menfaatleri vardı; Aramızı düzeltir belki yüz senelik savaşan düşmanlar olarak aramızda barışı temin edebilir.
Bize bu insanların belki faydası dokunur ve nüfus kaybımız karşısında telafisi adına belki de evlat edinebiliriz düşüncesi mülteciler için sırlı kapıları açan bir anahtar gibidir.
Birleşmiş Milletler'in verdiği rakama göre son bir sene içinde 82 milyon insan yerinden yurdundan oldu. İlk 10 ülkenin göçmen nüfusu 130 milyonu geçiyor. Son sene Almanya 200 bin, Kanada ise 400 bin kadar göçmen alacak. Böyle devam ederse 10 senede Kanada’ya 4 milyon insan göç etmiş olur. Dünyada çoğu ülkelerin nüfusu 4 milyon yapmıyor.
Göç almak ilk etapta yük almak anlamına gelse de Avrupa medeniyetinin devamı için her sene milyonlara varan insana ihtiyaçları var. Bundan dolayı iltica ve göçle alakalı ciddi yatırım yapıp sermaye ayırmışlar. Devlet olarak kanun, nizam ve prensipler belirlemişler. Hukuk yapılarını bu işe müsait hale getirmişler.
Daha çok Ortadoğu'nun Müslümanlarını menfaatleri olmasa Avrupalılar göçmen olarak kabul etmezdi. Bize göre de öyledir. Göçmenlik misafirliğin ötesi bir durumdur. Atasözümüz ne der? “Misafir 10 bereketiyle gelir, birini yer dokuzunu bırakır.”
Bu göçlerden Oguz Kağan gibi Osman Gazi gibi bir medeniyet projesi çıkar mı? Sanmam. Fakat Hz. Yusuf gibi Aziz haline gelmek neden mümkün olmasın. “Onlardan alacağımız çok şey var onlara vereceğimiz de çok şey var.” Formül bu. Özümüzü korumak kaydıyla bu formül bizi nereye kadar götürürse biz de oraya kadar gideriz, Allah’ın izniyle!