Zaman Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici, ABD Kongresi’nde dünyadaki ulusötesi baskıları ve ABD’nin bu baskılara yönelik tepkisinin ele alındığı panelde konuştu.
Erdoğan hükümetinin ulusötesi baskıları için “Çin, İran ya da Küba’dan bahsetmiyoruz, NATO üyesi bir ülkeden bahsediyoruz ve bir NATO ülkesinin ulusal ve ulusötesi baskının önde gelen aktörleri arasında yer alması utanç verici” dedi.
ABD Kongresi Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu’nda konuşan Abdülhamit Bilici, konuşmasına Zaman gazetesine hukuksuz bir şekilde el konulmasını anlatarak başladı. Bilici, şunları söyledi: “Bir gazeteci olarak hem ulusal hem de ulusötesi baskıyı bizzat yaşadım. Türkiye’nin en büyük gazetesi olan Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeniydim. Erdoğan hükümeti darbe girişiminden beş ay önce Mart 2016’da gazetemi acımasızca bastı ve Temmuz 2016’da içlerinde TV’ler, gazeteler, radyolar, haber ajansları olan 200 eleştirel medya kuruluşuyla birlikte kapattı. Gazeteyi ele geçirdiklerinde yaptıkları ilk şey beni kovmak ve gazeteyi 24 saat içinde hükümet sözcüsüne dönüştüren bir editör atamak oldu. Ancak okuyucular protesto etti ve tiraj bir hafta içinde 1 milyondan 5 bine düştü. Bu tehditleri alırken ülkeyi terk etmek zorunda kaldım ve son 8 yıldır ABD’de sürgün bir gazeteci olarak yaşıyorum ve ailemi geçindirmek için Uber’de şoförlük yapıyorum. Bu süre zarfında medyaya yönelik baskılara karşı sesimi duyurmak için her fırsatı değerlendirdim ve ülkemde susturulan gazetecilerin ve zulüm gören insanların sesi olmaya çalıştım.”
DERİNLEŞEN BİR İNSAN HAKLARI KRİZİ YAŞANIYOR
Abdülhamit Bilici, ardından Erdoğan’ın ulusötesi baskılarına kendi yaşadıklarından örnekler verdi: “Bu fırsatlardan biri de Dayton (Ohio) Dünya İşleri Konseyi tarafından düzenlenen bir etkinlikti. Etkinliğe katılmadan birkaç gün önce, organizatörlerin Amerika’da yaşayan bir Erdoğan fanatiği tarafından etkinliği iptal etmeleri için tehdit edildiğini öğrendim. Ev sahiplerim etkinliği iptal etmeyecek kadar cesur davrandılar ancak ben Dayton’da polis koruması altında farklı etkinlikler arasında seyahat etmek zorunda kaldım. Ve bunlar Amerikan topraklarında oluyor. Emin olduğum şey Dayton’daki durumumun benzersiz ve en kötüsü olmadığıdır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun kolu yurtdışında on binlerce Türk vatandaşına ulaşırken, Türkiye özellikle 2016’daki darbe girişiminden bu yana, korumalarının başkent Washington’da protestoculara saldırması ve bunun yanına kar kalması da dahil olmak üzere, derinleşen bir insan hakları krizi yaşıyor.”
OKULLARI KAPATMAK İÇİN ÜLKELERE RÜŞVET VERİLDİ
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu’nda, Türk hükümetinin son 8 yılda 100’den fazla Türk vatandaşını zorla Türkiye’ye nakletmek ve onlara işkence etmek için diğer otoriter devletlerle giderek daha fazla koordinasyon kurduğunu belirttiğini hatırlatan Bilici, şu sözlerle devam etti: Türkiye’nin kampanyası liberal, solcu, Kürt kökenli tüm muhalifleri ve özellikle Hizmet/Gülen hareketine bağlı kişileri hedef almıştır. Bu hareket, Türk din adamı Fethullah Gülen’den ilham alan ve dünya çapında dinler arası diyalog ve eğitimi teşvik etmeye odaklanan, dünya çapında saygın bir inanç temelli sivil toplumdur. Ancak ne yazık ki hükümet bu hareketi terörist bir grup olarak etiketledi ve bu zulmün ana kurbanı haline getirdi. Türk istihbaratı Kenya’da öğretmenlik yapan Selahattin Gülen’i ve Kırgızistan’da öğretmenlik yapan Orhan İnandı’yı kaçırdı. Kaçırıldılar ve hapishanede işkenceyle karşılaştılar. Ve Sayın İnandı’nın kırık kollu fotoğraflarını Türk medyasında yayınladılar, utanmadan bunu dünyaya gösterdiler. En son Tacikistan’da iş insanı Koray Vural’ı kaçırdılar. Türkiye ayrıca 150’den fazla ülkede modern eğitim veren birçok başarılı okulu kapatmak için diğer ülkelere baskı yapıyor ve bazen rüşvet veriyor.”
ERDOĞAN, SÜRGÜNDEKİ GAZETECİLERE OPERASYON BAŞLATTI
Freedom House’un, 2014-2023 yılları arasında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 26 hükümet tarafından gazetecilere yönelik 112 ulus ötesi fiziksel baskı vakası kaydettiğini anımsatan Abdülhamit Bilici, “Türkiye’nin gazetecileri hapse atma konusunda dünya şampiyonları arasında yer aldığını biliyoruz, ancak Erdoğan hükümeti sürgündeki gazetecileri sindirmek için de bir operasyon başlattı” dedi.
Bilici, ardından gazetecilere yönelik baskılardan şu örnekleri anlattı: “Erdoğan ailesi tarafından işletilen ve yönetilen Sabah Gazetesi’nin sürgündeki gazetecileri takip etmek için özel muhabirleri bile var ve Türk casusluk teşkilatının desteğini alıyorlar. Son olarak İsveç’te sürgünde yaşayan ve Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini kabul etmek için sınır dışı etmesini istediği Bülent Keneş’i hedef aldılar. Avrupa başkentlerinde hedef alınan diğer gazeteciler Cevheri Güven, Abdullah Bozkurt, Amerika’da yaşayan Ekrem Dumanlı takip edilerek fotoğrafları çekildi ve kişisel, özel adreslerinin fotoğraflarını ifşa ettiler. Ahmet Dönmez İsveç’te yine saldırıya uğradı, Erk Acarer Almanya’da saldırıya uğradı, Adem Yavuz Arslan DC’de haber yaparken, gazetecilik görevini yaparken saldırıya uğradı. Bir başka sürgün gazeteci Levent Kenez de İsveç’te saldırıya uğradı. Şu anda ben de dahil olmak üzere sürgündeki gazetecilerin çoğunun fotoğrafları Türkiye İçişleri Bakanlığı’nın ‘terörden arananlar listesi’nde yer alıyor. İdeolojik olarak iki farklı gazetenin genel yayın yönetmeni olmamıza rağmen, ben ve şu anda Almanya’da sürgünde olan Can Dündar bu listede yan yana duruyoruz ve Erdoğan hükümeti tarafından başımıza ödül konuldu.”
MAGNİTSKY YASASI UYGULANMALI
Bu artan baskı ve zulümlere karşı ABD’nin ne yapabileceğine ilişkin görüşlerini de paylaşan Bilici, ABD Kongresi’nin ve yönetiminin, muhaliflere yönelik bu kaçırma ve sindirme eylemlerine katılan yetkililere karşı Küresel Magnitsky İnsan Hakları Hesap Verebilirlik Yasası’nı uygulayabileceğini kaydetti.
Bilici, şöyle devam etti: “Bence uzun bir tavsiye listesi var ama en önemlileri Kongre ve yönetimin muhaliflere yönelik bu kaçırma ve sindirme eylemlerine katılan yetkililere karşı Küresel Magnitsky İnsan Hakları Hesap Verebilirlik Yasası’nı uygulamasıdır. Ben burada konuştuğum sırada Türkiye’deki cezaevleri gazeteciler, muhalifler ve akademisyenlerle doludur. Kongre ve Yönetim tüm gücünü kullanarak bu kişilerin hapisten çıkmalarına ve demokratik haklarını ifade etmelerine yardımcı olmalıdır. Çok önemli olan bir başka şey de sürgündeki medya, sürgündeki gazeteciler hedef alınıyor çünkü onlar Türkiye’deki milyonlarca insan için önemli bir bilgi kaynağı oldular, çünkü Türk medyasının %90’ı Erdoğan’ın kontrolü altında, bu nedenle Erdoğan, Türkiye hükümeti sürgündeki gazetecileri hedef alıyor. Sosyal medya platformları YouTube gibi çok önemli bir rol oynuyor. Benim bir YouTube programım var ama Türkiye’de kısıtlı. Benim 200 binden fazla takipçisi olan bir Twitter hesabım var ama Türkiye’de engellenmiş durumda. Dolayısıyla Kongre ve yönetim, bu uluslararası ve Amerikan medya şirketlerine dünyanın dört bir yanındaki otoriter hükümetlerle iş birliği yapmamaları konusunda tavsiyelerde bulunabilir ve onları uyarabilir.”
BİR NATO ÜLKESİNİN ULUSÖTESİ BASKI AKTÖRLERİ ARASINDA YER ALMASI UTANÇ VERİCİ
Bilici, Türkiye’ye tepki gösterilmesinin önemini ise “Türkiye’nin demokrasiye geri dönmesine yardımcı olabileceğine ve otoriter ülkeler kulübüne daha fazla kaymasını önleyebileceğine inanıyorum. Öyle olmalı, çünkü Çin, İran ya da Küba’dan bahsetmiyoruz, NATO üyesi bir ülkeden bahsediyoruz ve bir NATO ülkesinin ulusal ve ulusötesi baskının önde gelen aktörleri arasında yer alması utanç verici” sözleriyle aktardı.
ABD Kongresi’ne göre 91 ülkede 38 hükûmet tarafından 854 doğrudan, fiziksel “ulus ötesi baskı” uygulanıyor. En fazla olay Çin’de yaşanırken, Türkiye, Mısır ve Ruanda da ilk on suçlu arasında yer alıyor.
PUTİN’E SES YÜKSELTİRKEN TÜRKİYE’YE SESSİZ KALINIYOR
Bilici, konuşmasında ABD yönetimine de eleştiriler getirdi: “Bence müttefikler ve düşmanlar için farklı standartlar olması demokrasi mesajının gücünü zayıflatıyor. Bir Dünya kamuoyu var. Putin bir muhalifi kaçırdığında ya da bir gazeteciyi hapse attığında yüksek sesle konuşuyorsunuz ama müttefikiniz Türkiye bunu yaptığında sessiz kalıyorsunuz, peki sizin ya da bizim dünyaya verdiğimiz izlenim ne olacak? Bu çok önemli. Bence müttefikler için, demokratik müttefikler hata yaptıklarında bunu söylemekten çekinmemelidirler.”
YATIŞTIRMAK İŞE YARAMIYOR
Bilici, ABD yönetiminin Erodğan yönetimine gösterdiği tepkileri de yetersiz bulduğunu dile getirdi: “Zorbaları yatıştırmak yardımcı olmuyor, bunu öğrenmemiz gerekirdi. 2013 yılında gazetemdeki muhabirlerimin ilk basın kartları iptal edildiğinde müttefiklerimizden hiçbir destek yoktu ve şimdi gazetecilerin, çok tanınmış, çok seçkin gazetecilerin başına ödüller konuyor. Sürgündeki gazeteciler hedef alınıyor ve saldırıya uğruyor. Düşünebiliyor musunuz, 2013-2023 arasındaki 10 yıl boyunca yatıştırmak işe yaramadı ve asla da yaramayacak. İşler daha da kötüye gidiyor. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiye bakıyorsunuz, Türkiye 2013’ten önce yükselen bir Müslüman demokrasi örneğiydi, sorumlu bir müttefikti. Ama şimdi Rusya’ya karşı yaptırımlar konusunda NATO’yu desteklemeyen ve bu kritik konuda pazarlık yapan bir ülke.”
MAGNİTSKY YASASI NEDİR?
Yasa ismini 2009 yılında Rusya’da gözaltındayken işkenceye maruz kalan, tıbbi müdahale talebini reddettiği gerekçesiyle hapisteki hücresinde ölü bulunduğu iddia edilen Hermitage Capital Management Fonu avukatlarından Sergey Magnitsky’den alıyor. Olayın ardından ABD ve Avrupa ülkeleri, Rusya’nın gözaltı süresince gerekli önlemleri almadığını savunarak sorumlu bürokratların cezalandırılmasını talep etti.
Bu doğrultuda 2012’de Magnitsky’nin adı verilen yasa Amerikan Kongresinden kabul edildi. Yasa, ABD Dışişleri ve Hazine bakanlıklarının ciddi insan hakları ihlallerinden sorumlu olduğuna inandığı Rus yetkililerin ABD’deki mal varlıklarını dondurma ve ABD’ye girişlerini yasaklama gibi bazı yaptırımlar uygulamasını öngörüyordu. 2016 yılında ise yasanın kapsamı genişletildi ve sadece Rusya odaklı bir yasa olmaktan çıkıp küresel boyut kazandı.
Programı aşağıdaki linkten canlı olarak izlemek de mümkün.