Safvet Senih / samanyoluhaber.com
Sular bulanmadan durulmaz… Kâinatta bir mücadele var. Kulak hırsızı şeytanların gaybdan haber çalma gayretlerine karşı onları meteorlarla taşlayan melekler var. Vücuttaki virüslerle çarpışan akyuvarlar mevcut… Kış ile savaşan kardelenler ve arkadan baharlar var. Süreçlerin fırtınalarının acımasızlığına direnen ve ayakta kalmaya çalışan yiğitler de elbette olacaktır.
Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi, “Geçiş Dönemleri Ve Kaoslar” başlıklı yazısında seneler önce şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Milletlerin hayatındaki her değişme ve yenilenmede, bir kısım tipi-boranla beraber BAHAR ESİNTİLERİ, ölüm ve inkıraz gürültüleriyle beraber DİRİLİŞ NÂRÂLARI, bedbinlik ve karamsarlık hırıltılarıyla beraber ÜMİT ÇIĞLIKLARI… En uğursuz çehrelerin yanında EN TEMİZ SÎMÂLAR, en pes hislerin yanında EN ULVÎ HEYECANLAR, en derme-çatma düşüncelerin yanında EN MUKADDES MEFKÛRELER hep içice olmuş ve beraber bulunmuştur.
“Şayet herhangi bir toplumu, insan bünyesine benzetecek olursak, hastalık yapan virüs ve mikroplarla, kanın her parçasında mevzilenmiş tamirci ve koruyucu unsurların kıyasıya mücadele ve muharebesi ve tabiî bu esnada hastanın hülya ve hezeyanları ne ise, toplumların var olma ve dirilme kavgası verdikleri dönemlerdeki kargaşa, anarşi ve ardı arkası kesilmeyen çalkantılar da aynı şeylerdir.
“Denebilir ki, hemen her geçiş dönemi, âdeta bir kısım acayipliklerin meşheri ve tersliklerin resmi geçidi olarak gelmiş ve kitleleri kendiyle meşgul edip öyle gitmiştir.
“Bu dönemlerde gösterdikleri canlılık ve çıkardıkları seslerle yabancılık soluyanların, davranışları ile başka dünyalara ait yaratıklar oldukları hissini uyaranların, hayatlarındaki bin bir tuhaflıklarla daha çok karnavalları hatırlatanların ve karma karışık bir anlayışın yontup şekillendirdiği muzip çehrelerin, ne olduğu belirsiz bir, ruh hâletinin, bütün bulanık yanlarını aksettiren şaşkın bakışların mebzuliyeti ölçüsünde; alabildiğine derin, alabildiğine duyarlı; inanç ve safvetiyle melekler gibi dupduru, irade ve azmiyle sıra dağlar gibi metin; içinde yaşadığı toplumla içli-dışlı ve her ferdin hukukunu saygılı; varlığın sinesindeki güzelliklere karşı hayranlıklarla dolu, sanatın ciddiyetine inanmış ve sanatla sonsuzluk adına mesajlar sunmasını bilen; heybet, saygı, nizam, terbiye ve nezaket gibi yüksek mefhumlarla serfiraz ruhlar da eksik olmamıştır.
“Evet kimilerin, gençliklerinin cinnet ve hezeyanlı, cismaniyetlerinin karanlık ve buhranlı zamanları; kimilerin, sağlam bünye, doğru düşünce ve ruh zerafetiyle adeta semavîleştiği ‘an’ları, kimlerin, olgunluğun zirvesinde bulunmalarına rağmen, her biri birer gayyâ, nefsâniliğinin çukurlarına düşe-kalka kâbuslu ve utandırıcı bir tükenişe doğru sürüklendikleri; kimilerin mutlak hakikata uyanmış duygularıyla, bura ve öteler arasında gelip giderek hayat kanaviçelerine yeni nakışlar ve yeni nakışlar içinde düşündürücü buudlar kazandırdıkları hep bu türlü istihâle dönemlerinde müşâhede edilen zıtlık ve tuhaflıklardandır.”
Bu isabetli tesbitleri içinden geçmekte olduğumuz süreçte karşılaştıklarımızla bir mukayese edersek, pek çok benzerlikleri fark ederiz… Nasıl olur da bu kadar uçurumlar olabilir? Eller üstünde tuttuğu, övmek için kelimeler bulamadığı zât için şimdi yerin dibine batırmak ve sövmek için en akıl almaz iftiralar uyduran şu kimse gerçekten ahsen-i takvim olarak yaratılan insan mıdır? Haysiyet ve şerefini nasıl bir anda bu kadar düşürebilir ve bu kadar ucuz harcayabilir? Hz. Celâleddin Rumî’nin dediği gibi, bunların yaptıklarından şeytan utanır… Meleklerin, hakikat-ı insan ulviyeti karşısında secdeye kapandıkları bir gerçek… Peki şimdi bunları işleyenler, bu ulvî hakikatın nesi oluyorlar?
Öbür taraftan her şeye rağmen gönül verdikleri yüce hakikatlar uğuruna, Allah’ın rızasına kilitlenip, adanmışlık ruhunun ihlası ile dünyaya ve bütün maddî menfaatlere meydan okuyan, bunun için de her türlü mahrumiyet, mazlumiyet ve mağduriyetlere katlanmayı göze alan yiğitlere ne demeli? Bunlar da meleklerin imrendiği, Cenab-ı Hakkın rızasına kilitliler değil mi? Peki bu mücahedenin sonu ne olur dersiniz?.. Hiç bunları ve bunların salih amellerini Cenab-ı Erhamürrahimin zâyi eder mi? Hiç etmemiş mi? Belli ki, bir şeyler için hazırlıyor… Eğitiyor… İmtihan kışlasında yer yer yerlerde süründürüyor… Yoruluncaya kadar koşturuyor… Üç metrelik İtalyan çukurlarına atıyor… Ama neticede, ellerine mânevî sertifikalarını verip yeni hizmet noktalarına tayin ediyor… Cihanın her yanına yayılacak muhabbet fedaileri olarak bunlar sevgiyi yayacaklar… Sulh-i umumînin temsilcileri olarak barış düşüncesini her yerde mayalamaya çalışacaklar… Yeryüzü kanla-irinle zulümle, haksızlıkla dolduktan sonra, bunları yıkayıp temizleyecek yiğitlerden haber verilmiyor mu? Göklerin ve yerlerin hazinelerini açacağı bir dönemin geleceği, açlık ve kıtlığın kalkacağı bir güzel zaman diliminin zuhur edeceği müjdelenmiyor mu? İşte onun habercileri…
İşte bütün insanlığın beklediği bu döneme ait yapılan hazırlığın ihlaslı ırgatları…