Fikret Kaplan - Samanyoluhaber.com
İyi ve kötünün bu hikayesinde… Sevgi ve düşmanlığın bugünkü mücadelesinde… Şeytan ve insanın benzeri pek görülmemiş bu oyununda bakalım gerçekleri görecek misiniz artık!
‘‘Yalan ne kadar büyükse, inananı o kadar çok olur! Bana vicdansız bir medya ver, sana şuursuz bir toplum vereyim’’ diyordu Goebbels.
Bu amaçla, birilerinin akıl oyuna kanarak yandaşa kesenin ağzını açmıştı. Ülkedeki her gazeteyi, her radyo yayınını ve her sosyal faaliyeti verdiği rüşvetlerle, yönlendirme yoluna gitmişti. Yandaş bir medya ve yalanlarla kurulu bir algı dünyası oluşturmuştu.
Goebbels, uzun süre, yazı ve konuşmalarıyla halkı bu algı psikolojisinde tutmaya devam etmişti.
İnsanlar, büyük bir soykırıma uğramış, her şeylerine el konulmuştu…
Ancak halk bir grup çılgının fantezilerine figüran olduğunu fark ettiğinde artık çok geçti.
Bir halkın, oluşturulan algılara ve büyük yalanlara ne kadar inanırsa, ödeyeceği bedelin de o derece büyük olacağının ibretiydi bu hadise…
Ve Hizmet insanlarına süreç boyunca yapılanın buna benzer bir algı olduğu… yalan üzerine kurulu bu algılarla masum insanların yok edilmeye çalışıldığı, soykırıma uğradığı anlatıldı…
Aslında samimi gönüllerin şahsında Allah’a, peygamberine ve manevi değerlere savaş açıldığı her fırsatta, her ortamda ve her platformda dile getirildi…
Bütün dünya ayağa kalktı:
‘Bu bir zulümdür, soykırımdır, hak ve hukuk tanımayanların keyfi muamelesidir… Ellerine kötü niyetle bıçak dahi almamış sevgi insanlarının darbeyle, terörle asla bir bağlantısı yok!’ dedikleri halde yine birkaç insanın algı oyununa kandınız.
Belki de kanmak istediniz…
Ama bu soykırıma gözünüzü kapatsanız da kulaklarınızı tıkasanız da işte şimdi akıl hocalarınız megafonla haykırıyor… Neye ortak olduğunuzu, kimin arkasına takıldığınızı görün… Peygamberin (sav) nam-ı celili’ni her tarafta dalgalandırmaya çalışanlara karşı Şeytanın sancağı altında toplandığınızı görün de ibret alın!
Bakın ortağı olduğunuz Ahzab Ordusu’ndaki akıl hocalarınız nasıl zafer naraları atıyor:
“Bu, (yani yapılan bunca zulüm) Türkiye tarihinin, Cumhuriyet tarihinin gördüğü en köklü, en kapsamlı irtica (yani dinin) tasfiyesidir. Cemaatlerin, tarikatların Türkiye’de var olamayacağını, cemaatlerle, tarikatlarla çağdaş bir toplum kuramayacağımızı gösterdi.” (HaberTürk, Türkiye’nin Nabzı, 3.9.18) diyor.
Çağdaş bir toplum kurmak… demokrasi… hürriyet… hak-hukuk… hep hikaye aslında onlar için…
Ülkede kinin, nefretin, gayzın, öfkenin güdümünde vahşetten vahşete koşmak tek arzuları… Sevgiye, hoşgörüye uzanan köprüleri yıkıp yolları yürünmez hale getirmek… İnanca savaş açmak… insani değerleri yok etmek!
Üstelik bunu sözde kendilerine Mümin diyen insanların elleriyle yapmaları ise onlar için ve avenesi oldukları İblis için de büyük bir zafer…
İyi ve kötünün bu hikayesinde…
Sevgi ve düşmanlığın bugünkü mücadelesinde…
Şeytan ve insanın benzeri pek görülmemiş bu oyununda bakalım gerçekleri görecek misiniz artık!
‘Hizmet insanlarını biz terörist ilan ettik!’ diyorlar açık açık…
‘Biz böyle bir örgüt olmasını düşündük!’ diye beyanat veriyorlar gazetelere…
Yani ‘bütün o darbeleri, oyunları bir tezgahladık!’ diyorlar…
Duyuyor musunuz… okuyor musunuz ey kalabalıklar!... Aldatıldınız!
Ve ne mutlu o garip Hizmet insanlarına ki bütün bu oyunlara takılıp kalmadılar. Hapishanelere, zindanlara mahkum edildiler; ama uğrunda ölecekleri kutsal düşüncelerine halel getirmediler. Haksızlık karşısında eğilip bükülmediler. Bir menfaate alınıp satılmadılar.
Onlar ki, kendi kurtuluşları kadar şu kendilerine zulmedenlerin evlatları için de kurtuluş yolu arıyorlar. Ne kadar sevgi dolu yürekler ki her şeye rağmen Bediüzzaman gibi hapishane pencerelerinden ülkenin evlatları için gözyaşı döküyorlar!
Ve ne mutlu onlara ki, o Büyük Adam:
‘Kardeşlerim! Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarımda firdevs meyveleri gibi hoştur, kıymetlidir. Benim sizler hakkında büyük ümitlerimi ve dâvâlarımı tasdik ve tahkik ettiği gibi, tesanüdün kuvvetini pek güzel gösterdi.’ diyerek onları övüyor. (Şuâlar, On Üçüncü Şuâ)
Ve ne bahtiyar o insanlar ki kader onlara bir vazife taksimi yapmış. O hapishane penceresinde olmayan diğer kardeşleri, evlerine dönmeyen o yüz binlerce sahabeler gibi gittikleri yerlerde toprağın bağrına düşüp oraları yeşertmek için hicret yollarına düşmüşler…
Hazan mevsiminde olduğu gibi yaprak yaprak dökülüşün, çiçek çiçek soluşun arkasından yeniden varoluşun kapısında duruyor o yiğit Hizmet erleri. Kaybettikleri mallarından, gençliklerinden, makamlarından müteessir değiller. Sonsuza ermedeki hazzı kavramış olduklarından hallerine şükrediyorlar. Bu ağır süreç onlarda ebedi aleme karşı ciddi bir iştiyak uyandırmış.
Geride, o hapishane pencerelerinde kalan arkadaşlarına karşı çok merhametli, şefkatli ve vefalı bunlar. Bütün insanlığı himmetleri yapmanın sevdasıyla gurbete çıkmışlar. Gerektiğinde sevdaları için arzularını yüreklerine bastırmasını bilen gönüllüler onlar.
Sarsılmaz, yılmaz, dönmez, şefkat ve merhamet abidesi insanlar. Elleri tek bir şey için işliyor, kafaları tek bir şey için çalışıyor, ayakları tek bir şey için yürüyor… koşuyor: İnsanlığın huzur ve bekası…
Onları hala anlamayanlar… yalanla, iftirayla, kin ve nefretle, bu iman abidelerini yok etme hevesine kapılanlar... Bir gülü, bir çiçeği soldurmakla bahara engel olacaklarını zannedenler aldanıyorlar. Ve bu aldanmayla sizi de kandırıyorlar…
Firavunlar, Nemrudlar… Ebu Cehiller…Abdullah İbni Selüller de:
‘Bu dinin kökünü kazdık… onları yok ettik!’ diyorlardı.
Ama.. Allah’ın yanında olduğu, zahîr bulunduğu bir meseleyi, dünyanın bütün şeytanları toplansa, O’nun izni, müsaadesi olmadan engelleyemezler… engelleyemediler. Güzel insanlar belki sarsıldı; ama asla devrilmedi… zaten onlar için hayat sadece bu dünya hayatından ibaret değildi ki devrilip yok olsunlar…
Bu sevdaya kelepçe vurulamaz...
Zincirlenemez bu sevgi…
Mahpuslarda yok edilemez bu aşk…
Sığmaz parmaklıklar arkasına bu dava…
Bu sevdaya savaş açanlara, Bediüzzaman Hazretleri cevap veriyor:
‘Risale-i Nur’a mücadele edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlûp edemezsiniz. Mücadelede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirtlerini dağıtamazsınız. Çünkü Kur’ân hakikatlerinin muhafazası yolunda kırk-elli milyon şehit veren bu vatandaki geçmiş ecdatlarımızın torunlarına bu zamanda Kur’ân hakikatlerinin muhafazası ve Âlem-i İslâm’ın nazarında eskisi gibi dindarâne kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zâhiren çekilseler de o hâlis şakirtler, ruh u canıyla o hakikate bağlıdırlar…’
Hangi kanunla, hangi vicdanla, hangi amaçla, hangi suçla masum insanları ağır ceza ve pek ağır ihanetler ve tecritlerle mahkûm ettiniz şimdi anlıyor musunuz? Kulak veriyor musunuz?
Akıl hocalarınız açıklıyor her şeyi…
Neye ortak olduğunuz, kimin peşinden gittiğiniz…elbette haşirdeki büyük mahkemede sizden sorulacak.’
‘Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri!’ (Haşr Suresi, 2)