Fikret Kaplan- Samanyoluhaber.com
#AyşeÖzdoğanaÖzgürlük
Samimi insanlar için sonu gelmiyor bir türlü ızdırabın...hüznün ve kederin… Dertleri bitmiyor, acıları dinmek bilmiyor…
Bir gün geçmiyor ki aldıkları haberlerle… maruz kaldıkları sıkıntılarla boyunları bükülmesin, yanaklarından domur domur gözyaşı dökülmesin.
Mazlumiyetleri ve mağduriyetleri başka devirlerle kıyaslanamayacak hüzünlerle dolu…
Mehmet Akif Ersoy günümüzde yaşasaydı masum insanlara yapılan zulümler için ne derdi bilmiyorum… Ama en hafif şekliyle bu zulmü reva görenleri yine ‘Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta…’ ifadeleriyle tarif edeceği muhakkaktı… Her ne kadar bu sözcükler yapılan soykırımın şiddetini ve kinini tam yansıtmasa bile…
Samimi insanlar bu haksızlıkları #AyşeÖzdoğanaÖzgürlük diye duyurmaya çalışıyorlar dünyaya…
‘Bu bir zulümdür, soykırımdır, hak ve hukuk tanımayanların keyfi muamelesidir…’
Ben de kara kara düşünüyorum… Nasıl elimi uzatabilirim? Nasıl anlatabilirim böyle büyük bir zulmü? Bilmiyorum… Tarif etmeye yetmiyor kelimeler… Aciz kalıyor kalem… Dökemiyorum bu hüznü kalıplara. İçteki üzüntü daha bir büyüyor, şiddetleniyor. Birkaç damla yaş akıyor gözlerden… Ama…yetmiyor... yetmiyor…
Bediüzzaman ifadesiyle istikbalde gelecek nefret ve hakaretten sakınmak için, yani “Tüh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman tükürüklerin yüzümüze gelmemesi için günümüzün merhamet hissini kaybetmiş vicdansızlarının, dilsiz şeytan kesilen dindarlarının dikkatlerini çekmek için bir arzuhal yazmak istiyorum. Mahşerdeki o Büyük Mahkeme’ye sunmak istiyorum bu hüzünlü dilekçemi…
Hümanistim, insan hakları savunucuyum…her şeyden önce bir kalp sahibiyim diyen insanların sağır kulakları çınlasın!
Isparta’da Hizmet’e ait bir yurtta idarecilik yaptı diye 9 yıl 4 ay hapse mahkum edilen 4. evre kanser hastası Ayşe Özdoğan’ın sesi ulaşmıyor vicdansız ve insafsız kalplere….
“Rahatsızlığım nedeniyle bakıma muhtaç haldeyim. Birçok şeyi 7 yaşındaki oğlumdan istiyorum. 2,5 yıldır eşim tutuklu, 75 yaşında alzheimer babam var. Annemin de kanser olduğunu öğrendim. O da hastaneye yattı. Ortada kaldık! Ben bugün annem hastaneye gidince pişmiş yemeği ısıtıp, çocuğumun önüne koyamadım.” diyordu zindana atılmadan önce…
İki yıldır kanser hastalığıyla savaşıyor. Ağır ameliyatlar geçiriyor. Yüzünün sol tarafındaki kemikler tamamen alınıyor. Sol çenesinin altında oluşan boşluk, bacağından alınan kemikle dolduruluyor. Hastalık 4. evreye çoktan ulaşmış. Yürümekte zorlanıyor, yediği yemekler burnundan geliyor, konuşmak bile kendisi için zulüm. Yüzünü öne doğru bile eğemediğini anlatıyor. 8 yaşındaki çocuğunun önüne annesinin pişirdiği bir yemeği bile ısıtıp koyamadığını söylerken ağlıyor.
Ancak derdi bunlarla sınırlı değil… Eşi öğretmen İlker Özdoğan 2,5 yıldır tutuklu. 75 yaşındaki babası alzheimer. 8 yaşındaki oğlunun kalbinde sorun var. Babasının yokluğunda oğlunun psikolojisinin de bozulduğunu anlatıyor. Kendisinin durumu nedeniyle küçük çocuk iyice içine kapanmış…
Ama kulaklar hala duymuyor bunları… gözler kör olmuş sanki. Vicdanlar taşlaşmış… Bu kadıncağız ille de hapse girmeli… ve giriyor…
Bu masum insanın çaresizlik içinde erimesi, gözyaşlarının ceyhun olması, yüreğinin dağlanması, eşinin, annesinin ağlayıp dövünmesi… yavrusunun yanması merhamet hislerini harekete geçirmiyor, birazcık olsun kalpleri insafa sevketmiyor. Vicdanı ölmemiş bir insanı ızdıraptan kıvrım kıvrım kıvrandıracak bu kötülükler bir tiyatro sahnesiymiş gibi izleniyor.
Birbirinden koparılan bu annenin ve evladının…eşinin iniltileri arşı titretir hale gelmiş... Sesler hıçkırığa dönmüş, sevinçler sinelerde boğulmuş ve her yanda çığlık çığlık kederin nağmeleri duyuluyor... İnsan hakları çiğneniyor, evrensel değerler ayaklar altına alınıyor ve adeta bu masumlara kan kusturuluyor. Gözaltında, hastalık pençesinde, karanlık odalarda göklere yükselen ah u efgânı tartacak bir kantar mevcut değil yeryüzünde.
Ayşe Özdoğan, cezasının infazının ertelenmesi için aylardır çırpınıyor. Ama ne yazık ki… ne yazık ki… insafa beton dökülmüş… yakılıp külleri savrulmuş... Evinin kapısı 6 polis tarafından basılıyor:
“Biz evde dururken evimize sanki bir yere kaçacakmışım gibi 6 tane polis geldi beni almaya. Savcı Antalya Eğitim Araştırma’nın verdiği ‘cezaevinde kalamaz, seyahat edemez’ raporunu yeterli görmüyor ve İstanbul’a gitmem gerektiğini söylüyor. Gelen polislere anlattık. “Bizim yapacağımız bir şey yok.” deyip beni Denizli’de bir hastaneye götürdüler. Oradaki hastane de “Yola çıkamaz” raporu verdi…”
Ama masum insanlara duyulan bu kinin önüne geçemiyor hastalık da, rapor da… hak, hukuk ve adalet de…
Aylardır infazının ertelenmesi için hastane kapılarında bekletilen 4. evre kanser hastası Ayşe Özdoğan’ın cezasının ertelenmesi talebi reddediliyor. 10 polis Ayşe Özdoğan’ı almak için evine geliyor. Ailenin itirazını dinlemeyen polisler, Özdoğan’ı alıp cezaevine götürüyor...
Bu masum hanımefendi ve onun gibi yüzbinlerce masum insan, zindanda kat kat daha fazlasıyla soykırım yaşasın, çile çeksin ve inlesin isteniyor…
Ayşe Özdoğan’ı alın ve onun gibi yüzbinlerce anneyi hayal edin… ve yıllardır parmaklıklar arkasında, hücre hapsinde hem kendisinin hem evlatlarının hem anne ve babasının derdini hem de eşinin çektiği ağır zulümleri, sıkıntıları yüklenen binlerce mağdur anneyi düşünün…
Eşinden koparılan… hapse atılan… çocuklarını kaybeden… onlardan ayrı düşen… Hazreti Hacer misali, binlerce mazlum ve mağdur anne…’ Boykot yıllarında olduğu gibi hem çeken, inleyen.. hem de evlatlarının ızdırabını yüklenen binlerce Hatice…
Kırk veya elli yıl hiçbir adli soruşturma geçirmemiş o masum kadınlar, kermes yapan ev kadınları, mağdura, mazluma sahip çıkan o şefkat abideleri…
Devletin bizzat izin verip teşvik ettiği bir yurtta çalıştı diye nasıl oldu da bir gecede Ayşa Özdoğan’ı terörist ilan edildi..?
Halsizlik, ağrı ve baş dönmesi sonucu yürüme ve konuşma güçlüğü çeken Ayşe Özdoğan, ancak damağına takılan protezle konuşabiliyor.
Yakalandığı ölümcül ve ağır seyreden hastalığına rağmen ameliyatından kısa süre sonra mahkemeye çıkarılan ve ilk duruşmada tutuklanan Özdoğan, tutuklanma öncesi Euronews’e konuşurken:
“Sesimi kimseye duyuramadım. Can çekişen bir kedi, bir köpek kadar sesimi duyan olmadı.” diye konuşuyor.
‘Ölmek istemiyorum, sesimi duyun’ diyen hayat dolu bir insanı o kadar bezdirdiniz ki artık o:
‘Şimdi azrail bana gelse ve ‘hadi gidiyoruz Ayşe’ dese vallahi sevinçle giderim’ diyor…
Bugün nasıl kaydediyorsak bu zulümleri tarih de…melekler de… zihinler de… geleceğin nesli çocuklar da kaydediyor. Yarın çocuklarınızın yüzüne bakamayacak duruma gelirseniz hiç şaşırmayın… En iyisi mi gelin artık bu zulme ortak olmayın…
“Zulm ile âbâd olanın, âhiri berbâd olur!” denmiştir ki, tarih, bunun yüzlerce misali ile doludur. Dahası iğneden ipliğe her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var ki, o gün, vay haline o zalimlerin!..