Eserlerde, “Her şey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir.” deniyor. Dış yüzleri açısından çirkin görünen zulüm ve tazyikler de nazar-ı itibara alınırsa, bu sözün şerhini lütfeder misiniz?
Muhterem Hocamız, varlığa erme, insan olma, İslam’la şereflenme gibi güzelliklerin yanı sıra ahir zamanda Efendimiz’in “kardeşlerim” hitabına mazhar olunabilecek bir yolda bulunmanın da güzelliğine temas ederek sözlerine başladı.
“Kardeşlerim” hitabına mazhar olanların en önemli vasıflarının “ıslah” olduğunu belirten Hocaefendi, ekser insanların bozgunculuk yaptıkları bir dönemde, onların canlarını dişlerine takarak ıslah hareketi arkasında koşacaklarını anlattı. Islahın açılımında, “Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedakârlıklarda bulunarak sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Sulh hayırdır (elbette daha hayırlıdır.)” mealindeki (Nisâ, 4/128) ayet-i kerimenin her zaman için sulh yolunu gösterdiğini; ayetin belli bir hadise ile alâkalı olmasının, onun mânâ ve kapsamının da hususi kalmasını gerektirmeyeceğini; İslam’da sulhun esas ve “Sulh mahza hayırdır” ilkesinin umûmî olduğunu vurguladı.
Bir kısım meşakkatleri bulunsa da ibadetlerin de çok güzel olduğunu söyleyen Hocamız, hususiyle namaz üzerinde durdu; “Namazın dindeki yeri, başın bedendeki yeri gibidir.” hadis-i şerifini hatırlattı.
Bela ve musibetlerin neticeleri itibarıyla güzel olduğunu, zira onlar vesilesiyle insanların günahlarından temizlendiklerini, arındıklarını ve terakki ettiklerini anlattı. Ayrıca, musibetlerin tembih edici olduğuna, mesela kendi ülkemizde yaşadığımız problemlerin dünya çapındaki bir kısım olumsuzluklar konusunda teyakkuz, temkin ve alternatif oluşumlar duygusu hâsıl ettiğine dikkat çekti. Şöyle dedi:
“Belalar ve musibetler, başa inip kalkan balyozlar, gıybetler, iftiralar… diyenleri, edenleri, yapanları, planlayanları, tekrar edenleri batırsa bile sizi tembih ediyor ve kaldırıyor demektir.. sizi uyarıyor ve daha büyük dâhiyeleri (belaları) aşabilecek hale getiriyor, deha duygunuzu inkişaf ettiriyor demektir. Bunlar da neticeleri itibarıyla güzeldir.”
Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabrın da pek zor ama vaad ettikleri ve neticeleri itibarıyla çok güzel olduğuna değinen Hocamız şunları söyledi:
“Bir atasözü gibi, ‘el-İntizâr eşeddü mine’n-nâr’ derler. Yani, bazı şeyleri beklemek ateşte cayır cayır yanmaktan daha acıdır. Milletin aklı ne zaman başına gelir? Bu millet ne zaman ‘Kendimiz olalım!’ der? Ne zaman bir yönüyle Raşid Halifeler ve Sahabiler gibi olma mülahazasına yönelir?. Ne zaman -iyi dönemi itibarıyla- Osmanlı mülahazasına yönelir; kendi olmaya, ruh ve mana köklerine yönelir? İntizar.. bunu bekliyorsunuz!. Allah insan olarak yaratmış, mantık muhakeme vermiş, o dönüşümü sağlayabilecek donanımla göndermiş. Bekliyorsunuz, intizar ediyorsunuz. ‘Ne zaman?’ diyorsunuz. Vakt-i merhunu intizar ve o mevzuda sabır, dış yüzü itibarıyla ızdıraplıdır; fakat bu ızdırap öyle bir duadır ki, Süfyân b. Uyeyne hazretlerinin ifadesiyle, ‘Allah bazen, muzdarip bir kalbin ağlamasıyla bütün bir ümmete merhamet buyurur!’ Allah gönüllerinize derin ızdırap saçsın. Hal-i âlemin genel durumunu, umumî manzarayı, hususiyle milletimizin maruz kaldığı umumi manzarayı müşahede ederken ızdırap duyma enginliğine ulaştırsın.”
Samimiyet ve içtenlikle Rabbine el açıp yönelen herkesin, teveccühüne teveccühle karşılık verildiğini hemen her zaman vicdanında duyabileceğini; bununla beraber, Cenâb-ı Hakk’ın muztar (çaresiz) durumdaki insanlara yardımının çok daha açıktan cereyan ettiğini belirten ve “Izdırap duymak ızdırarın da yoludur.” diyen Hocamız sözlerine şöyle devam etti:
“El açıp şuursuzca beş saat dua edeceğinize bazen bir dakika ızdırap içinde kıvranmanız Hak katında daha makbul olabilir. Nitekim İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bazı ehl-i hakikat demişler ki: ‘Bir ân-ı seyyale vücud-u münevver, milyon sene vücud-u ebtere müreccahtır.’ Meseleyi bu açıdan değerlendirebilirsiniz.”
Sohbetinin sonunda Cenâb-ı Hak ile irtibat konusunda tembihte bulunan Hocaefendi şunları söyledi:
“Keşke her gün hepimiz birer cüz Kur’an okuyabilsek!.. Allah bu kadar hizmete muvaffak kılınca vacip olmaz mı her gün üç saat dua etmek?!. Ne kaybınız olur? Uyuyuncaya kadar yatakta bile geçerlidir. Kur’an’da ‘Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder.’ buyuruluyor. Allah’ın bunca lütfuna mazhar olan insan!.. Bir taraftan değişik muvaffakiyetler ihsan etmiş ki devlet yapamıyor. Hatta yapılan şeyleri yıkmaya çalışıyor, yıkamıyor bile. Her gün bir yerde dinamit patlatıyor fakat yıkılmıyor. Bu, Allah’ın size çok büyük bir lütfu. Böyle bir lütuf karşısında -rica ederim- her gün Kur’an-ı Kerim’den bir cüz okumazsak O’na karşı vefasızlık olmaz m? Lâakal her gün bir iki saat duaya vakit ayırmazsak O’na karşı vefasızlık olmaz mı?”