Üniversite kapılarına dikilen güvenlik görevlileri o gün bugün rejimi korumaya devam ediyor!
Allah var, görevlerini hakkıyla yapıyorlar. Tek bir başörtülüyü içeriye almayarak gösterdikleri “başarı” takdire şayan!
Onca sene kapıda bekleyip başörtülüyle başörtüsüzü ayırt etmek gibi “zor bir görevi” ifa etmek ve başörtülülere “
yasak kardeşim giremezsin” demek, devletin bu konudaki gücünü ve problemi ilanihaye çözmekte kararlı olduğunu gösteren çok açık bir nişane!
Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararı da çok umursamıyorum. Özgürlük getirmeyen hiçbir
kanuni düzenlemenin ve kararın bu ülkeye fayda sağladığını görmediğim için bunu söylüyorum.
Başörtüsü kararı halktan rejimi koruyan suçluyu değil düşünceyi cezalandıran bir yaklaşım.
Çözüm değil çözümsüzlüğün devamı.
Haksızlık yapıyor olabilirim. Ama ne zaman üniversite kapısında başörtüsünü çıkaran ya da “başımı açmaktansa girmem” diyerek evinin yolunu tutan bir kız görsem;
Hırsıza benziyor diye karakolda falakaya alınmış garibanlar aklıma geliyor.( İşin vahimi ortada suçlu yok!)
Başörtülü kızların yıllardır, “suçluyu bulmaktan aciz zabitlerden” hırsızın yerine dayak yiyip durduklarını düşünmekten alamıyorum kendimi.
“İnsanlar ne giyerse giysin tayfasından olan ben”,
türban ( Ben küçükken adı başörtüydü. ) yasağını “istikrarla” uygulayanların siyasi ve hukuki gerekçelerine eyvallah diyebilirim. Ama
adaletten bahsetmek…
Yahu okumuş yazmış “laikçi zevat”, her şeye tamam da adaletten bahsetmek biraz toplumun zekasıyla alay etmek olmuyor mu?
İzah edeyim;
Amerika’da suça karışanlar büyük oranda
siyahlar. Siyahların en çok yaşadığı yer “Harlem.” Bu problem karşısında aklıevvelin biri çıkıp şöyle dese olur mu?
Arkadaşlar, gelin Harlem’in etrafına
duvar örelim ve siyahların hepsini buraya koyalım.
Nasıl çözüm ama! Böyle adalet olmaz mı?
Amerika’da olur olmaz onu bilmem. Ama benim ülkemde birileri bunu hem uyguluyor hem de hararetle savunuyor.
Türkiye’de başörtüsü konusunda yıllardır bu basit önermeyle anlatılan adil olmayan yaklaşım “derde deva” diye sunuluyor.
Başörtüsünün kamusal alanda ve özellikle de üniversitelerde yasak olmasını savunan kerli ferli adamların sığındığı nokta, Türkiye’de belli bir kesimin başörtüsünü siyasi simge olarak kullanması. Bu iddia aynı zamanda şu anlamada gelmez mi ey insanlar; Türkiye’de belli bir kesim başörtüsünü siyasi simge olarak kullanmıyor.
Birilerinin kullandığını iddia etmek başka birilerinin kullanmadığını
itiraf etmektir, değil mi?
İşte zurnanın zırt dediği yer burası;
Derisi siyah olanların tamamını Harlem’e doldurup etrafına duvar örmekle, üniversite eğitimi almak isteyen başörtülü kızları üniversite duvarlarının dışında tutmak arasında hiçbir fark yok. Her iki durumda da “toptan cezalandırma” mantığı işliyor.
Yani neymiş; Olmaz demek olanın önüne geçebileceğimiz anlamına gelmiyormuş!
Şimdi soruyorum;
Başörtülüleri hırsıza benziyor diye karakolda falakaya alınmış garibanlara benzetmekte haksız mıyım?
Başörtülüler yıllardır, “suçluyu bulmaktan aciz zabitlerden” hırsızın yerine dayak yemiyorlar mı?
“Yasağın sahipleri” aslında acı bir itirafta bulunuyor; “Adaleti sağlama adına elimizden gelen bu daha fazla bir şey yapamıyoruz”
“Toptan cezalandırma” mantığı bizi güçlü yapmıyor. Bu “zaafın” tescili.
Adalet masum olanın hakkını korumak için “suçluyu” cezalandırır suçluya benzeyeni değil.
Velhasıl kelam; Hırsız bana benziyorsa bana ne kardeşim, gidin suçluyu bulun!