FARUK MERCAN
Cuma namazını eda etmek üzere mescide girdiğimizde cemaat, hoparlörden yayınlanan vaazı dinliyordu. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Izmir Bornova vaazlarından…
Çok güzel bir uygulama ile, Cuma namazından önce yayınlanan bu vaazlarla, mescide erken gelenler, namaz öncesinde bir vaaz dinlemiş oluyorlar. Bu vaazlara “herkul.org”dan da ulaşmak mümkün.
Tam mescide girdiğimde Hocaefendi vaazda, Habeşistan’a göç eden kadın sahabelerden biriyle alakalı bir hadise anlatıyordu. Bu kadın sahabenin ismi Ümmü Kays… Medine’ye gelince Medine’de doğan oğlunun ismi “Kays” olduğundan dolayı “Kays’ın annesi” manasına bu ismi almış.
Ümmü Kays, Habeşistan’dan Medin’ye geldiginde; Mekke’deki bir sahabi, onunla evlenmek için Mekke’den Medine’ye göç ediyor. Bunun üzerine ona “Ümmü Kays’ın muhaciri” deniliyor. Ama İslam kaynakları, bu sahabenin ismini açıktan vermiyor, Hocaefendi bunu ayrı bir hassasiyet olarak vaazda ifade ediyor.
O sahabiye Ümmü Kays’ın muhaciri denilmesinin sebebi, hicretindeki niyet… Nitekim Peygamber Efendimiz (a.s) şöyle buyuruyor: “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resulü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resul’ünedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.”
Bu aynı zamanda İmam Buhari’nin naklettiği birinci hadis… Bu hadisi nakleden kişi Hazret-i Ömer. Bu hadisi Hazret-i Ömer hutbede okuyor ve oradan nakille İmam Buhari’nin hadis külliyatının birinci hadisi unvanını alıyor.
Mescide Hoacefendi’nin gelmesi ile önce Cuma hutbesini dinliyoruz. Hutbenin konusu “Pişmanlıklar Kuşağı” idi. Ömür sermayesi bitmeye doğru gelince insanlarda uyanan “Keşke” seslerini anlatıyordu hutbe… Kur’an; mahşer gününde de insanların bu pişmanlığı ifade edeceğini belirtiyor. O yüzden mahşer gününün Kur’an-ı Kerim’deki isimlerinden biri “aldanma günü” … Hoceefendi’nin Süleymaniye vaazlarından biri münhasıran Teğabün suresindeki bu ayetle alakalı idi, yağmurlu bir günde içerisi tıklım tıklım dolu olduğundan dolayı cami avlusunda dinlemiştim o vaazı… Kıyamet’in Kur’an’daki bir diğer ismi “ayırma günü”; salih amel sahipleri ile diğerlerinin birbirlerinden ayrıldıkları, herkesin ameli ile yüzleştiği gün manasına…
Hutbede şöyle deniliyordu:
“Arkada bıraktığı günlere bakıp da pişmanlık duymayacak az insan vardır… En alttakiler onların da altındakiler, en üsttekiler onların da üstündekiler, bir gün mutlaka, ettiklerine nâdim olup ağlayacaklardır!.. Ne var ki, o günkü ahu enîn ve çığlıklar hiçbir işe yaramayacaktır… Bütün bir hayat boyu, kayda değer hiçbir iş yapamamış, hiçbir fedakârlığa katlanamamış ve koskoca ömür sermayesini zâyi etmiş kimselerin de pişmanlıklarla inleyip şaşkın şaşkın sağa sola tosladıkları görülecektir… Yarınlar, acı-tatlı her türlü semeresiyle bugünün bağrında gelişip hazırlanmaktadır.”
Cuma gününü bu feyizli ve bereketli mekânda geçirdikten sonra pazar günü de bir grup kıymetli gazeteci arkadaşımızla birlikte yine Hocaefendi’yi ziyaret ettik. Bir arkadaşımız Türkiye’nin mevcut durumunun insanlarda ümitsizliğe sebebiyet verdiğini, değişim emaresi görmeyen bazı insanlarda mevcut durumu kabullenme düşüncesi ortaya çıktığını ifade etti. Bir manada, anormal her şeyi sanki normalmiş gibi kabul etme ve gayret gösterme duygusunu, heyecanını kaybetme durumu…
Bunun üzerine Hocaefendi; Hizmet insanlarının vakitlerini yarınlara matuf hizmetlere, uzun vadeli projelere teksif etmelerini tavsiye ederek şunları söyledi: “Kendi ümit kaynaklarımızı kırmayalım. Ümidi kıracak şeylere girmemek, kendi dünyamızla meşgul olmak, şu anda yapılabilecek şeyleri yapmak lazım.”
Hocaefendi ile görüşmemizden sonra bu mekânda yıllardan beri tuttuğum notlara baktım. Hocaefendi, en zor zamanlarda hep aynı şeyleri söylemiş. Hep Rabbi’ne olan tevekkülünü, ümidini seslendirmiş ve yapılacak gayretlerin Allah’ın izniyle mutlaka semere vereceğini ifade etmiş.
Bu dönemin “muhacirleri” inşallah niyetlerinin sevabına nail oldular; onlara kucak açan kardeşleri de inşallah “ensar” ünvanına sahip oldular. Ama daha yapacak çok işimiz var, daha sarılacak çok yaramız var, daha sahip çıkmamız gereken epey insan var.
Hususiyle bu dönemin gençleri için yapılacak gayretler var. Hocaefendi yıllar önce şöyle diyor:
“Evvela Hazret-i Ali’ye ait şu müthiş tespiti okuyalım, şöyle buyuruyor: “Çocuklarınızı sizden sonraki dönem için yetiştirin.” İşte hadiselerin önünde yürümek için gerekli olan en önemli reçete… Hayat, hali (bugünü) değil istikbali yaşayanlar için bir mana ifade eder. Bunun için de mutlaka uzun vadeli projeler üretmek zorundayız. Günü geçirme anlayışı çare değildir; hatta uzun vadeli hakiki çarelere mâni olması yönüyle zararlı bile sayılabilir…
Ben yıllardan beri bu davaya sahip çıkacak insanların gençlerden teşekkül etmesi için Rabbime dua, dua yalvardım yakardım ve halen yalvarmaya devam ediyorum. Çünkü Hazret-i Ömer’e isnat edilen bir söze göre; genç insanı olmayan bir davanın ayakta durması mümkün değildir. Onun için hepimiz ve hepiniz Cenabı Hakk’a yönelerek davayı omuzlayacak ve sonuna kadar götürecek genç insanları ihsan buyurmasını istemeli ve dua, dua yalvarmalıyız. Ayrıca kavli duanın yanında duygu ve düşünce bazında da bu düşünceyi diri ve canlı tutmanın, yani beklentiler içinde bulunmanın Allah katında çok müessir bir dua olduğuna inanıyorum. Yatarken kalkarken; yerken içerken, hatta rüya ve hülyalarımıza varıncaya kadar “Allah’ım gençler, genç dava adamları” diye düşünmek bence çok önemlidir…
Üstat Bediüzzaman Hazretleri davayı sahiplenen bunca genci bir arada görmediği halde o fecrin emarelerinin göründüğünü söyler. O Büyük Çilekeş, etrafında 20 adam olduğu dönemde “Kardeşlerim küfrün ve ilhadın bel kemiği kırılmıştır” der. Bediüzzaman’ın etrafında hale (halka) olan insanlar gençlerdendir. Hulusi Efendi, Hüsrev Efendi, Hafız Tevfik Efendi ve daha niceleri onunla tanıştıklarında 25-30 yaşlarında birer gençtirler. Daha sonra ikinci dönem itibari ile Bayram Yüksel, Mustafa Sungur; Abdullah Yeğinler de kendi dönemlerinin gençleridirler ve bu dava onların omuzlarında temsil edilip bugünlere gelip ulaşmıştır.”
Günümüzün genç nesillerini istikbale hazırlama veya onların istikbale hazırlanmalarını temin edecek vasatın oluşmasında elimizden gelen gayreti göstermek gibi bir mesuliyetimiz var.
Belki bugün, on sene öncesine göre daha az imkanlara sahibiz, belki şartlar çok ağırlaştı; ama biz bugün yine elimizden ne geliyorsa onları yapmaktan mesulüz.
İnşallah bu gençlerin içinden “binlere tekabül eden birler”, yani bin insan mesabesinde hizmetlere vesile olacak nice kametler çıkacak ve bunlar bu hizmet düşüncesini bütün dünyada bayraklaştıracaklar. Buna bütün kalbimizle inanıyoruz.